Ölüye kabrinde hürmet etmek,
evinde hürmet etmek gibidir. Çünkü kabirler, ölülerin yurtları ve ziyaret
mahalleridir. Rablerinin rahmeti onların kabirlerine yağmaktadır. Yüksek derece
sahiplerine özel tecellîler inmektedir
Allâh-u Te‘âlâ’ya sonsuz hamd-ü
senâlar, Rasûlüne, Ehl-i Beyt’ine ve diğer âl-i ashâbına sınırsız salât-ü
selamlar, evliyâ ve meşâyıha tâzim ve senâlardan sonra; dergimizin
başlangıcından bu yana tevessülle ilgili bazı konuları delilleriyle beraber
îzaha çalışmış ve bu hususta birkaç soru sorup cevaplandırmıştık.
Takip edenlerin bileceği üzere
dördüncü soru; ölünün vefatının ardından bir değerinin olup olmadığı sorusuydu.
Bugünkü yazımızda inşâallâh bu konuyu vuzûha kavuşturmak için gerekli delilleri
serdedeceğiz.
Ehl-i Hak olan Ehl-i Sünnet’in
mezhebine göre; ölümünün ardından ölenin kerâmeti ve şerefi bâkîdir.
Peygamberlik, ölümle son bulmadığı gibi velîlik de nihayete ermez. Üstelik
Allâh-u Te‘âlâ’nın, vefat etmiş sâlih kimselerden bir çoğuna ikram ettiğine
dair elimizde deliller mevcuttur. Nitekim Ebû Dâvûd: “Şehidin kabrinde görülen
nur” bâbında Âişe (Radıyallâhu Anhâ)’nın şu rivâyetini nakletmiştir: “Necâşî öldüğünde biz onun kabri üzerinde sürekli nur
göründüğünü anlatırdık”1
Yine bu nedenledir ki ölünün kabri
üzerine oturmak ve ölünün kemiklerini kırmak yasaklanmıştır. Nitekim Ebû
Hureyre (Radıyallâhu Anh)’dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh
(Sallallâhu Aleyhi ve Selem) şöyle buyurmuştur: “Sizin birinizin bir ateş közü üzerine oturup da, o ateş parçalarının
onun elbiselerini yakması ve derisine ulaşması elbette onun için bir kabir
üzerinde oturmasından daha hayırlıdır.”2
Âişe (Radıyallâhu Anhâ)’dan
rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur: “Ölünün kemiğini
kırmak, diri iken kemiğini kırmak gibidir.”3
Amr ibn-i Hazm el-Ensârî
(Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)
beni bir kabir üzerine yaslanmışken görünce: “Kabir sahibine eziyet etme” buyurdular.4
İmâm-ı Nablûsî’nin, “Keşfü’n-nûr
an ashâbi’l-kubûr” isimli eserinde, “Muhtasaru’s-Serahsî”den nakledildiğine
göre; Ebû Hanîfe (Radıyallâhu Anh) kabir üzerine basılmasını, oturulmasını,
uyunmasını, büyük ve küçük abdest bozulmasını mekruh sayarken, bu kerahate
neden olarak, “çünkü bunları yapmakta kabir
sâhibine bir ihânet ve hakâret söz konusudur”
buyurmuştur.
Tabî ki bu kerâhet
“Câmi‘u’l-fetâvâ”da zikredildiği üzere; evlâyı terk kabilinden olmayıp,
günahkâr edecek türdendir. Hatta yasaklama ifadeleri mutlak zikredildiğinde
tahrîm için kabul edildiğinden, bu tür hareketler haram sayılmıştır. Ölünün
üstünde bulunan tabut veya toprak, tavan mesâbesindeyse de ölünün hakkı ve
hürmeti bâkî olduğundan üzerine basılması câiz görülmemiştir.
Demek ki herhangi bir ölünün bile
Allâh katında öyle büyük bir değeri vardır ki; diriyken yapılması gereken
hürmetin bir benzerinin, ona ölüyken de yapılmasını gerektirmektedir.
Böylece anlaşılmış olmaktadır ki;
ölüye kabrinde hürmet etmek, evinde hürmet etmek gibidir. Çünkü kabirler
ölülerin yurtları ve ziyaret mahalleridir. Rablerinin rahmeti, onların
kabirlerine yağmaktadır. Yüksek derece sahiplerine özel tecellîler inmektedir.
Ölülerin ruhları, kabirlerinin kenarlarında birbirleriyle görüşmekte ve oturup
ziyaretleşmekte olduğuna dair birçok rivayetler mevcuttur. Bu yüzden fıkıh
kitaplarında, bahsi geçen hadîs-i şerîflere dayanılarak; diğer hayvanların ve
insanların ölülerine yapılması gerekmeyen bir takım hürmetlerin, ehl-i îmanın
ölülerine yapılması gerektiği açıklanmıştır.
Mü’minlerin avâmı hakkında durum
böyle iken, ya Allâh-u Te‘âlâ’ya yakın olan nebîlerin ve velîlerin ölümlerinin
ardından hürmet ve itibarlarının kalmaması düşünülebilir mi? İşte bütün bu
delillerden anlaşıldığına göre; ölünün ardından hürmet ve kerâmetinin bâkî
kaldığı şerî‘at diliyle sabit olmuştur.
Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve
Sellem)’in ölüleri ziyaret edip, onların yanında ayakta durarak: “Ey mü’min kavmin yurdu! Selâm olsun size.
Biz de inşâallah size kavuşacağız. Kendim hakkında ve sizin hakkınızda âfiyet
dilerim.”5 diye duâ etmesi, ölünün ardından, hürmet, kerâmet ve âfiyet gibi
hallerinin devam ettiğinin delilidir. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)
mü’minlerin kabirlerinin yanında yapılan duânın, o mekânda medfûn bulunan mevtâ
sebebiyle ve mekânın hususiyeti nedeniyle müstecab ve makbul olduğunu
bilmeseydi, kabristanda böyle dua eder miydi?
Demek ki üzerlerine rahmetler
yağan sıradan müslümanların kabirlerinin bereketiyle duâ kabul oluyorsa, kâmil
tevhîd ehli olan havâssın kabirlerinde yapılan dua haydi haydi makbuldür.
Şüphesiz ki onların Allâh katındaki makam ve mevkileri, diğerlerinden daha
büyük ve daha değerlidir.
Bu yüzden bir kimse, bu büyüklerin
Allâh katındaki değerini aracı yaparak Allâh-u Te‘âlâ’dan bir şey istediği
zaman Allâh-u Te‘âlâ’nın, o kulunun isteğini geri çevirmesi düşünülemez. Yine
böylece ölünün yıkanmasının, kefenlenmesinin ve defnedilmesinin farz oluşu ve
bunu yapan kimselerin cünüp ve hayızlı olmayıp, bilakis abdestli olmasının
vâcib oluşu da, Allâh-u Te‘âlâ’nın şerî‘atinin müminlere tanıdığı değerin
getirdiği haklardandır. Hatta diyebiliriz ki; müminin dünyadaki şerefi
mecâzdır. Çünkü dünya, Allâh-u Te‘âlâ’nın inkâr edildiği ve inkârcılarla
birlikte yaşanılan bir yurttur. Berzah âleminde ise inkârın yeri yoktur.
İmâm-ı Nesefî (Rahimehullâh)’ın
“Umdetü’l-i‘tikad” isimli eserinde zikredildiğine göre; bir insanın îmanı,
velîliği ve peygamberliği uyku halinde devam ettiği gibi vefatından sonra da
devam eder. Nasıl ki bir mümin uyurken mümin ise, ölüyken de hakîkî anlamda
mümindir. İşte böylece rasüller, nebîler ve velîler de vefatlarının ardından
hakîkî anlamda rasûl, nebî ve velîdirler. Zira îman ve nübüvvet gibi vasıflarla
muttasıf olan beden değil ruhtur. Rûhun durumu ise ölüm ile değişmez.
Bu yüzden, peygamberlerin
mûcizeleri ve velîlerin kerâmetleri, ölümlerinin ardından da devam eder.6
İnşâallah bir sonraki yazımız
kabir ehlinin kabirlerindeki ibadetleri, kırâatleri ve kerâmetlerinin bazı
örnekleri hakkında olacaktır. Bu vesile ile hepinizi Allâh-u Te‘âlâ’nın
inâyetine ve Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ile dostlarının himmet ve
şefâatlerine emanet ederim.
A.Mahmut Ünlü
- DİPNOTLAR -
1 - (Ebû Dâvûd, no:2515)
2 - (Müslim, no:971, Ebû Dâvûd,
no:3220)
3 - (Ebû Dâvûd, no:1199, İbn-i
Mâce, no:1616, Ahmed ibn-i Hanbel, el-Müsned, 6/58, İbn-i Hibbân, no:3167)
4 - Ahmed ibn-i Hanbel, el-Müsned,
Ahmed Ferîd el-Mezîdî, Keşfü’n-nûr, sh:23
5 - Müslim, 1/218, Tirmizî, 5/64
6 - İmâm-ı Nablûsî, Keşfü’n-nûr an
ashâbi’l-kubûr, sh:19-28
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.