Kamera önlerinde kadınlarla oynaşıyor...
Ağzında düdükle cin çıkartma ayini yapıyor...
Milyonların önünde ekranlarda küfür ediyor...
Bağlıları ayetleri sazla cazla okuyup kafa sallıyor...
Kendi dahi kadın erkek karışık zikir(!) yapıyor....
Adnan Oktar gibi belgeli bir ruh hastasını mehdi ilan ediyor ve bizim milletimiz bütün bunları gördüğü halde hala bu şaşkın herifin ardına Şeyh diye düşüyor...
Yetmedi, şimdi bir de bir Ermeni tohumu Türk'ün başına Sultan edilmeye çalışılıyor... Hilafeti kaldıran İngilizler. Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmek için halifeliği yeniden getirmek istiyorlar... Bunun için birçok aktörü aynı anda sahneye sürüyorlar. Ne garabet...------
Ağzında düdükle cin çıkartma ayini yapıyor...
Milyonların önünde ekranlarda küfür ediyor...
Bağlıları ayetleri sazla cazla okuyup kafa sallıyor...
Kendi dahi kadın erkek karışık zikir(!) yapıyor....
Adnan Oktar gibi belgeli bir ruh hastasını mehdi ilan ediyor ve bizim milletimiz bütün bunları gördüğü halde hala bu şaşkın herifin ardına Şeyh diye düşüyor...
Yetmedi, şimdi bir de bir Ermeni tohumu Türk'ün başına Sultan edilmeye çalışılıyor... Hilafeti kaldıran İngilizler. Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmek için halifeliği yeniden getirmek istiyorlar... Bunun için birçok aktörü aynı anda sahneye sürüyorlar. Ne garabet...------
Şeyhe Bak Şeyheee !
KIBRIS’ta bundan birkaç sene önce yaşanan komediyi belki hatırlarsınız...
Magosa Kalesi’nde garip sesler işitilmiş, “Şeyh Nazım el Kıbrısî” adını
takınan İngiliz pasaportlu ve kafasında devâsâ bir sarıkla dolaşan adamın biri “İşbu
çığlıklar kırk küsur metre boyunda yedi başlı ejderhaya aittir ve de kıyamet
alâmetidir” kerametini yumurtlamıştı. Derken aradan birkaç gün geçmiş,
sesin kalenin mazgallarına sıkışıp kalmış zavallı bir baykuşun çığlıkları
olduğu anlaşılmış, devâsâ sarıklı adam rezil olmuş ama işi pişkinliğe vurup tek
lâf etmemişti.
Adamın yüzsüzlüğü bu kadarla kalsa gene iyi... Yine o günlerde İngiliz veliahdı
Prens Charles‘ı diline dolamış ve “Prens’i Müslüman ettim” deyince bu
defa İngilizler’i güldürmüştü...
İşte böylesine içler acısı saçmalıkları ortaya atmaktan hiç mi hiç utanmayıp
düştüğü vaziyeti farkedemeyen bu Şeyh Efendi, şimdilerde yepyeni bir keramet
yumurtlamış: Avrupa’da, Sultan Abdülhamid‘in soyundan gelen “Selim
Efendi” adında bir şehzade varmış, bu adam hilâfetini ilân etmiş ve Topkapı
Sarayı’ndaki peygamber sancağını çok yakında Hazreti Mehdi‘ye bizzat teslim
edecekmiş!
MEVLÂNÂ TORUNUYMUŞ!
Ortalıkta bir zamanlar “Kıbrıslı Şeyh Nâzım Efendi” adıyla dolaşan kerameti kendinden menkul efendi, şimdilerde “Şeyh Muhammed Nazım Âdil el-Kıbrısî el-Hakkanî el-Rabbânî Hazretleri” diye
tumturaklı bir isim takınmış, üstelik yepyeni bir de şecere uydurmuş ve
zât-ı mecnûnânelerini Hazreti Mevlânâ‘ya kadar götürmüş!
Haydi,
adamcağızın aklından zoru var veya birşeylerin peşinde koştuğu için
kasıtlı olarak böyle cevherler yumurtluyor diyelim; peki ama abuk-subuk
konuşup
her daim saçmalayan böylesine bir zavallıyı hâlâ eteklemeye devam eden dünya kadar müride ne diyeceksiniz? Size, bu komedinin arkasında nelerin olduğunu kısaca anlatayım:
1980’lerin başında, ortalıkta Nadine Dawson
adında Amerikalı bir hatun görünür oldu. Fransa’da yaşayan “Selim”
adında bir babası vardı ve bu zât, Nadine Dawson‘a göre Sultan
Abdülhamid‘in bir İranlı prensesten dünyaya gelmiş son oğlu idi!
Selim‘in doğumundan kimselerin haberi olmamıştı, gizlice büyütülmüştü,
hayatını hep kim olduğunu saklayarak geçirmişti ama artık ortaya
çıkmasının zamanı gelmişti!
Nadine Dawson bu akıllara
ziyan hikâyeyi 80’lerin başında gelip bana da anlattı, tabii ki güldüm
ve kadıncağızı nazikçe selâmetledim. Ama sonraki senelerde iş dallanıp
budaklanır ve hatun hemen her gazetede görünmeye başlar hâle gelince bu
“Selim Efendi”nin haddizatında kimin nesi olduğunu merak ettim ve
araştırıp öğrendim...
AH, ŞU PARA YOK MU!
Arapyan
adında İstanbullu Ermeni bir antikacının oğluydu! Gençlik seneleri
Mısır’da geçmiş, annesinin ikinci kocası olan bir Fransız doktor
tarafından büyütülmüş, Mısır’da sürgünde yaşayan Osmanlı ailesinin
mensuplarıyla arkadaşlık etmiş, seneler sonra da Abdülhamid‘in oğlu
olduğunu iddia etmişti!
İşte, “Şeyh Muhammed Nazım Âdil el-
Kıbrısî el-Hakkanî el-Rabbânî Hazretleri” unvanını takınan şeyhin
“Hazreti Mehdî’yi beklediği” kerametini yumurtladığı “Şehzade Selim
Efendi”, Arapyan‘ın oğlu olan ve birkaç sene önce ölen bu Selim‘in
torunu... “Pederim, Abdülhamid’in oğludur” diye oradan oraya
koşuşturan Nadine Dawson da bu adamın halası ve “Musul petrollerindeki
Abdülhamid hissesini alıp trilyoner olmak” gibisinden senelerdir bir
türlü bitmeyen hayaller uğruna yeğen bey “halifelik”, halası hatun da
“sultanlık” oynuyorlar!
Bilerek yahut bilmeyerek böyle tezgâhlara âlet olup saçmalayan “Şeyh”lerin kerametine kurban olsunlar!
Murat Bardakçı
mbardakci@htgazete.com.tr
30 Ağustos 2010
Kaynak:http://gerceknazimkibrisi.blogspot.com/2012/01/sahtekar-seyh-nazm-kbrisi-ve-sahtekar.html#more
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.