29 Şubat 2012 Çarşamba

Ölümünün Ardından Ölenin Kerâmeti ve Şerefi Bâkîdir

Ölüye kabrinde hürmet etmek, evinde hürmet etmek gibidir. Çünkü kabirler, ölülerin yurtları ve ziyaret mahalleridir. Rablerinin rahmeti onların kabirlerine yağmaktadır. Yüksek derece sahiplerine özel tecellîler inmektedir

Allâh-u Te‘âlâ’ya sonsuz hamd-ü senâlar, Rasûlüne, Ehl-i Beyt’ine ve diğer âl-i ashâbına sınırsız salât-ü selamlar, evliyâ ve meşâyıha tâzim ve senâlardan sonra; dergimizin başlangıcından bu yana tevessülle ilgili bazı konuları delilleriyle beraber îzaha çalışmış ve bu hususta birkaç soru sorup cevaplandırmıştık.

Takip edenlerin bileceği üzere dördüncü soru; ölünün vefatının ardından bir değerinin olup olmadığı sorusuydu. Bugünkü yazımızda inşâallâh bu konuyu vuzûha kavuşturmak için gerekli delilleri serdedeceğiz.

Ehl-i Hak olan Ehl-i Sünnet’in mezhebine göre; ölümünün ardından ölenin kerâmeti ve şerefi bâkîdir. Peygamberlik, ölümle son bulmadığı gibi velîlik de nihayete ermez. Üstelik Allâh-u Te‘âlâ’nın, vefat etmiş sâlih kimselerden bir çoğuna ikram ettiğine dair elimizde deliller mevcuttur. Nitekim Ebû Dâvûd: “Şehidin kabrinde görülen nur” bâbında Âişe (Radıyallâhu Anhâ)’nın şu rivâyetini nakletmiştir: “Necâşî öldüğünde biz onun kabri üzerinde sürekli nur göründüğünü anlatırdık”1


Yine bu nedenledir ki ölünün kabri üzerine oturmak ve ölünün kemiklerini kırmak yasaklanmıştır. Nitekim Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Selem) şöyle buyurmuştur: “Sizin birinizin bir ateş közü üzerine oturup da, o ateş parçalarının onun elbiselerini yakması ve derisine ulaşması elbette onun için bir kabir üzerinde oturmasından daha hayırlıdır.”2

Âişe (Radıyallâhu Anhâ)’dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Ölünün kemiğini kırmak, diri iken kemiğini kırmak gibidir.”3

Amr ibn-i Hazm el-Ensârî (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) beni bir kabir üzerine yaslanmışken görünce: “Kabir sahibine eziyet etme” buyurdular.4

İmâm-ı Nablûsî’nin, “Keşfü’n-nûr an ashâbi’l-kubûr” isimli eserinde, “Muhtasaru’s-Serahsî”den nakledildiğine göre; Ebû Hanîfe (Radıyallâhu Anh) kabir üzerine basılmasını, oturulmasını, uyunmasını, büyük ve küçük abdest bozulmasını mekruh sayarken, bu kerahate neden olarak, “çünkü bunları yapmakta kabir sâhibine bir ihânet ve hakâret söz konusudur” buyurmuştur.

Tabî ki bu kerâhet “Câmi‘u’l-fetâvâ”da zikredildiği üzere; evlâyı terk kabilinden olmayıp, günahkâr edecek türdendir. Hatta yasaklama ifadeleri mutlak zikredildiğinde tahrîm için kabul edildiğinden, bu tür hareketler haram sayılmıştır. Ölünün üstünde bulunan tabut veya toprak, tavan mesâbesindeyse de ölünün hakkı ve hürmeti bâkî olduğundan üzerine basılması câiz görülmemiştir.

Demek ki herhangi bir ölünün bile Allâh katında öyle büyük bir değeri vardır ki; diriyken yapılması gereken hürmetin bir benzerinin, ona ölüyken de yapılmasını gerektirmektedir.

Böylece anlaşılmış olmaktadır ki; ölüye kabrinde hürmet etmek, evinde hürmet etmek gibidir. Çünkü kabirler ölülerin yurtları ve ziyaret mahalleridir. Rablerinin rahmeti, onların kabirlerine yağmaktadır. Yüksek derece sahiplerine özel tecellîler inmektedir. Ölülerin ruhları, kabirlerinin kenarlarında birbirleriyle görüşmekte ve oturup ziyaretleşmekte olduğuna dair birçok rivayetler mevcuttur. Bu yüzden fıkıh kitaplarında, bahsi geçen hadîs-i şerîflere dayanılarak; diğer hayvanların ve insanların ölülerine yapılması gerekmeyen bir takım hürmetlerin, ehl-i îmanın ölülerine yapılması gerektiği açıklanmıştır.

Mü’minlerin avâmı hakkında durum böyle iken, ya Allâh-u Te‘âlâ’ya yakın olan nebîlerin ve velîlerin ölümlerinin ardından hürmet ve itibarlarının kalmaması düşünülebilir mi? İşte bütün bu delillerden anlaşıldığına göre; ölünün ardından hürmet ve kerâmetinin bâkî kaldığı şerî‘at diliyle sabit olmuştur.

Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in ölüleri ziyaret edip, onların yanında ayakta durarak: “Ey mü’min kavmin yurdu! Selâm olsun size. Biz de inşâallah size kavuşacağız. Kendim hakkında ve sizin hakkınızda âfiyet dilerim.”5 diye duâ etmesi, ölünün ardından, hürmet, kerâmet ve âfiyet gibi hallerinin devam ettiğinin delilidir. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) mü’minlerin kabirlerinin yanında yapılan duânın, o mekânda medfûn bulunan mevtâ sebebiyle ve mekânın hususiyeti nedeniyle müstecab ve makbul olduğunu bilmeseydi, kabristanda böyle dua eder miydi?

Demek ki üzerlerine rahmetler yağan sıradan müslümanların kabirlerinin bereketiyle duâ kabul oluyorsa, kâmil tevhîd ehli olan havâssın kabirlerinde yapılan dua haydi haydi makbuldür. Şüphesiz ki onların Allâh katındaki makam ve mevkileri, diğerlerinden daha büyük ve daha değerlidir.

Bu yüzden bir kimse, bu büyüklerin Allâh katındaki değerini aracı yaparak Allâh-u Te‘âlâ’dan bir şey istediği zaman Allâh-u Te‘âlâ’nın, o kulunun isteğini geri çevirmesi düşünülemez. Yine böylece ölünün yıkanmasının, kefenlenmesinin ve defnedilmesinin farz oluşu ve bunu yapan kimselerin cünüp ve hayızlı olmayıp, bilakis abdestli olmasının vâcib oluşu da, Allâh-u Te‘âlâ’nın şerî‘atinin müminlere tanıdığı değerin getirdiği haklardandır. Hatta diyebiliriz ki; müminin dünyadaki şerefi mecâzdır. Çünkü dünya, Allâh-u Te‘âlâ’nın inkâr edildiği ve inkârcılarla birlikte yaşanılan bir yurttur. Berzah âleminde ise inkârın yeri yoktur.

İmâm-ı Nesefî (Rahimehullâh)’ın “Umdetü’l-i‘tikad” isimli eserinde zikredildiğine göre; bir insanın îmanı, velîliği ve peygamberliği uyku halinde devam ettiği gibi vefatından sonra da devam eder. Nasıl ki bir mümin uyurken mümin ise, ölüyken de hakîkî anlamda mümindir. İşte böylece rasüller, nebîler ve velîler de vefatlarının ardından hakîkî anlamda rasûl, nebî ve velîdirler. Zira îman ve nübüvvet gibi vasıflarla muttasıf olan beden değil ruhtur. Rûhun durumu ise ölüm ile değişmez.

Bu yüzden, peygamberlerin mûcizeleri ve velîlerin kerâmetleri, ölümlerinin ardından da devam eder.6

İnşâallah bir sonraki yazımız kabir ehlinin kabirlerindeki ibadetleri, kırâatleri ve kerâmetlerinin bazı örnekleri hakkında olacaktır. Bu vesile ile hepinizi Allâh-u Te‘âlâ’nın inâyetine ve Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ile dostlarının himmet ve şefâatlerine emanet ederim.
A.Mahmut Ünlü
- DİPNOTLAR -
1 - (Ebû Dâvûd, no:2515)
2 - (Müslim, no:971, Ebû Dâvûd, no:3220)
3 - (Ebû Dâvûd, no:1199, İbn-i Mâce, no:1616, Ahmed ibn-i Hanbel, el-Müsned, 6/58, İbn-i Hibbân, no:3167)
4 - Ahmed ibn-i Hanbel, el-Müsned, Ahmed Ferîd el-Mezîdî, Keşfü’n-nûr, sh:23
5 - Müslim, 1/218, Tirmizî, 5/64
6 - İmâm-ı Nablûsî, Keşfü’n-nûr an ashâbi’l-kubûr, sh:19-28

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.