Osmanlı’nın en bunalımlı çağında
önemli vazifeler gören Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, dini tahrip etmeye
çalışanlara, ‘yenileşme’ adına ‘hakikat’ten sapanlara karşı keskin bir kalem
olmuş, İslâm’ı modernize etmeye çalışanlara karşı büyük mücadele vermiştir.
Aynı akımın tekrar moda olduğu günümüzde Hoca Efendi’yi tanımak, onu okumak ve
mücadelesini anlamak son derece önemlidir.
Mustafa Sabri Efendi, 22 Haziran 1869’da Tokat’ta dünyaya geldi. Tahsil hayatına memleketinde başladı ve 10 yaşında hâfız-ı kelâm oldu. Ardından öğrenimini Kayseri’de ve daha sonra da İstanbul’da devam ettirdi. 22 yaşında Fatih Camii müderrisliğine tayin edildi. 1898 tarihinde Abdülhamid Han’ın da katıldığı Huzur Dersleri muhataplığına en genç üye sıfatıyla katıldı, bu durum 15 yıl kadar sürdü. Aynı zamanda padişahın kitapçısı olarak Yıldız Sarayı Kütüphanesi’nde “hafız-ı kütüp” ünvanıyla çalıştı. Daha birçok önemli ilmî müessesenin üyeliğini yaptı. Bu kurumlardan biri olan Cemiyyet-i İlmiyye-i İslâmiyye’nin reisliğine seçildi ve bu cemiyet tarafından neşredilen ‘Beyânü’l-Hak’ dergisinin başyazarlığını yaptı.
Mustafa Sabri Efendi, 22 Haziran 1869’da Tokat’ta dünyaya geldi. Tahsil hayatına memleketinde başladı ve 10 yaşında hâfız-ı kelâm oldu. Ardından öğrenimini Kayseri’de ve daha sonra da İstanbul’da devam ettirdi. 22 yaşında Fatih Camii müderrisliğine tayin edildi. 1898 tarihinde Abdülhamid Han’ın da katıldığı Huzur Dersleri muhataplığına en genç üye sıfatıyla katıldı, bu durum 15 yıl kadar sürdü. Aynı zamanda padişahın kitapçısı olarak Yıldız Sarayı Kütüphanesi’nde “hafız-ı kütüp” ünvanıyla çalıştı. Daha birçok önemli ilmî müessesenin üyeliğini yaptı. Bu kurumlardan biri olan Cemiyyet-i İlmiyye-i İslâmiyye’nin reisliğine seçildi ve bu cemiyet tarafından neşredilen ‘Beyânü’l-Hak’ dergisinin başyazarlığını yaptı.
Şeyhülislâmlıktan sürgüne:
Mustafa Sabri Efendi İkinci
Meşrutiyet’in ilanından sonra Tokat mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a girdi.
İttihatçılara karşı keskin bir kalem oldu. 1919 yılında tekrar oluşturulan
Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı. Bu fırka iktidara
gelince şeyhülislâm oldu. Damat Ferit Paşa, Paris Konferansı’na gittiği zaman
sadrazamlığa vekalet etti. Ferit Paşa kabinesinde iki defa şeyhülislâmlığa
getirilen Mustafa Sabri Efendi 1920’de bu görevinden istifa etti.
Cumhuriyetin ilanıyla beraber oğlu İbrahim Sabri’yle birlikte sürgün edilen meşhur 150’likler listesine alındı. Ailesiyle birlikte İskenderiye‘ye, oradan Kahire’ye gitti.
İlim ve davaya adanmış bir ömür:
Bahtlı bir insan olarak dünyaya
gelip, cihan devletinin en önemli şahsiyetlerinden biri olarak yaşayıp, bahtsız
bir şekilde gurbette ömrünü tamamlayan Mustafa Sabri Efendi, Türkçe ve Arapça
olarak kaleme aldığı eserleriyle iyi tanınması gereken bir İslâm alimidir.
Sürgün sonrası gittiği Mısır’da
büyük bir önyargıyla karşılandı ve İslâm’ın modernize edilmesi gerektiğini öne
sürenlerin saldırısına uğradı. Oradan Melik’in daveti üzerine Hicaz’a gitmiş,
daha sonra tekrar Mısır’a dönmüştür.
Hoca Efendi’nin bu yılları
baskılar ve ülkeden ülkeye hicretle geçmiştir. Ancak mücadeleden
vazgeçmemiştir. Lübnan, Romanya ve Yunanistan’ı dolaştıktan sonra tekrar
Mısır’a gelir. İşte bu yıllarda modernistlerin tenkitlerine cevaben yazdığı
‘en-Nekîr’ adlı kitabını Lübnan’da neşreder. 1927’de Yunanistan’da ‘Yarın’
gazetesini çıkarır ve yanlış batılılaşmanın şiddetli bir şekilde tenkidini
yapar.
Kahire’de ilmî çalışmaları
sayesinde büyük bir itibar kazandı. Birçok alim dost edindi, evi büyük bir
mektep haline geldi. Vakıflar Bakanlığı bünyesinde kurulan ‘Lecnetü’n-Nühûz’
üyeliğine seçildi. ‘El-Kavlü’l-Fasl’ adlı eseri yayınlanınca, onun Mısır’da
yaşadığını öğrenen Mısır Veliahtı kendisine büyük hürmet gösterdi ve Hoca
Efendi’yi destekledi. El-Ehrâm, El-Ahbâr, Minberü’ş-Şark,
El-Hidâyetü’l-İslâmiyye gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı.
Reformcularla büyük mücadele:
Şuursuz batılılaşma modasının tozu
dumana kattığı, koca imparatorluğun çatırdadığı bir dönemde yaşayan Mustafa
Sabri Efendi Türkiye’de iken Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Cahit, Manastırlı
İsmail Hakkı, Abdullah Cevdet, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif, Haşim Nahid
gibi usta kalemlerin din, millet, İslâmî hayat hakkındaki yorumlarına ikna
edici ilmî cevaplar vermiştir. Mısır’da ise Kasım Emin, Muhammed Ferit, Hüseyin
Heykel, Ali Abdurrazık gibi reformist aydınların görüşlerine Ehl-i Sünnet
alimine yakışır ciddiyet ve derinlikte cevaplar vermiştir. Özellikle devrin
tarihçilerinden Muhammed Abdullah Annan’ın Osmanlı aleyhine ortaya koyduğu
tezleri çürütmüştür.
Hoca Efendi, dini tahrip etmeye çalışanlara, ‘yenileşme’ adına ‘hakikat’ten sapanlara karşı keskin bir kalem olmuştur. Kuvvetli bir muhakeme süzgecinden geçirerek verdiği cevaplarla hem Türkiye’de hem de Mısır’da iken sıkı takip edilen bir isim haline gelmiştir. Kalemini doktorun neşteri gibi kullanmış ve tahrip edilmeye çalışılan İslâm binasında büyük bir hassasiyetle hizmet etmiştir. Günümüzde de aynı hassasiyet ve ustalığa sahip kalemlere ihtiyaç vardır. Çünkü aynı konular milletin hassasiyetine rağmen pişirilip pişirilip önümüze konmaya devam ediyor. Bunlardan kısaca bahsetmek gerekirse: ‘Kurban kesmek yerine Tayyare Cemiyetine yardım edin fikrine, Süleyman Nazif’in orucun fidyeyle geçiştirilebileceği düşüncesine, kadınların özel durumlarında her ibadeti yapabileceklerine, namazda Türkçe meal okunabileceği’ düşüncelerine son derece ikna edici bir üslupla cevaplar vermiştir. Faiz, içki, kumar, tesettür; tasavvuf ve keramet gibi meselelerde de verdiği cevaplar önemlidir.
Ehl-i Sünnet’in keskin kalemi:
Hoca Efendinin kalem keskinliğine
ve zekâsına birkaç örnek verelim.
Sürekli hatalarını düzeltmeye
çalıştığı bir yazara: “Sizi tezkir ettiğim (uyardığım) kadar bir mümini tezkire
çalışsam, müzekkir (uyarıcı) olurdu.” demiştir.
‘Musavat’ dergisi yazarlarından
birinin, ibadetleri hafife alan, dini dünya hayatından ayırmaya çalışan
görüşlerine verdiği ilmî cevaplardan dolayı Müsavatçı yazarın: “Mustafa Sabri,
cenneti olmazsa Allah’a bile ibadet etmez.” şeklindeki basit tenkidine
karşılık: “Belli ki kendisi cenneti olsa da Allah’a ibadet etmeyecek.” diye
seslenir.
Hoca Efendi, namazda herkes kendi
dilinden okuyabilir düşüncesine ‘Dini Müceddidler’ kitabında zihinleri
aydınlatan cevaplar verir ve sözünü şöyle tamamlar: “Arapça bile olsa Kur’an-ı
Kerim‘in namazda başka bir ibare ile okunması caiz değildir. Namazı insanın
kendi tertip etmemiştir. Cenab-ı Hakk’ın emri ile tertip edilmiştir. İçinde
okunacak Kur’an’ın da Allah kelamı olması istenmiştir. Bunun dışında
müslümanlar kendi lisanlarıyla istedikleri kadar dua edebilirler.”
Mahkeme-i Kübra’yı, ahiret gününü hafife alan hatta yok sayan bir yazara verdiği cevap da manidardır: “En küçük bir insanî hükümetin, bir medeni cemiyetin mutlaka bir adalet mahkemesi bulunsun da, kâinat namını verdiğimiz şanlı ve azametli âlemin, şu muazzam saltanatın bir adalet mahkemesi bulunmasın!”
Batı medeniyeti karşısında İslâm
medeniyetinin hakiki bir savunucusu olarak ilim, fikir ve siyaset sahnesinde
daima gür bir sada olmuştur. Fikirlerindeki isabetli teşhisler bugün de
geçerlidir. Yaşadığı zamanda fikirleri dolayısıyla birçok kimsenin suçladığı
Mustafa Sabri Efendi bütün teşhislerinde haklı çıkmıştır. İslâm coğrafyalarının
içine düştüğü krizlere sağlam reçeteler yazmıştır. Özellikle Mısır’da mason
localarına karşı verdiği mücadele dikkate şayandır.
Hoca Efendi, dinî hayatı bayramlara indirgeyen anlayışlara; nübüvvet, velayet gibi makamları hafife alanlara; kaza ve kadere imanı, imanın şartı saymayanlara ve daha nice imanî, kelamî meselelere hem Türkçe hem de Arapça cevaplar veren ilmî eserler kaleme almıştır. Arapçayı da Türkçe kadar edebî derecede kullanan Hoca Efendi’nin büyük yetkinliğini Mısır’ın alimleri de kabul etmek zorunda kalmışlardır. İlk başlardaki önyargılar salih müminler için hayranlığa, modernistler için korkuya dönüşmüştür.
Talebelerinden Ali Ulvi Kurucu merhumun kendisinden dinlediğimiz hüzünlü bir hatırasını burada zikrederek onun vatanını hiç terk etmediğini, gurbete çıkmaya mahkum edildiğini belirtmek isteriz:
”Hoca Efendi’nin arkasında
müezzinlik yaptım, ezan-ı şerifi okudum. Hoca namaz sonrası:
– Ali Ulvi, ‘Segâh’ okudunuz. Ne
kadar severim bu makamı, her dinlediğimde memleketimin mor sümbüllü bağlarını,
siyah tüllü dağlarını, coşkun akan ırmaklarını yüreğimde hisseder,
hüzünlenirim, dedi ve ağladı.”
Hoca Efendi aynı zamanda kuvvetli
bir şairdir. İslâmî konulardaki bu cesur kalem, şiirlerinde hisli bir insan
olarak karşımıza çıkar. ‘İhtiyarlık’ şiirinde:
“Vazgeçme, ihtiyar diye benden
günahtır / Gel, saçlarım beyazsa da bahtım siyahtır,” diyerek hayatını ne güzel
özetler.
Peygamberimiz s.a.v.’e olan muhabbetini ise:
“Allahımız habibine bahşetti bu
âlemi / Âb-ı rûy-ı Muhammed söndürdü cehennemi” diyerek dizelere döker.
‘Ah vefa sen ne güzel şeysin!’
Hoca Efendi’nin en önemli
özelliklerinden birisi de vefasıdır. Hicaz Emiri’nin sıkıntılarından dolayı
kendisine maaş bağlamak istemesi üzerine İstanbul’da sıkıntı içindeki bir alim
dostuna yardım etmesini istemesi, bu özelliğine dair önemli ipucu verir.
Vefasına bir güzel misal de Vahdettin Han’a yapılan hakaretler karşısında da
şöyle seslenir: “Ah ey vefa sen ne güzel şeysin! Ölmüş halifenin bile hakkını
savunmamızı sağlıyorsun!”
Hoca Efendi aynı zamanda ileri
görüşlü, ferasetli bir kişiydi. Nitekim Abdülmecid Efendi’nin hilafet
meselesinde düşeceği durumu önceden tespit etmişti.
Mustafa Sabri Efendi, 12 Mart 1954
tarihinde Kahire’de bir miraç kandili sabahı vefat edince, dâr-ı bekaya ilim ve
siyaset adamlarının da katıldığı büyük bir kalabalıkla uğurlandı. Abbasiye’ye
defnedildi. Vefatına basın geniş yer verdi.
Mezar taşına hadis alimi olan oğlu İbrahim Sabri tarafından yazılan mezar kitabesiyle yazımızı sonlandırırken, böylesi İslâm alimlerini Fatiha-i Şerife ile anmamızın kadirşinaslığın gereği olduğunu belirtmemiz gerekir:
“Ey zâir (ziyaretçi) işte bu yerde
medfundur / Bir büyük kahraman ki pür-hûndur (kederli)
Düştü Leyla-yı Hak (Allah sevdası)
peşinde şehid / O’na zaten ezelden vurgundur
Hakk’ın ilhamıdır derin ilmi /
Sanki ilm-i ledünniyle meşhûndur (dopdolu)
Şeyhülislam Mustafa Sabri / Fikri
uğrunda öldü, memnundur.”
Eserleri
• Yeni İslâm Müctehitlerinin
Kıymet-i İlmiyyesi
Kazanlı modernist Musa Carullah
Bigiyev’in cehennem azabını hafife alan eserine reddiyedir.
• Dini Müceddidler
Bu eserinde ‘Yeni Müslümanlar’
adını alan Haşim Nahit ve arkadaşlarının ‘dinde reform gereklidir,’ görüşlerine
ciddi cevaplar vermiştir.
• En-Nekîr alâ Münkiri’n-Ni’me
mine’d-Dîn ve’l-Hilâfe ve’l-Ümme
Hilafet ve siyaset üzerine yazdığı
fikrî derinliğini de ortaya koyan bir eserdir.
• Mes’eletü Tercemeti’l-Kur’an
Bu kitapta da, Türkçe namaz
teşebbüslerine ciddi cevaplar vermiştir.
• Mevkıfü’l-Beşer tahte
Sultâni’l-Kader
Kelam sahasında; iman, kader ve
irade konularında yazılmış bir eserdir.
• El-Kavlü’l-Fasl
İslâm dünyasında özellikle
Pozitivizm’in tesiriyle nübüvveti, mucizeleri, kıyamet alametlerini ve ahiret
inancını hafife alan yanlış yorumlara ilmî cevaplar veren bir eserdir.
• Mevkıfü’l-Akl ve’l-İlm ve’l-Âlem
Allah’ın varlığı, bilim-din,
bilim-akıl münasebeti gibi imanî konuları ve İslâm’a göre din-siyaset gibi
güncel mevzuları da içeren kıymetli bir eserdir.
Hoca Efendinin bu kitaplarının
yanı sıra, çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı makaleleri de
kitaplaştırılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.