İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî
Serhendi hazretleri rahimehullah buyuruyor ki:
"Eshâb-ı kirâmın hepsini ve
Ehl-i beytin hepsini sevmek, saymak lâzımdır. Birini sevmemek, hepsini sevmemek
olur. Çünkü, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazîleti, hepsinde
vardır. Sohbetin fazîleti ise, bütün fazîletlerin üstündedir." (59.
Mektub)
Hâfız Celâleddîn Süyûtî (vefatı m.
1505) rahmetullahi teâlâ aleyh diyor ki:
"Peygamberimizin Bir Özelliği
de, Onunla Bir Lahzalık Buluşan Ve Onu Gören Kimsenin Sahabi Oluşudur: Evet,
O'nun bir özelliği de budur. Fakat bir sahabi ile bir anlık buluşana, o
sahâbinin tabiî denilmektedir. O kişiye, tabiî denilebilmesi için, o sahabi ile
uzun müddet birlikte bulunması, uzun müddet onunla sohbet edip ondan
faydalanmış olması aranır. Usûlcülere göre, en sahih kabul edilen söz, budur.
Fark, hiç şüphesiz, Peygamberimizin peygamberlik makam ve mansıbının çok büyük
ve yüksek olmasındandır. Peygamberlik nurunun ve feyzinin çok kuvvetli
olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun içindir ki, sevgili Peygamberimizin bir
defacık bir arabiye bakışı, aslında kupkuru ve nasibsiz bulunan bu ârâbinin,
nûr ve feyizle dolmasına ve onun bir sâhâbi olmasına yetmektedir. Artık o kuru
ve cahil arabi, bir defacık Resûlüllahın nazarına mazhar olmakla, ilim ve
hikmetle konuşan bir insan haline gelivermektedir." (Celaleddin es-Suyuti,
Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 529.)
İmam-ı Kastalanî hazretleri diyor
ki:
"Resulullah aleyhisselamın
yüceliği, risalet makamının yüksekliği, nübüvvetinin nuru, öyle bir mertebede
idi ki, şerefli bakışıyla baktığı kimse bir ahmak arabî de olsa, Allah'ın
hikmetiyle söylemeye başlardı." (Mevahib, c.1, s.509)
Birgivî Vasiyetnamesi Şerhi'nde
şöyle yazılı:
"Resulullahın (sallallahü
aleyhi ve sellem) mübarek meclisinde az bir zaman kalan bir Müslüman köylü,
hikmet söylemeye başlardı." (s.147)
Hindistan'da yetişmiş büyük
alimlerden Muhammed Senâüllah-i Osmânî Dehlevî, İrşâd-üt-tâlibîn adındaki
kitabında buyuruyor ki:
"Eshâb-ı kirâmın her birinin,
Eshâb olmıyan müslümanların hepsinden daha üstün oldukları sözbirliği ile
bildirilmişdir. Hâlbuki, kıyâmete kadar gelecek olan islâm âlimleri arasında
ilimleri ve amelleri, Eshâb-ı kirâmın bazılarının ilm ve amelleri kadar
olanları çok vardır: Bundan başka, hadîs-i şerîfde, (Başkaları Allah rızası
için Uhud dağı kadar altın sadaka verseler, Eshâbımın Allah yolunda verdiği
yarım Sâ’ arpanın sevâbına kavuşamazlar) buyuruldu. Eshâb-ı kirâmın
ibâdetlerinin böyle kıymetli olması, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”
sohbetinde bulunmakla, kalblerinde hâsıl olan (Bâtınî kemâl)lerinden dolayıdır.
Onların bâtınları ya’nî kalbleri, Resûlullahın mubârek bâtınından nûr aldı.
Bâtınları nûrlandı."
Büyük Malikî fıkıh ve hadis âlimi
Kâdî Ebu'l-Fadl İyaz hazretleri diyor ki:
"Bir adam, Muafa b. İmran'a,
Ömer b. Abdülaziz'in yanında Muaviye nerede kalır (diyerek, Ömer b. Abdülaziz
hazretlerini üstün görünce), ona öfkelenerek şöyle der: Peygamber
aleyhisselamın ashabına kimse kıyas edilemez. Muaviye, Peygamber aleyhisselamın
ashabından, ailesinin akrabasıdır (zevcelerinden Ümmü Habibe'nin kardeşidir).
Katib-i umumîsi, bilhassa vahiy katibidir." (Şifa-i Şerif, Resulullahın
ashabına hürmet ve tazim kısmı, s.440)
İmam-ı Gazalî (rahmetullahi aleyh)
hazretleri de buyuruyor ki:
"Allahü teâlâ ve Resulü
(sallallahü aleyhi ve sellem) onları [bütün sahabeyi] övmüştür. Hazret-i
Muaviye (radıyallahü teâlâ anh) ve Hazret-i Ali (radıyallahü teâlâ anh)
arasında geçenler, imamlığı elde etmek için değil, ictihad üzerinedir."
(İhya, c.1, s.297)
İmam-ı A'zam Ebû Hanife
rahimehullah diyor ki:
"Biz Resulullahın eshabını
ancak hayırla anarız." (Fıkh-ı Ekber)
Osmanlı zamanının değerli
âlimlerinden Ebu'l-Münteha'nın (rahimehullah) yazdığı Fıkh-ı Ekber Şerhi 5 asır
boyunca okunmuş, okutulmuş bir eserdir. Ebu'l-Münteha (vefatı h.1000/m.1591),
İmam-ı a'zam Ebu Hanife'nin sözünü şöyle izah eder:
"Sünnet ve cemaat ehlinin,
Eshab-ı Kiram hakkındaki nezih itikadları, onları medhü sena etmek [övmek] ve
hayırla anmaktır. Çünkü, Allahü teâlâ ve Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem)
Eshab-ı Kiramı övmüştür. Hazret-i Ali radıyallahü teâlâ anh ve Hazret-i Muaviye
radıyallahü teâlâ anh arasında cereyan eden hadiseler ictihad farkından dolayı
idi." (Fıkh-ı Ekber Şerhi, Akçağ Yayınları, 2. baskı, 1998, s. 276)
İmam-ı Şaranî hazretleri de şu
mealdeki hadis-i şerifi yazıyor:
(Sahabelerim arasında fitne bulunacaktır. Allahü teâlâ
onların benimle arkadaşlık etmeleri dolayısıyla [benimle sohbetlerinin
hatırı için] kendilerini mağfiret eder. Sonra onların ardından bir topluluk bu
fitne yoluna uyacaklar da fitne sebebiyle [bu fitneyi dillerine dolayarak
körükledikleri için] cehenneme girecekler.)
İmam-ı Şaranî sonra şunları
söylüyor:
"Bu hadis-i şerif sahabelerin
birbirleriyle olan harplerinin affedilmiş olduğuna delildir. Çünkü bu harp
doğru bir yorumla olmuştur." (Muhtasaru Tezkireti'l Kurtubî, 6. Kısım)
İmam-ı Kurtubî diyor ki:
"Ashab arasında birçok
muhalefet ve muharebeler olmuştur. Bununla beraber hiç biri diğerinin nifakına
hükmetmemiştir. Onların bu husustaki hâlleri, ahkâm babında müctehidlerin
hâlleri gibidir. Ya hepsi hakka isabet etmiştir denilir, yahut isabet eden bir
tanesidir. Fakat hata eden mazur olur. Çünkü o reyine ve zannına göre
muhataptır. İşte bunlardan birine meâzallah bir şeyden dolayı buğzeden kimse
âsî olur; tevbe etmesi gerekir." (Kaynak: A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim
Tercüme ve Şerhi, Sönmez Yayınevi, 1983; c.1, Bab:33, s.345)
Yine İmam-ı Kurtubî diyor ki:
"Derim ki: Ashabının tümü
adaletlidir. Allah'ın gerçek veli kulları ve seçkinleridir. Peygamberlerden ve
rasûllerden sonra bütün insanlar arasında seçtiği kimselerdir. Ehl-i sünnetin
mezhebi ve bu ümmetin imamlarının bulunduğu cemaatin benimsediği kanaat
budur." (Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 16/218-221) (Not:
Ayrıca bkz. Hucurat Suresi tefsiri)
Hâfız İbni Hacer el-Askalânî diyor
ki:
وذهب جمهور أهل السنة إلى تصويب من
قاتل مع علي لامتثال قوله تعالى ( وإن طائفتان من المؤمنين
اقتتلوا ) الآية ففيها الأمر بقتال الفئة الباغية ، وقد ثبت أن من قاتل عليا
كانوا بغاة ، وهؤلاء مع هذا التصويب متفقون على أنه لا يذم واحد من هؤلاء بل
يقولون اجتهدوا فأخطأوا
مصدر: فتح الباري بشرح صحيح
البخاري, في شرح الحديث رقم 6692
İbni Hacer'in sözleri
Bera'atü'l-Eş'ariyyin kitabında şöyle nakledilmektedir:
Ehl-i sünnet alimlerinin cumhuru
ise Hucurat Suresinin 9. ayet-i kerimesine dayanarak Hazret-i Ali ile savaşa
çıkanların reyini tasvip etmişlerdir ki, bunda baği taifesine karşı savaşmak
için emir vardır. Ali'ye karşı savaşanların baği oldukları da sabittir. Ama adı
geçen cumhur alimler bu tasvipleriyle beraber "buğat"tan olan hiç
birisinin kınanmadıklarına dair ittifak edip, onlar müctehid olup ictihadlarında
yanılmışlardır, demişlerdir. (Fethü'l-Bari, c.13, Kitabü'l-Fiten,
"Muhakkak bu oğlum (Hasan) efendidir..." mealindeki hadis-i şerifin
şerhi. Kaynak: Ebu Hamid bin Merzuk, Bera'atü'l-Eş'ariyyin, Bedir Yayınevi,
1994, s. 510).
Yine Hâfız İbni Hacer el-Askalânî
diyor ki:
قال الحافظ إبن حجر في "فتح
الباري": فإن قيل كان قتله بصفين وهو مع علي والذين قتلوه مع معاوية وكان معه
جماعة من الصحابة فكيف يجوز عليهم الدعاء إلى النار؟ فالجواب أنهم كانوا ظانين
أنهم يدعون إلى الجنة، وهم مجتهدون لا لوم عليهم في اتباع ظنونهم، فالمراد بالدعاء
إلى الجنة الدعاء إلى سببها وهو طاعة الإمام، وكذلك كان عمار يدعوهم إلى طاعة علي
وهو الإمام الواجب الطاعة إذ ذاك، وكانوا هم يدعون إلى خلاف ذلك لكنهم معذورون
للتأويل الذي ظهر لهم
مصدر: فتح الباري بشرح صحيح
البخاري, في شرح الحديث رقم 436
Prof. Dr. İbrahim Canan "Vay
Ammar'a! Onu bâği bir grup öldürecek. Bu, onları cennete çağırır, onlar da bunu
ateşe çağırır!" mealindeki hadisi naklettikten sonra İbni Hacer'in bu
sözlerini şöyle naklediyor: Ammar, Sıffin'de öldürülmüştür. Hz. Ali cephesinde
idi. Karşı tarafta ise Hz. Muaviye vardı. Hz. Muaviye'nin yanında bir kısım
sahabe de vardı. Bu durumda şu soru hatıra gelebilir: "Onların ateşe
çağırmaları nasıl caiz olur?" Bu soruya İbni Hacer şu cevabı verir:
"Onlar, cennete
çağırdıklarını zannediyorlardı. Onlar müçtehid oldukları için, zanlarına
uymaları sebebiyle levm edilemezler. Cennete çağırmaktan murad, onun sebebine
çağırmaktadır. Bu da imama itaattır. Nitekim Hz. Ammar, onları Hz. Ali'ye itaat
etmeye çağırıyordu. O sırada itaat edilmesi vacib olan imam da Hz. Ali idi.
Öbürleri ise bunun hilafına çağrı yapıyorlardı. Lakin onlar da kendilerine
zahir olan te'vil sebebiyle mazur durumda idiler." (İbrahim Canan, Kutub-i
Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/507-509.)
İmam-ı Rabbanî hazretleri
buyuruyor ki:
Fıkh âlimlerinden bazısı hazret-i
Mu’âviye “radıyallahü anh” için (Cevr), yanî zulm etdi, demiş ise de, bundan
maksadları, hazret-i Emîrin hilâfeti zamanında kendini halîfe ilân etmesi
haksız idi, demekdir. Yoksa, yoldan çıkmak ve günâh alâmeti olan zulm demek
değildir. Bu sûretle sözleri, Ehl-i sünnet büyüklerinin sözlerine uymuş olur.
(251. mektupdan)
Hâfız İbni Hacer-i Mekkî
hazretleri "baği" kelimesinin bu çerçevede kullanımını şöyle
açıklıyor:
"Hazret-i Muaviye'nin
taraftarı olan taife gerçi baği (Halife Hazret-i Ali'ye karşı çıkmış bir taife)
ise de, bu çıkış -şeriat hükmünde- fasıklık olmayan bir bağiliktir. Zira
onların çıkış hadisesi ancak şeriata dayanan bir te'vil ile olduğu için,
Hazret-i Muaviye'nin taifesi bu hususda özür sahibidir."
(es-Sava'iku'l-Muhrika, 11. Bölüm: Ehl-i Beytin Faziletleri, s. 467)
Yine Hâfız İbni Hacer-i Mekkî
diyor ki:
"Hazret-i Ali ve ehl-i beytin
hakiki düşmanları Haricî taifesi ile Şam halkından onlara benzer kimselerdir.
Sahabeden Muaviye ve benzeri değillerdir. Çünkü Muaviye ve arkadaşları Hazret-i
Ali ve taraftarlarıyla yaptıkları münakaşa ve ihtilafları hususunda
ictihadlarına dayanıp te'vil sahibi olduklarından dolayı, Allah'tan onlara bir
ecir, Hazret-i Ali ve ona tabi' olanlara iki ecir vardır. Allah hepsinden razı
olsun." (es-Sava'iku'l-Muhrika, Bedir Yayınevi, s. 348-349)
Büyük İslam alimi İmam-ı Kastalanî
de şöyle buyuruyor:
"Birçok ayet ve hadislerle
sahabe-i kiramın adaletleri sabittir. Hiçbirini kınamak caiz değildir. Fitneye
uğramış olsun veya olmasın onlara iyi niyet beslemek vaciptir. Fitneye
uğrayanlar, görüş ve düşünceleri sebebiyle uğradılar. Nefislerinin arzu ve
heveslerine uyarak değildi....Onların gösterdikleri fazilet ve kerametler
önceki toplumlarda asla görülmemiştir ve onlardan sonra gelenlerin hiçbiri
onların mertebesine ulaşmamıştır. Bütün bu mutluluğa erişmeleri Rasulullahın
(aleyhisselam) mübarek bakışının etkisi ve bereketi sayesinde idi."
(Mevahibü Ledüniyye, 1. cild, 5. bölüm)
Büyük alimlerden Muhammed Hadimî
hazretleri "Onları hayırla yadederiz" başlığı altında diyor ki:
"İşte bu gibi ihtilaflar
ictihaddaki hata üzerine dayandırılır. İctihadda hata eden ise muahaze olunmaz.
Bilakis isabet edenin yarısı kadarıyla sevap kazanır." (Berika, c.2. s.95)
"Cumhur dedi ki: Onlardan
birisine söven tazir olunur. Ebü'ssuud fetvalarında Hz. Muaviye'ye (radıyallahü
anh) sövülmesi ve ona ta'n olunması hakkında fetva soran kimseye: Şiddetli bir
vuruş ile ve kurtuluş alameti ve sadık tevbe zahir oluncaya kadar ebedi olmak
üzere hapsedilir, diye cevap verdi." (Berika, c.2, s. 161)
İmam-ı Malik radıyallahü anh diyor
ki:
"Peygamberimizin sallallahü
aleyhi ve sellem Eshabından birine, mesela Ebû Bekr'e veya Ömer'e veya Osman'a
veya Mu’âviye'ye veya Amr ibni Âs'a radıyallahü anhüm söven ve onları kötüleyen
bir kimse, eğer yoldan çıkdılar, kâfir oldular dedi ise, bu kimseyi
öldürmelidir. Yok eğer başka bir ayıb ve kusur ile kötüledi ise, şiddetli
dövmelidir." (Kadı Iyaz, Şifa-i Şerif)
Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi
isimli eserde şu yazılar mevcuttur:
“Saîd İbnu'l-Müseyyeb, Hz. Ömer
(radıyallahu anh)'tan naklediliyor: "Demişti ki: "Ben Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim, buyurmuştu ki: "Ben, Rabbimden
Ashabımın benden sonra düşeceği ihtilaf hakkında sordum. Bunun üzerine şöyle
vahyetti: "Ey Muhammed! Senin Ashabın benim nezdimde, gökteki yıldızlar
gibidir. Bazıları diğerlerinden daha kavidirler. Her biri için bir nûr vardır.
Öyleyse, kim onların ihtilaf ettikleri meselelerden birini alırsa, o kimse
benim nazarımda hidayet üzeredir."Hz. Ömer der ki: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) (devamla) ilave etti:"Ashabım yıldızlar gibidir,
hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz." [Rezîn tahriç etmiştir. (Hadisin
birinci kısmını Câmi'u'us-Sağîr'de Suyutî kaydeder (Feyzu-Kadîr 4, 76). İkinci
kısmı da İbnu Abdi'l-Berr, Câmi'u'l-İlm'de kaydetmiştir (2, 91).]
AÇIKLAMA: Münâvî şu açıklamayı
sunar: "Ashabın ihtilafı rahmettir. Zira onların (ihtilaf ve) kavgaları
dünya için değil, din içindir. Onlar dünya açısından ayrılmış olsalar da tevhîd
meselesinde tek bir ruh gibidirler. Hepsi de dine ve din ehline yardımcı oldular.
Şirke ve onun temeline darbe indirdiler, pek çok diyarları İslâm adına
fethettiler. Küffârı kovup fâcirleri dize getirdiler, takva kelimesine davet
ettiler. ..." İslâm ülemâsı bu hadisin mefhumuyla âmel etmiştir. Hadis,
siyasi meselelerdeki ihtilafın sahabelere bir ta'n vesîlesi olmayacağını
bildiriyor. Onlar, görüşlerinde dinin menfaatini arıyorlardı. İyi niyetli
yaptıkları içtihad, ihtilafa sebep olmuştur. Niyetleri hâlis olduğu ve müçtehid
oldukları için onlar bu ihtilaf sebebiyle ta'n edilemezler.” (Prof. Dr. İbrahim
Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/418)
Ahmed Davudoğlu hoca da Sahih-i
Müslim Tercüme ve Şerhi’nde (Eshabımdan kimseye sövmeyin! Çünkü biriniz Uhud
(dağı) kadar altın infak etse, onların bir ölçeğine veya yarısına erişemez.)
mealindeki hadis-i şerifi takiben İmam-ı Nevevi’nin şu sözlerini bildiriyor:
“Nevevî diyor ki: (Fitnelere
karışmış olsun olmasın eshab-ı kirama sövmek haramdır; haram kılınan
kötülüklerdendir. Çünkü onlar müctehiddirler. Sahebenin faziletleri bahsinde
izah ettiğimiz gibi, onlar bu harbler hususunda tevilcidirler.)” (Sönmez
Yayınevi, 1983; c.10, Bab:54, s.465)
Yine Sahih-i Müslim Tercüme ve
Şerhi’nde şunlar yazılı:
“Nevevî diyor ki: Olup biten
harplere gelince: Bu harpler sebebiyle her taifede bir şüphe hâsıl olmuştu ki,
bu şüphe sebebiyle her taife kendinin doğru hareket ettiğine inanıyordu.
Ashabın hepsi âdildirler. Allah-onlardan razı olsun. Harblerinde ve sâirede ise
tevilcidirler. Bu te'vilcilik onlardan hiç birini adaletten çıkarmamıştır.
Çünkü onlar müctehiddirler. İctihadi bir takım meselelerde ihtilâf etmişlerdir.
Nitekim onlardan sonra gelen müctehidler de kan ve sâire meselelerinde ihtilâf
etmişlerdir. Bundan, onlardan herhangi birinin eksik taraflı olması lâzım
gelmez. Bilmiş ol ki, bu harblerin sebebi, dâvaların şiddetle birbirine benzer
olmasıdır. Bundan dolayı ashabın ictihadları muhtelif olmuş, kendileri üç kısma
ayrılmışlardır. Bir kısma göre ictihad sayesinde hakkın bu tarafda olduğu,
muhalifinin âsî sayıldığı anlaşılmıştır. Bunların itikadına göre âsî ve bâği
olan muhalifle harbetmek vâcibdir. Onlar da bunu yapmıştır. İkinci kısım
birincilerin tam aksinedir. Onlar da ictihad sayesinde hakkın karşı tarafda
olduğunu anlamışlardır. Binâenaleyh o tarafa yardım etmek vâcibdir. Üçüncü
kısım hiç bir tarafı tercih edemeyip hayrette kalanlar ve ne hüküm vereceğini
bilemeyenlerdir. Bunlar her iki fırkadan uzak kalmışlardır. Bu hareket onlar
hakkında vâcibdir. Çünkü: Bir müslümanın ölümü hakettiği anlaşılmadıkça üzerine
hücum etmek helâl değildir. Bunlar iki tarafdan birinin tercih edileceğini ve
hakkın onunla olduğunu anlasalar yardımdan geri kalmaları caiz olmazdı.
Binâenaleyh hepsi mazurdurlar, Allah kendilerinden razı olsun. Bundan dolayıdır
ki, Ehl-i Hak ve icmâına îtimad olunan ulemâ bu zevatın şahitliklerinin ve
rivayetlerinin kabulüne, adaletlerinin kemâline ittifak etmişlerdir.” (Sönmez
Yayınevi, 1983; c.10, Bab:1, s.207)
Yine Sahih-i Müslim Tercüme ve
Şerhi’nde şu bilgiler naklediliyor:
Nevevî diyor ki: «Bu rivayetler,
Hz. Ali'nin haklı, Hz. Muaviye taraftarlarının haksız ve müteevvil olduklarını
sarahaten göstermektedir. Yine bu rivayetlerden her iki taifenin de mü'min
olduklarına, birbirleriyle harp etmekle dinden çıkmadıklarına, fâsık dahî
olmadıklarına sarahaten delil vardır. Bizim mezhebimizle bu bâbda bize
muvafakat eden ulemânın mezhepleri budur.»
Kelâm ilminde beyân olunduğu
vecîhle Alî Muâviye (Radiyallahü anh) hazerâtının muharebeleri hakkında ileri
geri söz söylememek, kendini hakem mevkiine çıkararak birini haklı diğerini
haksız görmemek, her iki sahâbî müctehid oldukları için bu bâbdaki hatâyı
ictihâdda hatâ sayarak, her ikisi hakkında da (Radiyallahü anh) demek ehl-i
sünnetin şiarıdır.
İmam Gazâlî (450 - 505)'nin
rivayetine göre büyüklerden bir zât rüyasında kıyametin koptuğunu görmüş, Alî
ile Muâviye hazerâtını getirmişler, dâvaları görüldükten sonra Hz. Alî:
«Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki dâva lehime hükmolundu.» diyerek gitmiş;
ondan sonra Hz. Muâviye görünmüş, o da: «Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki
Rabbim beni affetti.- diyormuş. (a.g.e, c.5, Bab:47-48, s.519)
Kâdî Ebû Bekr ibn-ül-Arabî
rahimehullah (vefatı h.543/m.1149) diyor ki:
"Burada bizi teselli edecek
bir şey varsa, o da Peygamberimizin sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem fitnelerden
bahsedip ileride olacaklara işaret etmesi ve haber vermesidir. Şöyle ki,
Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem Haricilerle ilgili ikazlarda
bulunup şöyle buyurmuştur: (Onları iki taifeden hakka en yakın olanı
öldürecektir.) [Müslim, Zekat, 150-151 ve 152 (2458), Ebu Davud, Sünnet, 12
(4667).] Böylece de birbirleriyle savaşan iki taifenin de [Hazret-i Alî
radıyallahü anh ve Hazret-i Muâviye radıyallahü anh taraflarının]
hak üzere oldukları, ancak bunlardan Hazret-i Alî taraftarlarının hakka
daha yakın olduğu ortaya çıkmışdır. ...Ayrıca Ammar b. Yasir radıyallahü anh
hakkında şöyle buyurmuştur: (Onu, bağiler öldürecektir.) Hazret-i Hasan
radıyallahü anh hakkında da şöyle buyurmuştur: (Bu oğlum seyyiddir. Umulur ki,
bu oğlum aracılığı ile Allahü teâlâ, Müslümanlardan iki büyük grup arasını
düzeltir.) Bunun neticesi olarak Allahü teâlâ Hazret-i Hasan'a kendisini
hilafetten azlederek Müslümanların arasını bulmayı ve onları ıslah etmeyi güzel
göstermiştir. Yine rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Osman'a radıyallahü anh
rüyasında asilere karşı direnmeme iznini Peygamberimiz sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem vermiş ve ona geceleyin iftarı kendi yanında açacağını
bildirmiştir. [Ahmed b. Hanbel, Musned, 1/72] Bütün bunlar [İslam'ın koyduğu]
münakaşa ve mücadele kuralları içerisinde cereyan etmiş olan işler olup fıkhın
belirlemiş olduğu yollardan herhangi birinin dışına da çıkılmış değildir. Hata
edenin bir sevab, isabet edenin de on sevab kazanacağı ictihad metodunun
sınırlarının da dışına çıkılmış değildir. Burada zikrettiklerimiz dışında tarih
kitaplarında yer alan rivayetlerin hiç birinin ilmi değeri yoktur. Bu itibarla
onlara itibar etmeyin. Çünkü bu rivayetlerin hepsi asılsızdır." (el-Avâsım
mine'l-Kavâsım, Rağbet Yay., 2009, s. 89-90)
Hafız İbni Hacer diyor ki:
Hadis ravisi Müslim'in en yüce
şeyhlerinden, asrının imamı olan Ebu Züra er-Razi demiş ki: "Birisi,
Resulullah'ın (aleyhisselam) eshabından birisini noksanlıkla ayıplarsa,
gerçekten o kimsenin zındık olduğunu bil. Çünkü Resulullahın (aleyhisselam)
peygamberliği doğrudur. Kur'an-ı kerim de doğru bir kitapdır ve Peygamber'in
(aleyhisselam) getirdiği din de hakdır. Bunların hepsinin hak, doğru oldukları
itikadı bize sahabeden gelmiştir. Onları (sahabeleri) cerh eden, ayıplayan
kimse, ancak Allah'ın kitabını, Resulü'nün sünnetini iptal etmek ister. Öyle
ise cerh edilmek o kimseye daha yakışır ve zındıklık, sapıklık, yalan söylemek,
fâsıklık nitelikleriyle nitelenmeye o kimse herkesden daha layıktır."
(Es-Savaiku'l-Muhrika)
Gümüşhanevî hazretleri de şöyle
buyuruyor:
"Ehl-i sünnet ve'l-cemaat
mezhebine göre, bütün sahabeler, Resulullah'ın (aleyhisselam) övdüğü gibi
tezkiye edilir ve övülürler. Hz. Ali ve Hz. Muaviye arasında meydana gelenler
bir ictihad meselesidir. Bunun aksini iddia edenler doğru yoldan sapmış
olurlar." (Ehl-i Sünnet İtikadı, Bedir Yayınevi, 7. Baskı, s.84, 73 nolu
dipnot)
Şeyhülislam Merginanî rahimehullah
diyor ki:
"Sahabe ve tabiinleri açıkca
tahkir eden kimsenin şahidliği geçersizdir. [Çünkü onun fâsıklığı açığa
çıkmıştır.]" (el-Hidaye, Kahraman Neşriyat, c.3, s. 218)
Hakim Semerkandî diyor ki:
İnanan bir kimsenin Resûlullah'ın
aleyhisselam sahabileri aleyhinde konuşmaması, gıybetlerini yapmaması lazımdır.
Onlara ta'n eden sapık ve bid'atçıdır. Zira efendimiz (Eshabım yıldızlar
gibidir. Hangisine uyarsanız hakikata varırsınız.) buyurmuştur. Diğer bir
hadis-i şerifte buyruldu ki: (Eshabıma kin tutan münafıktır.) O halde ey
kardeşim, dilini onlardan uzak tut da aleyhlerinde bulunma. Akıllılara bu kadar
söz yeter. (Sevad-ı A'zam, Bedir Yayınevi, s.55)
Hafız İbni Hacer-i Mekkî
hazretleri de şu hadisleri yazıyor:
(Allah'ım, onu [Muaviye’yi] hâdi ve muhdi eyle) (Yani, Onu
doğru yola ulaştır ve doğru yola ulaştırıcı eyle!)
(Allah'ım, Muaviye’ye kitabet ve hesap öğret ve onu azabtan
koru.)
Sonra diyor ki:
"Hiç şüphe yok ki, Hz.
Peygamber aleyhisselamın duası müstecaptır (kabul olunur)."
(Es-Savaikul-Muhrika, 11. Bölüm. s.466)
Kâdî Ebu'l-Fadl İyaz hazretleri
de, "Resulullahın bütün duaları kabul edilirdi" başlığı altında
"Muaviye'ye dua etmiştir ve onun duası sayesinde halife olmuştur"
diyor (Şifa-i Şerif, s.326).
İmam-ı Kastalanî diyor ki:
"Resulullahın sallallahü
aleyhi ve sellem katiblerinden biri de Hazret-i Muaviye'dir (radıyallahü anh).
Hazret-i Ömer radıyallahü anh zamanında Şam valisi idi. Hazret-i Osman
radıyallahü anh zamanında da o vazifede kaldı... İmam-ı Ahmed, Arbad bin
Sariye'den alarak söylüyor: Hazret-i Peygamber aleyhisselam onun için
(Allah'ım, Muaviye’ye kitabet ve hesap öğret ve onu azabtan koru.) diye dua
etmiştir." (Mevahibü Ledünniye, Hisar Yayınevi, c.1, s.245)
Yine İbni Hacer-i Mekkî hazretleri
naklediyor:
"İbni Ebi Şeybe Musannef adlı
kitabında, Taberani de Kebir adlı eserinde Abdülmelik bin Ömer'den rivayet
eder: Muaviye radıyallahü anh demiş ki: Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem
bana (Ey Muaviye! Sen iş başına geçtiğinde iyilik et.) diye buyurduğu zamandan
beri hilafette gözüm vardı."(Es-Savaikul-Muhrika, s.466; ayrıca bkz. İbni
Hacer el-Askalânî, el-İsabe, İz Yayıncılık, c. 4, s. 361)
Kâdî Ebû Bekr ibn-ül-Arabî
rahimehullah (vefatı h.543/m.1149) diyor ki:
"Hazret-i Muaviye'nin
şahsiyetinde bir takım özellikler bir arada toplanmıştır: Hazret-i Ömer
radıyallahü anh bütün Şam bölgesinin idaresini onun emri altında toplamış ve o
bölgede tek söz sahibi olarak onu belirlemişti. Hazret-i Ömer'in bu tutumuna
etkili olan amilse, Hazret-i Muaviye'nin güzel yaşantısı, İslam topraklarını ve
sınır boylarını en iyi şekilde koruması, orduyu ıslah etmesi, düşmana galip
gelmesi ve bölge halkını en iyi şekilde yönetmesidir. Sahih olan hadis-i
şerifler onun fıkhına [derin din bilgisine] şahitlik etmektedir [Tirmizi,
Menakıb, 47 (3842); Buhari, Fedailu ashabi'n-Nebi, 28 (3765).]. Ayrıca
Peygamberimiz sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem rüyasında, (Ümmetimden bazı kişilerin
padişahların tahtlarına kuruldukları gibi debdebeli bir halde denizin ortasında
giderlerken gördüğünü) bildiren Ümmü Haram hadisinde de [Buhari, İsti'zan, 60]
Hazret-i Muaviye'nin halife oluşuna şahidlik ve delil vardır." (el-Avâsım
mine'l-Kavâsım, s. 115-116)
Hâfız İbni Hacer el-Askalânî diyor
ki:
"[Hazret-i Muaviye]
Mü'minlerin emiridir...Ebu Nuaym der ki: Kâtiblerden, hesap yapanlardan ve
fasihlerdendi. Halîm ve vakur bir kimse idi." (el-İsabe, c.4, s. 361)
Ebu'l-Leys Semerkandî diyor ki:
"Akıllı olan, sahabe hakkında
güzel konuşmalıdır. Onların hiçbiri için kötü söz etmemelidir. Dinini korumak
için bunu yapmalıdır....Muhammed b. Fazl şöyle anlatır: Toplu kanaat odur ki,
Peygamberden aleyhisselam sonra bu ümmetin hayırlısı, başta Hazret-i Ebubekir
radıyallahü anh, sonra da Hazret-i Ömer'dir radıyallahü anh. Hazret-i Osman ve
Hazret-i Ali radıyallahü anhüm için çeşitli görüşler bildirildi. Biz deriz ki,
önce Hazret-i Osman, sonra Hazret-i Ali'dir. Bunlardan sonra Resulullahın
aleyhisselam tüm eshabı gelir ki, hepsi hayırlı, hepsi salihtir. Onlardan
hangisi olursa olsun, ancak hayırla anarız." (Bostanü'l-Arifin, Bedir
Yayınevi, s. 957)
Yine Ebu'l-Leys Semerkandî
rahimehullah naklediyor:
"İbrahim Nehai'ye sahabe
arasında vukubulan savaşlardan soruldu. Şöyle dedi: (O akan bir kandı. Elimiz
ona bulaşmadı. Biz de dilimizi bulaştırmayalım.)" (Bostanü'l-Arifin, s.
957)
İmam-ı Şaranî diyor ki:
Bir keresinde Hazret-i Muaviye,
Hazret-i Aişe'ye (radıyallahü anhüma) yüz bin dirhem gönderir. Hazret-i Aişe
paraları eline geçtiği anda dağıtır, akşam yemeği için bir tek kuruş bile
bırakmaz. Abdullah bin Ömer (radıyallahü anh) şöyle der: "Resulullah'dan
sonra Muaviye'den daha cömert birini görmedim. Bir keresinde Ali'nin oğlu
Hasan'a rastlayınca (radıyallahü anhüma), 'Merhaba ey Allah Rasulünün kızının
oğlu!' diye kendisine alaka göstermiş ve ilgililere Hazret-i Hasan'a üçyüz bin
dirhem verilmesini emretmişti. Aynı gün biraz sonra Abdullah ibni Zübeyr'e
rastlayınca ona da yüz bin dirhem verilmesini buyurmuştu."
(Tenbihü'l-Muğterrin, Bedir Yayınevi, s. 344)
İmam-ı Şaranî, Hazret-i Muaviye
hakkında nakledilen "dünya sevgisine mübtela kılınmıştı" ifadesi
hakkında diyor ki:
"Hazret-i Muaviye'nin dünya
sevgisi tasavvuf büyüklerinde görüldüğü gibi ahıret ameline yönelik bir sevgi
olarak yorumlanmalıdır. Hatta, böyle bir hedef gütmeye evliyadan çok daha
layıktır, zira büyük bir sahabidir." (Tenbihü'l-Muğterrin, Bedir Yayınevi,
s. 61)
Hz. Muaviyenin hastalığı
ağırlaşınca (Resûlullah bana bir gömlek giydirmişti. Bereketlenmek için, onu
bugüne kadar sakladım. Birgün kestiği tırnakları ve mübârek saçının kıllarını
bir şişe içine koyup saklamıştım. Ölünce, o gömleği bana giydiriniz! O
tırnakları ve mübârek saçının kıllarını gözlerime ve ağzıma koyunuz. Belki
onların hurmetine Allahü teâlâ, beni affeder) dedi. (bkz. A. Davudoğlu, Sahih-i
Müslim Tercüme ve Şerhi, c.1, Bab: 54, s.456.)
İbn Asâkir Târîhu Dimaşk'ında
Vekî' b. el-Cerrâh'a atfedildiğini söylediği şöyle bir tesbit aktarır:
"Mu'âviye, kapının halkası
mesabesindedir. Onu yerinden oynatanı, ondan daha yukarıdakilere kasdetmekle
itham ederiz." (İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk, LIX, 210; Dr. Ebubekir Sifil'in
31 Ağustos 2008 tarihli makalesinden naklen)
"Peygamberimizin “sallallahü
aleyhi ve sellem”, Eshâbının hepsi “radıyallahü anhüm” büyükdür. Her birini
büyük bilmek ve söylemek lâzımdır. Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” buyuruyor
ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Allahü teâlâ,
bütün insanlar arasından beni seçdi, ayırdı. İnsanların en iyisini bana Eshâb
olarak seçdi. Bunların arasından da bana akrabâ ve yardımcı olarak en
üstünlerini ayırdı. Bir kimse, Beni sevdiği için, bunlara hurmet ederse, Allahü
teâlâ, onu her tehlükeden korur. Onlara hakâret ederek, Beni incitenleri de
incitir). Abdüllah ibni Abbâs buyuruyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” buyurdu ki: (Eshâbıma dil uzatanlara, onları söğenlere, Allah la’net
eylesin. Bütün meleklerin ve insanların la’netleri onların üzerine olsun!)
Âişe-i Sıddîka “radıyallahü anhâ” buyuruyor ki, Resûl “sallallahü aleyhi ve
sellem” buyurdu ki: (Ümmetimin en kötüsü, Eshâbıma dil uzatmağa cesâret
edenlerdir).
Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” arasında olan muhârebeleri iyi sebeblerden, güzel düşüncelerden ileri geldi bilmek, dünyâlık için, menfe’at için bilmemek lâzımdır. Çünki, onların ayrılığı ictihâd ve te’vîl ayrılığı idi. Hevâ ve hevesden doğan ayrılık değildi. Ehl-i sünnet âlimleri hep böyle söylüyor. Şu kadar var ki, hazret-i Emîr ile muhârebe edenler, hatâ etdi. Hak, hazret-i Emîr “radıyallahü anh” tarafında idi. Fekat hatâları, ictihâd hatâsı olduğundan, birşey denemez ve dil uzatılamaz. (Şerh-ı mevâkıf) kitâbına göre, Âmidî diyor ki, (Cemel ve Sıffîn vak’aları ictihâd yüzünden idi). Ebû Şekûr-i Sülemî, (Temhîd) kitâbında diyor ki, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’ate göre hazret-i Mu’âviye ve Onunla berâber olanlar “radıyallahü anhüm” hatâ etmişlerdi. Fekat hatâları, ictihâd hatâsı idi). İbni Hacer-i Mekkî (Savâ’ık) kitâbında diyor ki: (Hazret-i Mu’âviyenin hazret-i Emîr ile “radıyallahü anhümâ” muhârebesi, ictihâd sebebi ile idi. Ehl-i sünnet âlimleri böyle biliyor)... Büyüklerin kitâbları hep ictihâdda hatâ olduğunu bildirmekdedirler. İmâm-ı Gazâlî ve kâdî Ebû Bekr ve diğer imâmlar “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bunlar arasındadır. O hâlde Hazret-i Emîr “radıyallahü anh” ile muhârebe edenlere fâsık, yoldan çıkmış gibi şeyler söylemek câiz değildir." (Mektubat)
Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” arasında olan muhârebeleri iyi sebeblerden, güzel düşüncelerden ileri geldi bilmek, dünyâlık için, menfe’at için bilmemek lâzımdır. Çünki, onların ayrılığı ictihâd ve te’vîl ayrılığı idi. Hevâ ve hevesden doğan ayrılık değildi. Ehl-i sünnet âlimleri hep böyle söylüyor. Şu kadar var ki, hazret-i Emîr ile muhârebe edenler, hatâ etdi. Hak, hazret-i Emîr “radıyallahü anh” tarafında idi. Fekat hatâları, ictihâd hatâsı olduğundan, birşey denemez ve dil uzatılamaz. (Şerh-ı mevâkıf) kitâbına göre, Âmidî diyor ki, (Cemel ve Sıffîn vak’aları ictihâd yüzünden idi). Ebû Şekûr-i Sülemî, (Temhîd) kitâbında diyor ki, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’ate göre hazret-i Mu’âviye ve Onunla berâber olanlar “radıyallahü anhüm” hatâ etmişlerdi. Fekat hatâları, ictihâd hatâsı idi). İbni Hacer-i Mekkî (Savâ’ık) kitâbında diyor ki: (Hazret-i Mu’âviyenin hazret-i Emîr ile “radıyallahü anhümâ” muhârebesi, ictihâd sebebi ile idi. Ehl-i sünnet âlimleri böyle biliyor)... Büyüklerin kitâbları hep ictihâdda hatâ olduğunu bildirmekdedirler. İmâm-ı Gazâlî ve kâdî Ebû Bekr ve diğer imâmlar “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bunlar arasındadır. O hâlde Hazret-i Emîr “radıyallahü anh” ile muhârebe edenlere fâsık, yoldan çıkmış gibi şeyler söylemek câiz değildir." (Mektubat)
İmâm-ı Rabbânî ve yolundakileri anlatan Berekât isimli kitap m. 1627 yılında Hindistan'da yazılmış. Kitabın orijinali Farsça. Aşağıdaki yazılar bunun tercümesinin 5. baskısının 272. sayfasında mevcuttur. Kitabın yazarı Muhammed Hâşim diyor ki:
"Seyyidlerden bir genç, medresede talebe arkadaşım idi. Birgün soluk soluğa geldi. Başından geçen, şaşılacak bir şeyi anlatdı. Ahmed Fârûkî hazretlerinin büyük bir hârikasını görmüşdü. Dedi ki: Hazret-i Alîye karşı savaşanları ve hele hazret-i Mu’âviyeyi sevmezdim. Bir gece, senin üstâdının [ya’nî İmâm-ı Rabbânînin] Mektûbâtını okuyordum. Buyuruluyor ki, (İmâm-ı Enes bin Mâlik buyurdu ki, hazret-i Mu’âviyeyi sevmemek, Onu kötülemek, hazret-i Ebû Bekri ve hazret-i Ömeri sevmemek ve bunları kötülemek gibidir. Ona söğene, bunlara söğene verilen cezâyı vermek lâzımdır). Bunu okuyunca canım sıkıldı ve hiç yerinde olmıyan bir yazıyı buraya yazmış, dedim. Mektûbâtı yere atdım. Yatağıma uzandım, uyudum. Rü’yâda gördüm ki, senin o yüce şeyhin öfkeli olarak yanıma geldi. İki mubârek elleri ile kulaklarımı çekdi ve ey câhil çocuk! Sen bizim yazdığımızı beğenmiyorsun ve kitâbımızı yere atıyorsun. Benim yazımı okuyunca, şaşaladın ve inanmadın. Ama, gel seni bir zâta götüreyim de gör! Onun arkadaşları olan, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbını sevmediğin için aldandığını, Ondan işit, buyurdu. Beni çekerek, bir bağçeye götürdü. Beni bağçenin kapısında bırakıp, kendisi yalnızca ilerledi. Uzakda görünen büyük bir odaya girdi. Odada nûr yüzlü, büyük bir zât oturuyordu. Çekinerek ve saygı ile, o zâta selâm verdi. O da, gülerek karşıladı. Önünde edeb ile diz çöküp oturdu. Ona birşeyler söylüyor. Beni gösteriyordu. Uzakdan bana bakışlarından, beni söylediği anlaşılıyordu. Biraz sonra, senin o yüce şeyhin kalkdı. Beni çağırdı. Bu oturan zât, hazret-i Alî “radıyallahü anh”dır. İyi dinle! Bak ne buyuruyor, dedi. İçeri girdik. Selâm verdim, (Sakın, sakın! Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbına karşı, kalbinde hiçbir dargınlık bulundurma! O büyüklerden hiçbirini, hiç kötüleme! Aramızda muhârebe şeklinde görünen işlerimizin, hangi iyi niyyetlerle yapıldığını, biz ve O kardeşlerimiz biliriz) dedi. Senin O yüce şeyhinin şerefli adını söyliyerek, (Bunun yazılarına da, sakın karşı gelme!) buyurdu. Bu nasîhatı dinledikden sonra, kalbimi yokladım. O, harb edenlere karşı bulunan soğukluğun, düşmanlığın, kalbimden çıkmadığını gördüm. Bu hâlimi hemen anladı. Öfkelendi. Senin yüce şeyhine bakarak (Bunun gönlü dahâ temizlenmedi. Suratına bir tokat indir!) dedi. Şeyh hazretleri, yüzüme kuvvetli bir tokat indirdi. Tokadı yiyince, kendi kendime dedim ki, bunu sevdiğim için, Onlara düşmanlık etmişdim. Hâlbuki kendisi, Onlara düşmanlığımdan bu kadar çok incinmekdedir. Bu hâlden vazgeçmemi istemekdedir. Artık ben de, bu düşmanlıkdan vazgeçmeliyim! Kalbimi yokladım. Düşmanlık, kırgınlık kalmamış, tertemiz buldum. O anda uyandım. Şimdi de kalbim, o kinden temizlenmişdir. O rü’yânın, o sözlerin tadı, beni başka şekle sokdu. Kalbimde, Allahdan başka hiçbirşeyin sevgisi kalmadı. Senin yüce şeyhine ve Onun yazılarındaki ma’rifetlere inancım katkat artdı." (Muhammed Hâşim, Berekât)
Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi'nde şu bilgi aktarılıyor:
İbni Asâkir, Mu’âviye'nin hal tercemesinde Ebu Züra'dan nakleder: Ebü'l-Kâsım der ki: Amcam Ebu Züra'ya birisi geldi. Müsâhabe esnâsında: Mu’âviye'ye buğzederim! dedi. Amcam: Niçin? diye sorunca: Haksız yere Ali ile harb ve kıtâlde bulundu! demesi üzerine amcam şöyle cevap verdi: Mu’âviye'nin Rabbi çok rahmet sahibi olan Allah'dır; hasmı da kerem sâhibi olan Hazret-i Ali'dir; sana ne oluyor ki, ikisi arasına giriyorsun? (Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, 7. Baskı, DİB Yayınları, Ankara; 12. cilt, s. 310)
Hazırlayan: Murat Yazıcı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.