Yaz olması dolayısıyla, ahali ve
talebelerle birlikte Şeyhan Yaylâsına gittiler. Orada, biraderi Molla Abdullah
ile birgün dövüşmüş. Tâgî Medresesi Müderrisi Mehmed Emin Efendi, küçük Said'e,
"Niçin kardeşinin emrinden
çıkıyorsun?" diye işe karışmış. Bulundukları medrese, meşhur Şeyh
Abdurrahman Hazretlerinin olması dolayısıyla, hocasına şu yolda cevap verir:
"Efendim, şu tekkede bulunmak
hasebiyle, siz de benim gibi talebesiniz. Şu halde burada hocalık hakkınız
yoktur" diyerek, gündüz vakti bile herkesin güçlükle geçebileceği cesîm
bir ormandan geceleyin geçerek Nurşin'e gelir.
1
Ciddî bir şevk ile tahsili gözüne
aldı ve bu niyetle nahiyeleri İsparit Ocağı dahilinde bulunan Tağ Köyünde Molla
Mehmed Emin Efendi’nin medresesine gitti. Fakat fazla duramadı. Hâle-i
fıtriyeleri icabı, daima izzetini koruması ve hattâ âmirâne söylenen küçük bir
söze dahi tahammül edememesi; medreseden ayrılmasına sebeb oldu. Tekrar Nurs’a
döndü. Nurs’da ayrıca bir medrese olmadığından dersini büyük biraderinin
haftada bir defa sılaya geldiği günlere hasrederdi. Bir müddet sonra Pirmis
Karyesine, sonra Hîzan şeyhinin yaylasına gitti. Burada da tahakküme
tahammülsüzlüğü, dört talebe ile geçinmemesine sebeb oldu. 2
tahammülsüzlüğü, dört talebe ile geçinmemesine sebeb oldu. 2
(...) Oradan kalkarak meşayih-i
âzam mevkii bulunan Gaydâ kasabasına gelir. Orada dahi arkadaşı Molla Muhammed
Efendi ile döğüşerek, Molla Muhammed’in hançer çekmesi üzerine gözüne iliştiği
baltaya sarılır. O sırada diğer bir talebe başından yaralı düşünce, medrese
hayatını terkle pederleri nezdine gelir. Ve pederlerine:
"Ben artık büyümedikçe okumaya
gitmem. Zira talebeler bütün benden büyüktürler. Onlara gücüm yetinceye kadar
evde kalırım." der. Ve o kış ilkbahara kadar evde kalır. 3
Birkaç gün sonra Vastan kasabasına
gittiyse de, orada tebdil-i hava için ancak bir ay kadar kaldı. Bilâhare, Molla
Mehmed isminde bir zatın refakatinde Erzurum vilâyetine tâbi Bayezid'e hareket
etti. Hakikî tahsiline işte bu tarihte başlar. Bu zamana kadar hep
"Sarf" ve "Nahiv" mebâdileriyle meşgul olmuştu ve "İzhar"a
kadar okumuştu. Bayezid'de Şeyh Muhammed Celâlî Hazretlerinin nezdinde
yaptığı bu hakikî ve ciddî tahsili, üç ay kadar devam etmiştir. Fakat pek
gariptir; zira Şarkî Anadolu usul-ü tedrisiyle, Molla Câmiden nihayete kadar
ikmal-i nüsah etti. Buna da her kitaptan bir veya iki ders, nihayet on ders
tederrüs etmekle muvaffak oldu ve mütebakisini terk eyledi. Hocası Şeyh Mehmed
Celâlî Hazretleri niçin böyle yaptığını sual edince, Molla Said cevaben;
"Bu kadar kitabı okuyup
anlamaya muktedir değilim. Ancak bu kitaplar bir mücevherat kutusudur, anahtarı
sizdedir. Yalnız sizden şu kutuların içinde ne bulunduğunu göstermenizin
istirhamındayım. Yani bu kitapların neden bahsettiklerini anlayayım da,
bilâhare tab'ıma muvafık olanlara çalışırım" demiştir. 4
“Risale-i Nur müellifinin tahsil hayatı
üç aydan başka mevcut olmadığı halde(...)” 5
“(...) Medrese usulünce onbeş sene
ders almakla okunan kitapları Resâil-in-Nur müellifi yalnız üç ayda tahsil
etmiş”6
“Evet o zât (Said Nursî) daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulûm-u evvelîn ve âhîrine ve ledünniyat ve hakaik-ı eşyaya ve esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlâhiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyâya kimse nail olmamıştır.” 7
“(...) alelusûl yirmi sene tahsili lâzım gelen ulûm ve fünunun zübde ve hülâsasını üç ayda tahsil ve ikmal etmiştir.” 8
“Evet, üç aylık bir tahsili bulunan ve kırk seneden beri Kur'an-ı Kerîm’den başka bir kitapla iştigal etmeyen, yüzotuzu Türkçe, onbeşi Arapça olan eserlerini te'lif ederken hiçbir kitaba müracaat etmediği, henüz hayatta olan kâtipleri tarafından şehâdet edilen, esasen kütüphanesi de bulunmayan, yarım ümmî bir zat (...)” 9
Yukarıdaki satırlarda Said
nursinin sadece 3 aylık bir eğitim hayatının olduğu, Hocalarına ve diğer
talebelere karşı saygısızlığını, onbeş senede okunacak kitapları üç ayda
ezberlemek gibi akıl dışı söylemleri en önemliside kesinlikle bir icazeti
olmadığı yani medrese bitirmediği anlaşılmaktadır, peki Said Nursi bu açığını
nasıl kapatacaktır, medrese eğitimi almamış icazetsiz birinin Müslümanlara İmamlık
Hocalık yada Şeyh’lik yapamayacağını biliyordu, onunda çaresini bulmuştur zaten
kalbine gelen ilhamlara, sunuhata, zuhurata göre kitap yazıp hareket ettiği
için İcazet olayınıda maneviyata dayandıracaktır böylece şakirdlerinin gözünü
boyayacaktır.
Mevlana Halid Haretleri’nin (k.s)
Halifesinin torunu Asiye hanım Mevlana Halid Hz’lerinin cübbesini emanet
kalması için Muhammed Feyzi'nin aracılığıyla Said Nursi’ye gönderir , Said
Nursi’ nin eline çok büyük bir fırsat geçmiştir bu Cübbe’yi manevi bir
icazet alma merasimine çevirir, aşağıdaki sözlerinde bunu açıkça görebilirsiniz;
“İkincisi: Eski zamanda, on dört
yaşında iken icâzet almanın alâmeti olan üstad tarafından sarık sardırmak, bir
cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaşımın küçüklüğüyle,
memleketimizde büyük hocalara mahsus kisve giymek yakışmadığı...
Saniyen: O zamanda büyük âlimler,
bana karşı üstadlık vaziyeti değil, ya rakip veyahut teslimiyet derecesine
girdikleri için bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak kendilerine
güvenenler bulunmadı. Ve evliya-yı azimeden dört beş zâtın vefat etmeleri
cihetiyle, elli altı senedir icazetin zahir alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir
üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı bugünlerde, yüz senelik
bir mesafede Hazret-i Mevlânâ Zülcenâheyn Hâlid Ziyâeddin kendi cübbesini, o
cübbeye sarılan bir sarıkla, pek garip bir tarzda bana giydirmek için
gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında
cübbeyi giyiyorum. Cenab-ı Hakka yüz binler şükrediyorum.” 10
(Kendini ulu bir makamda gören Said Nursi o zamanın
bütün Alimlerinin kendisinden düşük yada rakip olduğunu için icazet alamadığını
beyan etmektedir ve kitaplarının bir çok yerinde de kendini ve risalei nuru öven
cümleler yer almaktadır, Kur-an’ı Kerimi hayatı boyunca okuduğunu söyleyen
Said, ayette iblisin kibirlenip Rahmetten kovulduğunu hiç görmemiştir heralde!
Said Nursinin kitaplara aldığı, okuttuğu bu sözler ile Tasavvuf ehlinin sekr
halinde söyleği sözlerle bir alakası yoktur)
Mevlana Halid Hazretleri’nin
cübbesini bir çok Alim giymiştir, Said Nursiden başka kimse bunu manevi bir
icazet saymamıştır.
Sözümün sonu;
1- İlmi eğitim almamış
İcazeti olmayan kişiden Molla-Alim olmaz,
2- Silsilesi Hz
Muhammede (sallallahu aleyhivesellem) ulaşan bir Şeyhe bağlanıp icazet almayan kişiden
Mürşid olmaz,
3- Kamili mükemmil bir
Şeyhin elinin altında nefis terbiyesi yapmamış kişiden Şeyh Mürşid yada Dini
bir lider olmaz,
4- Kişide bu kriterler
olmayıpta kendini Alim-Molla-Mürşid kendisine uyanları Hakka götüreceğini iddia ediyorsa o kişiden
fayda değil zarardan başka hiçbirşey gelmez.
“fefi’l-cenneti hâlidîne” âyetinin sırrıyle, "Risale-i Nur talebeleri, îman ile kabre gireceklerdir" tebşîratının (...)”
Kastamonu Lâhikası, 47
Nur talebelerinin kabre iman ile
gireceğine garanti veren Said için birinin “Said Nursi Mürşidlik yada Şeyhlik
yada kurtarıcı bir Hoca rolünde bulunmadı” demesi gerçeklerle bağdaşmaz.
***
[O mukallidin yüzlerce delili vardır. Yüzlerce laf eder. Ağzından yüzlerce söz çıkar. Fakat söylediği sözler, ruhsuzdur, cansızdır.
Söyleyende can, kudret ve öz olmazsa, onun sözlerinin yaprağı, meyvesi nasıl olur?
Şeriat ve tarikatta taklitçi olan kimseler, Peygamberlerin ve velilerin güzel sözlerinden birçok örnekler vererek, deliller getirerek, güzel konuşur, hoş laf eder. Onları, etrafında bulunanlara açıklar, yorumlar. Fakat dikkat edilecek olursa, onun sözlerinde asla ruh yoktur. O sözler, gönüllerde, ruhlarda iz bırakmaz. Çünkü o sözleri söyleyen, söylediklerini yaşamayan bir taklitçidir. Onun sözleri, gönülleri saf olanları kandırır. Biraz uyanık olan kimseler, o sözlerin ruhsuz, cansız olduğunu, gönülden söylenmediğini anlar, hisseder. Yani o sözler Hakk ehlinin kalbine tesir etmez. Ancak o sözleri söyleyen gibi, taklitçi olanlar, o laflardan hoşlanırlar.Tahir-ül Mevlevî - Şerh-i Mesnevî]
ESK |
Dipnot:
1 Tarihçe-i Hayat, 32, İlk Hayatı.
2 Tarihçe-i Hayat, 31, İlk Hayatı.
3 İctimâi Reçeteler I, 9,
Tarihçe-i Hayat/Latife.
4 Tarihçe-i Hayat, 33-34, İlk
Hayatı.
5 Şuâlar, 434, Ondördüncü
Şua/Bediüzzaman’ın Afyon Mahkemesi Müdafaası ve Mektupları ve Nur Talebelerinin
Afyon Mahkemesinde Yaptıkları Hakikatlı Müdafaalar/Ahmed Feyzi’nin Müdafaasıdır.
Afyon Mahkemesinde Yaptıkları Hakikatlı Müdafaalar/Ahmed Feyzi’nin Müdafaasıdır.
6 Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, 78,
Birinci Şua/İkinci Bir İhtar.
7 Şuâlar, 542, Onbeşinci
Şua/Elhüccetü’z-Zehra/Risa le-i Nur Nedir?/Afyon Hayatı/Risale-i Nur Nedir?
Bediüzzaman Kimdir?
8 Tarihçe-i Hayat, 34, İlk Hayatı.
9 Sözler, 703, Teşrin-i sâni (1950) de Ankara Üniversitesinde (...) bir konferanstır.
10 Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 65
9 Sözler, 703, Teşrin-i sâni (1950) de Ankara Üniversitesinde (...) bir konferanstır.
10 Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 65
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.