selefi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
selefi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2013 Perşembe

İslam Düşmanı Vehhabi'lerin Din tahrifleri



Bid'atçılar, Eş'âri ile diğer İslam âlimlerinin kitaplarına, sayılamayacak kadar çok şeyleri gizlice ilave etmişlerdir. Mesela: İmam İbn Cerir et-Taberi'nin İsrâ/79. ayete yaptığı tefsir yerine kapalı bir ifade kullanarak ondan tecsim anlaşılan bir tabiri sokmuşlardır. Hindistan'da basılmış İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'âri'nin El-İbane adlı eserine, teşbihi [Allahü teâlâyı mahlûkata benzetmeyi] ifade eden şeyleri (1); Kurtubi'nin En'am/18. ayetine yaptığı tefsire ilave yapıp ondan teşbih anlaşılan tabirleri dercetmişlerdir. Mezkur tefsiri mütalaa eden kimse, ibarede çelişki olduğunu anlayacaktır. Teymiyyeciler de, Alusi'nin tefsirine çok şeyler ilave etmişlerdir. Hele kendini meşhur selefi diye lakaplandıran Münir Ağa'nın tabettiği tefsirde... Kendisi birçok kitap tabetmiş ve kitaplarda birçok fâsid yorumlarda bulunmuştur. Alusi'nin tefsirine gizlice soktuğu en önemli ibaresi, Maide/35. ayetin tefsirindedir. Orada söylediği uzun sözü mütalaa eden sonun evvelini nakzettiğini [çeliştiğini] anlar. Teşbih inancını, Seyyid Abdülkadir Geylâni'nin Gunye adlı eserine de gizlice sokmuşlardır.


Ulemanın eserlerinden sözlerini silip, tahrif etmişlerdir. Bu hususta Tacü's-Sübki Tabakat kitabının cerh ve ta'dil kaidesinin altında, Basralı Ahmed b. Salih'in hal tercümesi bahsinde şöyle der: (...) Zamanımızdaki bazı Mücessime taifelerinin durumları o safhaya varmışdır ki, Nevevi'nin Sahih-i Müslim'e yazdığı şerhdeki müteşabih hadisler hakkındaki ibaresini şerhten çıkarıp yazmamışlardır. Zira, Nevevi'nin akidesi Eş'âriye akidesidir. Demek ki, bu kâtip Nevevi'nin inancından hoşlanmayıp müellifin dediğini yazmayı hazmedememiştir. Bence bu, büyük günahlardandır. Çünkü bu durum, şeriatı tahrif etmek, İslam alimlerinin eserlerine ve halkın ellerindeki İslami kitaplara karşı bir itimatsızlıktır ve itimatsızlık kapısını açmaktır. Allahü teâlâ böyle yapanı kötüleyip utandırsın! Öyle yapan kimsenin, Nevevi'nin şerhini yazmaya ve şerhin de ona ihtiyacı yoktu. Burada Tacü's-Sübki'nin dedikleri sona erdi.


Ben de şunu derim ki: Alimlerin eserlerinden sözlerini silme bayrağını bu zamanda elinde tutan kimse Mecelletü'l-Menar'ın sahibidir. Yaptığı hataların bazıları şunlardır: Hocalarımızın hocası olan Muhaddis Falih ez-Zahiri, nakil eylediği (Encehu'l-mesai fi sıfati-yi's-sâmi' ve'l-vâi) adlı eserinin Ahkâmü'l-Mesâcid bahsinde, daha kitabı basılmadan önce, Muğni b. Kudametü'l-Hanbeli'den, ölen ve hayatta kalan evliyâ ve salih zatlardan tevessülün mübah olduğuna dair "İslamiyetin her dört mezheb sahipleri ittifak etmişlerdir" diye nakletmiştir. Bu (el-Menar) kitabını tabedince kitapta yazılı bu nakli yazmayıp içinden çıkardı. Ulemanın kelâmını tahrif etmesi, onlara iftira edip yermesi, kendi arzusuna ve İbni Teymiyyecilerin arzularına uygun olmayan meseleleri ve hadisleri kendi mecellesinde ve yorumlarında tahrif etmesi sayılamayacak kadar çoktur...

[Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.97-98.]

Dipnot
(1) Bu konuda E. Sifil şu tespiti yapmış: "Geçmiş alimlerin birer emanet olarak bizlere bıraktığı eserleri üzerinde kafamıza göre oynamalar yapmak kelimenin tam anlamıyla bir "hıyanet"tir ve bu hıyaneti kim ne maksatla işlemiş olursa olsun, bunu mazur görmek ve göstermek mümkün değildir...Yine benzeri bir tahrif, İmam el-Eş'ârî'nin "el-İbâne"sinde yapılmıştır. Bu eserin dört ayrı yazma nüshası karşılaştırılarak yapılan Dâru'l-Ensâra baskısında Allahü Teâlâ'nın Arş'a istivası meselesinde tenzih akidesine tam anlamıyla uygun tarzdaki bir paragraf, diğer baskılarda görülmemektedir."

islamkalesi.wordpress

11 Mart 2013 Pazartesi

Vehhabi'lerin Putperestlik inançları



Vehhabi'lerin ehli sünnet akidesinin kaynağı olarak inandıkları "Es Sünne" adlı kitaptan alıntılar;

-“İstivâ, oturmaktan başka bir şeyle mi olurmuş?(s.5)

-“Rab Kürsî’ye oturduğu vakit, Kürs’î’nin yeni bir eğerin zırzır diye ses çıkarması gibi ses çıkardığı duyulur.”(s.70)

-“[Allah]Kürsî’de oturduğu vakit kenarında dört parmak yer kalır.”(s.71)

-“Onu, biri adam suretinde bir melek, diğeri arslan suretinde bir melek, diğeri öküz suretinde bir melek, diğeri de kerkenez kuşu suretinde bir meleğin taşıdığı altından bir kürsînin üstünde, yeşil bir bahçede ve altından bir yatak olduğu halde gördü.”(s.35)

-“ ‘Allah Mûsâ aleyhisselâm’a nasıl konuştu?’ ‘Ağız ağıza’ dedi.” (s.64)

-“Benî İsrâîl Mûsâ aleyhisselâm’a, ‘Rabbin sana konuştuğunda sesi yaratılanlardan neye benziyor du’? dediler. O, ‘dönmeyeceği zaman gök gürültüsüne’ dedi.” (s.63)

-“Günün başında müşrikler kalktığı vakit, Rahmân Arşı taşıyanlara ağır geliyordu, tesbîh edenler kalktığında da Arşı taşıyanların yükü hafifletilir.”(s.142)

-“Allah celle celâlühû Tevrât’ı sırtını kayaya dayayarak eliyle dürrden levhalara yazdı, kalemin cızırtısı duyuluyordu. Onunla Allah arasında perdeden başka bir şey yoktu.”(s.67)

-“Allah celle celâlühû eliyle Âdemden başkasına dokunmadı. Onu eliyle yarattı. Cennet’e ve Tevrat’a da dokundu. Tevrat’ı eliyle yazdı. Allah celle celâlühû bir inci tanesini eliyle sert ve düz yaptı ve onda bir dal dikti ve ona ‘benim râzı olmama kadar uza ve iznimle içindekini çıkar’ dedi. O da nehirleri ve meyveleri çıkardı.”(s.68)

-“Bir parçasını ortaya çıkardı”(s.149),

“Diğer eli boştur, onda bir şey yoktur,” “Nihayet elini eline koydu.” (s.164),

“Bir kısmına dokunur”, “donuma tut.” (s.165),

“Nihâyet bir kısmını bir kısmı üzerine koydu.”, “Ve nihâyet ayağına tutar.”(s.167)

-“Allah celle celâlühû dağlara, ‘sizden birinin üzerine ineceğim’ diye vahyetti. Bunun üzerine dağlar uzandılar. Tûr-i Sînâ tevazu edip, ‘benim için bir şey takdîr edildiyse, bana gelir’ dedi. Allah celle celâlühû da ‘tevazuun ve kaderime râzı olman sebebiyle senin üzerine ineceğim’ diye vahyetti.”(s.149)

-“Rabbin yer yüzünde dolanmaya başladı.”(s.156)

-“Sonra yürüyerek bize gelir.”(s.48)

*****
Hayatları boyunca Yüce Allaha değilde hayellerindeki bir yaratığa tapan, onun uğruna Mü'minleri ve insanları katleden vehhabi putperestlerinin Tevhid dedikleri inançları!
Z. Kevseri Hazretlerinin dediği gibi, sözde İmam Ahmed Hazretlerinin oğlu Abdullah'a isnat edilen bu kitap tam bir şirk kitabıdır, takiyye yapmada ve kitapları tahrif etmede bunların şia'lardan hiç bir farkları yoktur.

17 Ocak 2013 Perşembe

Muhammed Zahid el-Kevserî Rahimehullah’a atılan İftiralar



Bazı internet sitelerinde meydanı boş gören cühelâ takımı asrımızın büyük âlimi Muhammed Zahid el-Kevserî rahimehullah’a iftiralar atan yazılar neşrediyorlar. Bu müfteriler/iftiracılar iftiralarını desteklemek için kaynak göstermekten de çekinmiyorlar. “Ne de olsa kimse gidip kaynaklara bakmaz” diye düşünen müfteriler, bakalım yalan ve iftiraları açığa çıkınca ne yapacaklar?

İmam Kevserî’nin yerle bir ettiği son asırdaki mücessime ve müşebbihe artıkları, günümüzde mevcut cehalet ortamından faydalanarak, insanları Kevseri’nin eserlerinden uzak tutmak maksadıyla işbu iftiraları atmaktadırlar. Çünkü Kevseri’nin eserleri çağdaş Mücessime fırkasını son derece rahatsız edici, susturucu ve müdellel bir mahiyete sahiptirler. Önce Arab dünyasından Kevseri’ye dair yazılmış iftira dolu bir yazı, Türkiye’deki Mücessime fırkası mensuplarınca tercüme edilmiş ve birtakım sitelerde neşredilmiştir,[1] bundan sonra da çeşitli internet sitelerinde dolaşır olmuştur. İşte bir internet sitesinde yayınlanan bir yazı ve attığı iftiralara cevaplarımız:

9 Ocak 2013 Çarşamba

İmam Rabbani Hz.; "Allahü teâlâya madde diyen kâfirler..."


Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlâya hamd olsun! Onun sevgili Peygamberine salât ve selâm olsun! İnsanda bulunan bütün kemâller, iyilikler hep (Vücûb) “te’âlet ve tekaddeset” mertebesinden gelmişdir. Onun ilmi, o mertebeden, kudreti de, o mertebenin kudretindendir. Bütün yükseklikler de, hep böyledir. Fekat, her mertebenin kemâli, o mertebeye göredir. İnsanın ilmi, o mukaddes mertebenin ilmine göre, sonsuz var olanla yok olanın karşılaşdırılması gibidir. Bunun gibi, insanın kudreti, gücü, Vâcib-i teâlâ ve tekaddesin kudretine göre, bir üflemesi ile yerleri ve gökleri ve dağları ve denizleri yok eden güc sâhibinin, kendini dokumacı ustası sanan örümcekle karşılaşdırılması gibidir. Bu ikisinden başka olgunlukları da, bunlardan anlamalıdır. Başka kelime bulamadığımız için, bu karşılaşdırmayı yapdık. Yoksa, fârisî mısra’ tercemesi:
Toprak nerede, temiz âlemler nerede?
Bundan anlaşılıyor ki, insandaki kemâller, Vücûb “te’âlet ve tekaddeset” mertebesinin kemâllerinin sûretleri, görüntüleridir. İnsandaki kemâllerin, Vücûb mertebesindeki kemâllere yalnız ismleri benzemekdedir. Bunun içindir ki, hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, Âdemi kendi sûretinde yaratdı) buyuruldu. (Kendini anlayan, Rabbini anlar) sözünün inceliği, buradan anlaşılmakdadır. Çünki insanın nefsinde bulunan herşey, birer sûretdir, görüntüdür. Bu sûretlerin hakîkati, aslı, Vücûb mertebesindedir “te’âlet ve tekaddeset”. İnsanın halîfe olmasının inceliği buradan anlaşılmakdadır. Çünki, birşeyin sûreti, o şeyin halîfesidir. Vekîlidir. Zındıklar ve Allahü teâlâya madde diyen (Mücesseme) kâfirler, burada çok yanıldılar. Allahü teâlâyı insan sûretinde, şeklinde sandılar. Ahmak oldukları için, Allahü teâlânın, insanlarda olduğu gibi organları, duygu âletleri var dediler. Böylece, doğru yoldan sapdılar. Çok kimseleri de sapdırdılar. Allahü teâlânın sûreti ve misli gibi şeyler söylemek, benzeterek anlatmak içindir. Yoksa, benzetilen şeyin kendisidir demek olmadığını anlıyamadılar. Çünki sûretin, görüntünün hakîkati, aslı, parçalardan, zerrelerden meydâna gelen bir toplulukdur. Vücûb mertebesinde ise, böyle şey olamaz. Kadîm olan, sonsuz olan, parçalanamaz, ayrılamaz. Kur’ân-ı kerîmdeki (Müteşâbihât) denilen âyet-i kerîmeler de, böyledir. Bildirdikleri şeylerin kendileri anlaşılmamalıdır. Uygun olan başka şeyler anlaşılmalıdır. Âl-i İmrân sûresi yedinci âyetinde meâlen, (Bu âyet-i kerîmelerin bildirdiklerini yalnız Allahü teâlâ bilir) buyuruldu. Demek ki, müteşâbih olan âyet-i kerîmelerin ne demek olduğunu, ancak Allahü teâlâ bilir. Bu âyet-i kerîme gösteriyor ki, müteşâbih olan âyet-i kerîmeler, gösterdiklerinden başka şeyleri bildirmekdedir. Allahü teâlâ da, bu başka şeyleri bilmekdedir. (Ulemâ-i Râsihîn) denilen derin Ehl-i sünnet âlimlerine de, bu başka bilgiler ihsân olunmuşdur. Bunun gibi, gayb olanları yalnız Allahü teâlâ bilir. Peygamberlerin yükseklerine bu bilgisinden ihsân etmekdedir.
[(Gayb) demek, âyet-i kerîme ile ve hadîs-i şerîfler ile bildirilmemiş olan ve his organları ile, tecribe ve hesâb ile anlaşılamıyan şeyler demekdir].
Müteşâbih olan âyet-i kerîmelere, anlaşılandan başka ma’nâ vermeğe (Te’vîl) denir. Te’vîli yanlış anlamamalıdır. Âyet-i kerîmedeki (El) kelimesine kudret demek ve (Yüz) kelimesine, Allahü teâlânın kendisi demek, te’vîl olmaz. Böyle kelimelerin te’vîli ince, gizli bilgilerdir. Ancak, seçilmişlerin seçilmişlerine bildirilmişdir. 
İmam Rabbani Hazretleri (k.s)/Mektubat 310
 

4 Ocak 2013 Cuma

Fiilleri Allah Yaratır



Kulların yaptığı iyi ve güzel olan fiillere Allah'ın rızan vardır. Fena olan fiillere ise, rızası yoktur.
“Allah kullarının küfrüne razı olmaz.”
Zümer 7

Allahü teala, kullarının iman, küfür, isyan ve ibadet (taat) olan bütün fiillerinin yaratıcısıdır.

Mutezile'nin ve rasyonalistlerin (fiilleri kullar yaratır)dediği gibi, kul; fiillerinin, hareketlerinin yaratıcısı değildir.

Bu iddia sapıklıktır, zira, insan, fiillerinin neticelerini tafsilatıyla bilemez. Bilemediğine göre, fiille­rin yaratıcısı olamaz.

Bu sapık guruba, inançlarında her batıl bozuk mezhepten bir parça bulunan Vehhabi ve Selefiler’de dahildir, onlarda dirilerin kendi fiillerini yapmaya muktedir, vefat etmişlerin ise aciz ve hiçbir şeye güçlerinin yetmeyeceğini söylemişlerdir, bu iddia dirilere bağımsız bir güç vermek yani dirileri birer ilah haline getirmektir asıl şirk budur, oysaki Nebiler hayattayken fiillerini-mucizelerini , Velilerde hayattayken fiillerini-kerametlerini yaratan Allah’tır. Bu Zatlar ve şehitler vefat ettikten sonrada onlardan yardım isteyene yardım etme gücünü veren yine Allah’tır

Ayrıca, bu konuda nakli deliller şunlardır:
“Allah, her şeyi yaratandır...”
Zümer 62

“Sizi de, (elinizle) yapageldiğiniz şeyleri de Allah yaratmıştır.”
Saffat 96

3 Ocak 2013 Perşembe

Hz. Süleymanın bilmediğini vehhabiler selefiler mi biliyor?



Sual: Mahluklardan her şeyi, hatta insanın yapamıyacağı, fakat keramet olarak Allahü teâlânın Evliyasına ihsan ettiği şeyleri istemek caiz midir?

CEVAP
Caiz olduğunu gösteren çeşitli âyet-i kerimeler vardır. Bunlardan biri Neml suresindeki 38. âyet-i kerimedir. Bu âyet-i kerime, Süleyman aleyhisselamın mealen, "Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o Melike'nin tahtını bana getirebilir?" dediğini bildirmektedir. Cemaatin içinde, cin ve insanlar ve şeytanlar da vardı. Cinnin kötü kısımlarından, İfrit, sen yerinden kalkmadan onu getiririm, dedi. Süleyman aleyhisselam bundan daha çabuk gelmesini istiyorum dedi. Süleyman aleyhisselamın katibi olan Asaf bin Berhıya, ben daha çabuk getiririm, dedi. Belkıs’ın kürsisi Yemen’de idi. Süleyman aleyhisselam, Şam’da idi. Arada, [insan yürüyüşü ile], üç aylık yol vardı. Oradan Şam’a yer altından hemen getirdi. Bu kürsi, altın ve kıymetli taşlarla süslü bir kanepe idi. Bu bir keramet idi.

Allahü teâlâ, Velileri için, sevdiği iyi kulları için, âdetinin, kanunlarının dışında olarak keramet vermektedir. Allahü teâlâ, salih kulu olan bir Velisine verdiği kerameti, Kur’an-ı kerimde, överek bildiriyor. Bu kerameti istediği için, Süleyman aleyhisselama darılmıyor. Ben sana şah damarından daha yakın iken, niçin başkasından istedin? İnsanların yapamıyacağı bir şeyi, benden başkasının gücü yetmeyeceği bir şeyi, niçin benden istemedin demedi. Çünkü, Süleyman aleyhisselam, Allahü teâlânın Peygamberi idi. Bu sözün, bu dileğin, sebeplere yapışmak olduğunu ve sebeplere yapışmanın Onun dinine uygun olduğunu biliyordu. Allahü teâlâ, sebeplere yapışmayı emir etmektedir. Resulullahtan ve şehidlerden ve salih kullardan bir şey istemek de, bunun gibidir. Allahü teâlânın onlara ihsan etmiş olduğu kerametlerden faydalanmaktadır. Onlar sebeptir, vasıtadır, vesiledir. Yaratan ve yapan yalnız Allahü teâlâdır. Velilerin kerameti, Peygamberlerin üstünlüklerinden, mucizelerindendir. Veliler, Peygamberlere uydukları için, onların vasıtaları ile kerametlere kavuşmaktadırlar.

Teberrük Caiz'dir



Vehhabilerin üzerinde sıkça durdukları bir diğer konu teberrük meselesidir. Onlar; “nebi, rasul, imam ve evliyanın eşyalarına teberrük etmek şirk’dir ve asla caiz değildir bu amelleri yapan kim olursa olsun müşriktir” derler. Biz inşaallah bu yazımızda bu sapık şirk taifesine Teberrükün caiz olduğuna dair Kur-an ve hadislerden deliller ortaya koyacağız. .

Ayet:
Allah c.c Kur-an'da şöyle bildiriyor:
(Yusuf dedi ki) «Bu gömleğimi götürün, babamın yüzüne bırakın; gözü görür hale gelir. Bütün ailenizi de bana getirin.» Kervan, ayrıldığında, babaları, «Eğer beni bunamış saymazsanız, Yusuf’un kokusunu buluyorum» dedi. Çevresindekiler, «Allah’a yemin ederiz sen, hâlâ eski şaşkınlığındasın» dediler. Müjdeci gelip, gömleği Yakub’un yüzüne bırakınca, hemen gözü görür olarak dönüverdi. Bunun üzerine Yakup, «Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum dememiş miydim?» dedi.
Yusuf  93-96

Her şey apaçık ortada. Allahın iki seçkin kulu, salih kulu, Peygamberi teberrük’ün caiz olduğunu ortaya koymuşlardır, çok merak ediyoruz acaba -haşa- Allahın bu iki Peygamberi neyin caiz olup olmadığını bilmiyorlarmıydı? acaba bu iki Peygamber -haşa- müşrikmi olmuşlardır? SubhanAllah.

Hadis:
Şimdi de Rasulullahın s.a.a teberrüke izin verdiğine dair sahih kaynaklardan haberler aktarıyoruz:
Enes b. Mâlik’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Peygamber s.a.a, şeytanı taşlayınca kurbanını kesti sonra tıraş olmak için berbere başının sağ yanını uzattı kesilen saçı Ebû Talha’ya verdi sonra sol yanını uzatıp tıraş oldu ve kesilen saçını “Müslümanlar arasında dağıt” buyurdu
Müslim, “es Sahih”, Hac kitabı, hadis 323, 324, 325 ve 326
Tirmizi, “Sünen”, Hac kitabı, bölüm 73, hadis 912
Ebu Davud, “Sünen” Hac kitabı, 78-ci bab, hadis 1981

24 Aralık 2012 Pazartesi

Vehhabi Küfrüne ve Safsatalarına Reddiye




1-Allâh’ı (oturmaktan) tenzih etmek.
Allâh ne Arşa ne de Kürsüye oturmaz. Çünkü oturmak insanların sıfatlarındandır.
Yüce Allah Şöyle dedi:
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىءٌ

(O’nun eşi benzeri yoktur)
Eş-Şurâ / 11

Vahhabiler, Allâh’ı insana ve hayvana benzetiyor ve diyorlar ki: “Allâh Kürsüye oturmuştur.”
“Fethul-Mecid “Adlı kitabı, Yazarı Abdurrahmân bin Muhammed bin Abdulvahhâb. S: 256. Darusselam Yayınevi Riyad.

21 Aralık 2012 Cuma

“Tasavvuf şirktir” derler



  • Her sabah namazından 1 saat önce, en az 5 bin kişinin abdestli bir şekilde mescitte hazır olduğu ve teheccüt namazı kıldığı tekkelere ve o tekkenin sofilerine, evlerinde sabah namazına kalkmayanlar “tasavvuf şirktir” derler
  • Geceleri sabahlara kadar günahkârlar için gözyaşı dökerek gözleri kızaran tasavvuf büyüklerine, uzunca uykudan dolayı gözleri kızaranlar “tasavvuf şirktir” derler.
  • İçki içen, kumar oynayan, zina eden ve değişik günahların batağına düşmüşlerin elinden tutup dini öğreten Allah dostlarına,  içki içene, kumar oynayana, zina edene ve değişik günahların batağına düşmüşlere sövenler “tasavvuf şirktir” derler.
  • Bir kere görmekle tüm kötülüklerin bırakılmasına vesile olan veli zatlara, saatlerce nasihat edip de kimsede bir değişiklik göremeyenler “tasavvuf şirktir” derler.
  • Kuran ve sünnetten taviz vermeyen, mekruhlara bile düşmekten haya eden salihlere, farz, vacib, sünneti sadece ezberden okuyanlar “tasavvuf şirktir” derler.
  • Ömrünü tevbe ve niyazla geçirip milyonların tevbesine vesile olan Allah’ın sadık kullarına, günah işlemediğinden tevbe de etmeyenler! “Tasavvuf şirktir” derler.
  • Gece ve gündüz, oturarak, ayakta ve yanı üzere Allah’ı zikredenlere ve insanlara bilmediği zikirleri öğretenlere, malayaniyi pek sevenler “tasavvuf şirktir” derler.
  • Kuran’ı ve hadisi birebir yaşayarak örnek olan lakin pek az konuşan ariflere, dilinde sayısız ayet ve hadis ile saatlerce kendisinin yaşamadığı konuları vaaz edenler “tasavvuf şirktir” derler.
  • Mevlana’ya, Yunus’a ve asrın Mevlanası ve Yunuslarına, evliya ve seyyidlere hürmete kızan fakat kendisini her türlü hürmete layık görenler, onların sözünün dinlenilmesine kızan ama kendisinin her türlü sözünün dinlenilmesini isteyenler “tasavvuf şirktir” derler.
  • Tasavvuf Kuran ve sünneti en içten duygularla yaşamaya çalışmaktır. Tevbe etmek ve dini öğrenmek bu yolun başı, zikir ve tefekkürle ilerlemek bu yolun adabıdır. Bu yolda çok kimseler kötü alışkanlıklarını, çok kimseler kötü ahlaklarını, çok kimseler de hissiz Müslümanlığını terk edip Allah’ı seven ve Allah anılınca kalbi titreyen, Peygambere aşık, müminleri hoş gören, dini yaşamaya çalışan birer Müslüman haline geldiler. Bunun için, tasavvufa, tasavvuf büyükleri olan evliyaya, tasavvufi edeplerden olan rabıtaya, şirktir diyenler diye dursun, tasavvuf kervanı yoluna devam ettiğinden bir gün bu kervanın yolcusu olmak duamız olsun…
tasavvufnedir.com

19 Aralık 2012 Çarşamba

Allah mekandan münezzehtir



Selefi diyor ki:
Mülk suresinin, (Göktekinin sizi yere geçirmesinden, taş yağmuruna tutmasından emin mi oldunuz?) mealindeki 16. ve 17. âyetleri, Allah’ın gökte olduğuna kesin delildir. Bunun için Allah mekandan münezzeh demek yanlıştır.

CEVAP
Bizi yere geçirecek, taş yağmuruna tutabilecek olan elbette Allahü teâlâdır. Ancak burada gökteki ifadesinden oradakinin Allah olduğunu söylemek yanlış olur. Mesela Boğaz köprüsü Demirel’in, Fatih köprüsü ise Özal’ın eseridir cümlesinden, bu köprüleri bizzat yapanların Demirel ve Özal olduğu anlaşılmaz. Başkaları yapmıştır, ama bunlar yaptırdığı için onlara nispet edilmiştir. Canları alan da Allahü teâlâdır. Fakat Azrail aleyhisselam vasıtası ile aldırır. Bize taş yağdıracak olan da Allah’tır. Fakat bunu bir melek vasıtası ile yapar. Bunun için gökteki denmiştir. Yani gökteki görevli melek demektir. İmam-ı Beydavi de, (Sizi yere batıracak veya sizi taş yağmuruna tutacak olan Allah’ın bu âlemin tedbirine vekil ettiği melekten emin misiniz?) diye açıklıyor.

Selefi diyor ki
:
Taha suresinin (Rahman, Arşa istiva etmiştir) mealindeki 5. âyeti de açıkça Allah’ın Arşta oturduğunu göstermektedir. Onda değişiklik olmaz. Hep orada oturur. Selef âlimleri bu âyeti tevil etmemiş, aynen kabul etmiştir. Tevil etmek Kur’ana aykırıdır.

CEVAP
Asıl tevil eden sensin. İstivaya, oturmak anlamı vermek tevildir. Selef âlimleri, (İstiva vardır, keyfiyetini bilemeyiz) buyurmuşlardır. Allah’a oturur demek, onu mahluka, insana benzetmek olur. O hiçbir şeye benzetilemez. Kur’an-ı kerimde, (Onun benzeri hiçbir şey yoktur) buyuruluyor. (Şura 11) [Görüldüğü gibi, onu bir şeye benzetmek bu âyete aykırı bir tevil olur.]
Yine Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Allah Arşa istiva edendir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.) [Hadid 4]

(Doğu da batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır.) [Bekara115]

(Allah her şeyi kuşatmıştır.)
[Nisa 126]

Eğer bu âyetler tevil edilmezse, Allah hem Arşta, hem de her yerde olduğu anlaşılır. Onun için halef âlimler, cahillerin yanlış anlamaması için tevil etmek zorunda kalmışlardır.

Selefi diyor ki:

(Allah göktedir, Allah yer semasına inip kulların amelini seyreder)
hadislerine ne diyeceksiniz? Bu hadisler açıkça Allah’ın gökte olduğunu göstermiyor mu?

CEVAP
Yukarıdaki sözlerinle bu, tezat [çelişki] içindedir. Allah Arşta ise gökte olmaz. Sonra gök bir tane değildir. Kur’an-ı kerimde göklerin yedi kat olduğu bildirilir. Birinci kat, ikinci katın yanında nokta kadardır. İkinci kat, üçüncü katın yanında da böyledir. Her kat böyledir. En üstünde Arş vardır.
Ehl-i sünnet âlimleri, istivayı, Allah Arşa hükmeder diye açıklamışlardır. Peki Allah Arşın hakimi de göklerin ve yerin hakimi değil midir? Hepsine hükmetmez mi? Niye sadece Arşa istiva etti denmiştir de, göklere de istiva etti denmemiştir? Bunu bir örnekle açıklarsak kolay anlaşılır. Türkiye başbakandan sorulur demek, İstanbul, İzmir sorulmaz demek değildir. İstanbul, valinin elinde denince, ayrıca Beşiktaş ve Fatih’i de söylemek gerekmez. Arş da, yer ve göklerden büyük olduğu için sadece Arş denmiştir. Ancak yine cahiller yanlış anlamasın diye hepsi de bildirilerek şöyle buyurulmuştur:
(Göklerin, yerin ve Arşın Rabbi olan Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.) [Zuhruf 82]

Allah Teala’ya mekan iddia eden kafir olur



Değerli kardeşlerimiz, Ehli Sünnet nezdinde vehhabilerin batıl inançlarını ve mühalif görüşlerini belgelemeye devam ediyoruz.

[ESK:Önce Allahu Teala’ ya mekan isnad eden İbni Teymiyye’den bir örnek verelim;
“Allahü teâlâya bir had (ölçü) olup, ondan başkası miktarını bilmiyor. Haddinin sonu tasav­vur edilmesi hiçbir kimseye caiz değildir. Ama haddi olduğuna ina­nacak ve hakkındaki bilgiyi Allahü teâlâya havale edecektir. Allah'ın mekanı için de had vardır. Allah Arş'ının üzerinde, göklerin üstündedir. İşte bu iki durum, O'nun iki haddidir (sınırıdır).”
İbni Teymiyye/Minhacu's-Sünne cilt 2, sayfa 29]

***

Yukarıda gördüğünüz resimdeki sayfa Şeyh Nizam tarafından derlenen 500 den fazla Hindistan bölgesindeki (Pakistan, Bangaledeş, Hindistan) Hanefi Alimlerinin fetvalarının toplandığı “Fetavai Hindiyye” kitabının 787. sayfasıdır. Bu sayfada şu fetvalar yer almakta:

* Allahu Teâlâ için, mekân iddia eden kimse kâfir olur.
* “Allahın olmadığı, boş bir yer yoktur.” diyen kimse, kâfir olur.
* “Allahu Teâlâ, gökte.” diyen kimse; bununla, açık haberle de gelen hikâyeyi kasdediyorsa kâfir olmaz.Fakat, bu sözü ile, mekân kasdediyorsa; o zaman kafir olur. Bu şahsın, bir niyyeti yoksa; âlimlerin ekserisine göre, kâfir olur. Esahh olan da budur. Fetva da buna göredir.
* “Allahu Teâlâ, insaf için oturuyor.” diyen kimse, kâfir olur.
* Allahu Teâlâ’yı, “yukarıda”, “aşağıda” diye vasıflandıran kimse, kâfir olur. Bahru’r-Râık’ta da böyledir.
* Bir kimse: “Benim, gökte ilâhım; yerde filanım var.” dese; kâfir olur. Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.
* Bir kimse: “Allah, semâdan bakıyor.” veya “görüyor.” yahut, “…Arştan, bakıp görüyor.” demiş olsa; bu söz, çoğunluğa göre, küfürdür.

Fetavai Hindiyye s787 / Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/312-319.

Not: Bu kitabın orjinali Farsça(o zamanlar Hindistan bölgeleri İran sınırları içindeydi) Fetavai-e Alamgiri 1707 de vefat eden Sultan Aurangzeb tarafindan Hanefi Alimlerinin fetvaları toplanarak sadeleştirildi. Bunlar hızla “Fetavai Hindiyye” adı altında Arapçaya çevrildi.

http://islamkalesi.wordpress.com

Vehhabiler Kitapları Tahrif Ediyor!



Değerli okuyucularımız vehhabiler yine bir tahrifle ehli sünnete darbe indirmeye çalışmaktadırlar.Biz onların yaptığı tahrifleri belgeleriyle sizinle paylaşmaya devam ediyoruz.

Gördüğünüz soldaki resim Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretlerinin “El-Gunye li-talibi tarikil-hak” adlı kitabının ehli sünnet neşriyyatı Tamir İnsaniyat neşriyyatı tarafindan Pakistanda neşr olunmuş kitabıdır. Kitabın 392. sayfasında Abdülkadir Geylani Hazretleri Teravih namazını 20 rekat olarak bildiriyor.

Sağdaki resim ise Mektebi suudiyye adlı vehhabi neşriyyatı tarafından Pakistanda neşr edilmiş “El-Gunye li-talibi tarikil-hak” kitabıdır.Kitabın 591. sayfasinda teravih namazı 11 rekat olarak(vitirde dahil olmakla 8+3) gösterilmektedir.
Kitapları tahrif ederek kendi sapık fikirlerini yaymaya çalışan vehhabiler kendi iç yüzlerini göstermeye devam ediyorlar..

Konumuzu bir hadisle bitirelim;
İbni Abbas hazretleri bildiriyor ki; Resulullah, yatsıdan sonra, vitirden önce, 20 rekat namaz kıldıktan sonra, “Ramazanda 20 rekat teravih namazı kılanın yirmi bin günahı affolur” buyurdu. (İ.E. Şeybe)

Teravihin yirmi rekat olduğuna inanmayanın sapık olduğu (Nur-ül-izah) şerhinde de yazılıdır.

www.islamkalesi.wordpress.com

[ESK:İlimleri yalan ve inkardan ibaret olan vehhabilerin tutunacak dalları olmadığı için çareyi kitapları değiştirmekte buluyorlar ama bilmiyolarki bu lanetlik işleri kendilerine hiçbir fayda sağlamayacak]

18 Aralık 2012 Salı

Rabıta İnkârcılarına Cevap


اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ
Bundan Sonra…
Şübhesiz ki Râbıta’nın taraftarları olduğu gibi, inkârcıları da vardır. Biz İnşâallah bu makalemizde, taraftarların müminler ve âlimleri, muârızların ise cühelâ sürüsü olduğunu göstereceğiz. Meselemizi bi iznillâh üç Fasıl ve bir Netîce ile açıklığa kavuşturmaya çalışacağız: Birinci Fasıl Râbıta Taraftârı Olan Âlimlerden Bir Kısmı ve Söyledik- lerinden Bir Nebze, İkinci Fasıl Râbıta’yı Reddeden Âlim Var mıdır?, Üçüncü Fasıl Râbıta Hakkında İleri SürülenBazı Şeytânî Şübheler ve Vesveseler, Netîce de bu husustaki sözümüzün hulâsası hakkında olacaktır. Tevfîk sadece Allah celle celâlühû’dandır.

17 Aralık 2012 Pazartesi

Kendini Alim Sanan Bir Cahil; Nâsıruddîn el-Albânî



Abdülazîz Uyûnu's-Sûd hocamız (Rahmetullahi Aleyh) anlatmıştı.

Ben bizzat kendisinden dinledim. Hocamız evinin hemen bitişiğine yaptırdığı mescidinde oturmuş öğle namazını bekliyormuş. O arada başka biri daha gelmiş. Namaz vakti girince mü ezzin ezana başlamış, "Allahu Ekberallahu Ekber" diye okumuş. (Yani geçişte “Ekber”in ra’sını fetha okumuş).
Diğer adam hemen müdahale etmiş;
"Ezanı yanlış okuyorsun. Bid‘at işliyorsun" diyerek müezzine çıkışmış.
Abdülazîz Uyûnu's-Sûd hoca (rh. a);
 "Yanlış ve bid‘at olan nedir?" demiş.
Müezzin ezanı yine aynı şekilde yeniden okumaya başlamış.
Adam tekrar itiraz etmiş…
Hoca yine aynı soruyu sormuş: "Yanlış olan nedir? Neresi bid‘at?"…
Bunun üzerine adam,
"Bu,Sahîh-i Müslim'deki hadise ters" demiş.
Hoca, Sahîh-i Müslim'deki hadis-i şerifte nasıldır? deyince adam; “Allahu Ekberu, Allahu Ekberu” şeklindedir, demiş.
Hoca, "Sahih-i Müslim'i hocalarınızdan ve hocalarınızın hocalarından başlayarak İmam Müslim'e kadar giden bir silsileden aktararak mı bu zabtı yapıyorsunuz yoksa bu, "matbaa zabtı" mıdır?" deyince adam susmuş. Namaz bittikten sonra Hocaya o kişinin
NASURİDDİN EL-ELBANİ olduğunu söylemişler.

Şimdi bu adam İslam dünyasındaki o şöhretine ve hadis ilminde müctehid imam (!) olduğu söylenmesine rağmen matbaa zabtına itimad edip rivayeti ve önemini idrak etmemişse ona tâbi olan yeni yetmelerin halini düşünün artık!..

İsrail dostu vehhabiler....!

Sevgili okuyucularımız, gerçekte vehhabiliğin İslamın kalbine saplanmış bir hançer olduğunu, kimlerin eliyle hangi maksatlar için kullanıldığını tüm delilleriyle paylaşmağa devam ediyoruz. Vehhabi El-Albanin fetvalarının toplandığı "Fetavai El-Albani" kitabının 18. sayfasında aynen şöyle söylüyor:
"Darul Harp olduğu için Filistinliler Filistini terk etmelidir.Filistinlilerin Filistinde kalmasi küfrdür".
7/7/93 tarihli "El-Liva" isimli gazeteye verdiği röpörtajda Filistinliler nereye gitmeli diye sorulduğunda;
“Sudana gitsinler Sudan onları kabul eder” diye cevap vermişti..

Filistinin özgürlük mücadelesine kendi çirkinliklerini bulaştırarak onlara manevi darbe vurmaya çalışan vehhabi zihniyyetinin gerçekte kimlere hizmet etdiğini kendi dilleri ile beyan etmekdedirler. Haritaya baktığınızda İsrailin arkasinda Amerikayı değil Suudi Arabistanı görürsünüz...

Redd-ül-Vehhabiyye

Albani Kimdir?



Yazan: Dr. Cibril Fuad Haddad
Tercüme: Murat Yazıcı
[Not: Köşeli parantez içindeki notlar mütercim tarafından eklenmiştir.]


Nâsıruddîn el-Albânî günümüz Vehhabî ve “Selefîleri” arasında en önde gelen bir bid’atçı ve reformcudur. Meslek olarak saat tamircisidir. Kendi kendisini eğiterek [sadece kitap okuyarak] hadîs âlimi olmak iddiasında olan bir kişidir. İslâmî ilimlerden herhangi birinde bir hocası [ve icazeti] yoktur. Kur’an-ı kerimi veya herhangi bir hadîs, fıkıh, akaid, üsûl veya imlâ kitabını ezberlemediğini itiraf etmiştir. Büyük Ehl-i sünnet âlimlerine hücum ederek ve fıkıh ilmini aşağılayarak meşhur olmuştur. Bilhassa, bir Hanefi fıkıhçısı olan babasının mezhebine karşı kötü niyet sergilemiştir.

Allahü teâlânın dostlarına ve tasavvuf ehline karşı aşırı saygısızdır. Önce Suriye’den, sonra Suudi Arabistan’dan çıkarılmış, 1999’da ölene kadar Amman-Ürdün’de ev hapsi altında yaşamıştır. Bid’atçıların, kendilerine has yeni yollar tutan reformcuların ve “Selefî” ve Vehhabî sempatizanlarının kıblesi olmaya devam etmektedir. Kitap tüccarlarının ve birçok eğitimsiz Müslümanın tercih ettiği bir yazardır.

Çağımız Sünnî âlimlerinin ekserisi onun sapıklıkları hakkında ikazlarda bulunmuş ve birçokları onu reddeden makaleler veya kitaplar yazmışlardır.
Bunlardan bazıları şunlardır:

İbni Kesir; Kim Allah'ı O'nun yarattığı şeylere benzetirse kâfir olur



"Sonra Arş'a istivâ eden Allah'tır" sözü hakkında, insanlar bir çok sözler söylemişlerdir ki; burasıbunların genişçe anlatılacağı yer değildir. Ancak bu konuda Mâlik, Evzaî, Sevrî, Leys b. Sa'd, Şafiî, Ahmed İbn Hanbel, İshâk İbn Rahûyeh ve eski, yeni diğer müslüman imamlardan Selef-i Sâlihînin yoluna girilmelidir. Bu yol, bu âyetin keyfiyyeti araştırılmadan teşbihe ve iptâle gidilmeden geldiği (inzal olunduğu) gibi kabul edilmesidir.
Müşebbihe'nin zihinlerine hemen geliveren zahir mânâ; Allah için mümkün değildir. Zîrâ yaratıklarından hiçbir şey Allah'a benzemez. «O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. Ve O, Semî'dir, Basîr'dir.» (Şûra, 11). Bilakis durum; imamların (ki Buhârî'nin şeyhi Nuaym b. Hammâd el-Huzâî bunlardandır)söylediği gibidir:
Kim Allah'ı O'nun yarattığı şeylere benzetirse; kâfir olur. Kim Allah'ın kendi nefsini nitelediği şeyi inkâr ederse; kâfir olur. Ne Allah'ın ve ne de Rasûlünün Allah'ı nitelemelerinde bir teşbîh (benzetme) yoktur.
Kim Allah Teâlâ için açık âyetlerde ve sıhhatli haberlerde vârid olan şeyleri Allah'ın Celâl'ine uygun bir şekilde sabit kabul eder ve Allah Teâlâ'dan eksiklikleri nefyederse; işte o, hidâyet yoluna girmiştir.
İmam Hafız İbn Kesîr (rahimehullah) / et-Tefsîrul-Kurânil-azîm - Araf Suresi 54. ayet

"Gavs-Kutup-Ebdal yoktur" diyen Allah düşmanlarına Cevap



Şu aptal vezninde olan (abdal) değil de, ensâr kalıbındaki (Ebdâl) hadîsleri hakkında söylenenleri bir bir ortaya koyarak eleştiriye tâbi tutsaydınız ya? Büyük bir Muhaddis ve Müctehid olan Ahmed İbnü Hanbel’in -kuvvetli görüşe göre- makbûl bulduğu ve eserine koyduğu bir rivâyete birilerinin büyüklüğüne güvenerek i'timâd etmesi, sizin mesnedsiz ve körü körüne inkârınızdan daha mı az entelektüel bir tavır ve donanımdır?
Evet, şu hadîsler hakkında İmâm Hâfız Süyûtî, Allâme Fakîh İbnü Âbidîn ve başkalarının müstakil birer eseri, Hâfız Zebîdî’nin de İthâf’daki uzunca tahrîc ve ma’lûmatı bulunmasının yanında, hadîs âlimlerinin başka ince eleyip sık dokumaları da vardır. Ama sizin işiniz ilmî bir tenkîd değil, hezeyân eksenli gelişi güzel bir şübhe uyandırma ameliyesinden ibâret…

Tevessül Himmet Vesile



Allah’u Teâlâ Hazretlerine vesile aramak, vesile edinmek yani tevessül ile ilgili özellikle münkirler tarafından birçok yazı kaleme alınıyor. Vesile edinmeyi, vesile edrek dua etmeyi, himmet istemeyi inkar ediyor ve şirk olarak kabul ediyorlar. Hatta bazıları: “Allah’ım şu iyi kulun hürmetine bana ver dersen, sanane benim o kulumdan cevabıyla karşılaşabilirsin” gibi akla ziyan sözlerle iddialarını savunmaktadırlar. Bu yazımızda Peygamberleri, evliyaları vesile edinmenin nakli ve akli delillerini sizlerle paylaşacağız. Böylelikle münkirlerin ağızlarına mühür vururken bizimde inancımız kuvvetlenecek.

Tevessül Hadisleri



Bu hadîslerden birisi İmâm Buhârî’nin el-İstiskâ(Bâbı’n)’da rivâyet etmiş olduğu hadîstir. Öyle ki, Sahîh’inde şöyle demiştir:
‘Bana Hasan İbnu Muhammed rivâyet etti (dedi). (O), bize Muhammed el-Ensârî rivâyet etti, dedi. (O), bana babam Abdullah İbnu Müsennâ, Sümâme İbnu Abdillâh İbni Enes’den, (O), Enes’den şöyle rivâyet etti (dedi):
Ömer İbnu’l-Hattâb radıyellâhu anhu kıtlığa ma’rûz kaldıkları zaman Abbâs İbnu Abdilmuttalib ile istiskâ etti ve şöyle dedi:
“Ey Allah’ım!... Şübhe yoktur ki, biz Sana Nebîmiz sallellâhu aleyhi ve sellem ile tevessül eder ve sen bize yağmur yağdırırdın. Ve şübhe yoktur ki, (şimdi) biz sana Nebîmizin amcasıyla tevessül ediyoruz. Bize yağmur yağdır. (Râvî Enes) onlara derhal yağmur yağdırıldı, dedi.”
Buhârî (1010,3710), İbnu Hibbân (2561)

İbn Hacer(Rahîmehûllah), Fethu’l-Bârî’de şöyle diyor: Hz. Ömer radıyellâhu anhu'nun (Abbas’la tevessül ettikleri)ne dâir olan sözünde, onların Hz. Ömer radıyellâhu anhu'dan kendileri için Hz. Abbas radıyellâhu anhu'dan yağmur duâsı istemesi ma'nâsının olduğuna delâlet yoktur. Zîrâ, iki hâlde de (bu sözde) Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den şefâat dileyerek, Allah celle celâlü-hû'dan yağmur istemeleri ihtimâli vardır.
İki hadîs Hâfızı İbn-i Hacer ve İbn-i Rüşeyd’in şu sözleri, O'nunla tevessül etmek demek, O'ndan duâ istemektir, diyerek vehimlere dalanların vehimleri(nin asılsız oldukları) hakkında hükmünü vermektedir. Tevessül ile duânın ne alâkası vardır?!.. Evet, bazen vesîle edinilen kimse, vesîle eden için duâ da eder. Ancak, bu, tevessülün ne Şer’an ne de lüğat olarak gösterdiği bir ma'nâ değildir.
Zahîd el-Kevserî(Rahîmehûllah)

***

Allah’a Yalan İftirâ Eden Koca Zâlimler




Tevessül ve İstiğaseyi şirk kabûl eden câhil ve gerizekalılar, “Bu sizin ma'ziretiniz müşriklerin putlara ibâdet ederken ileri sürdükleri ma'ziretlerin ta kendisidir. Onlar da, biz putlara bizi Allah’a celle celâluhu iyice yaklaştırmaları için ibâdet ediyoruz, diyorlardı. Putların birşeyi yarattıklarına inanmıyorlardı. Aksine, yaratılanları, yaratanın, Allah celle celâluhu olduğuna inanırlardı. Bunun böyle olduğunu yemin olsun ki şâyet onlara gökleri ve yeri kimin yarattığını, güneşi ve ayı kimin (yaratılanların istifâdesine) musahhar kıldığını soracak olursan, elbette kesinlikle Allah yarattı, diyeceklerdir[Ankebût: 61, 63]ile ‘yemin olsun ki şâyet onlara, gökleri ve yeri kimin yarattığını soracak olursan, elbette kesinlikle Allah yarattı’ diyeceklerdir[Lukmân: 25] âyetleri gösteriyor” diyorlar.

Bu zavallıların şu şeytânî kıyâsları birçok yönü ile bâtıldır, asılsızdır; şöyle ki,