27 Aralık 2012 Perşembe

"Said Nursi Peygamber soyundan geliyor." iddiası!


Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Said- i Nursi ile ilgili bir basın toplantı düzenledi. Said'i Nursi'nin anne ve baba tarafından peygamber soyundan geldiğini iddia eden Akgündüz, bu iddiaya dayanak olarak elindeki belgeleri de örnek gösterdi.

" Anne Tarafından Şerif, Baba Tarafından Seyyid " (!)
Düzenlenen basın toplantısında konuşan Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Devleti'nin Yıldırım Beyazıt'tan beri Hz. Muhammed'in soyundan gelen aile üyelerini tespit etmek için ayrı bir bakanlık kurduğunu belirtti. Bakanlığın adının Nakibül Eşraflık olduğunu söyleyen Akgündüz, " Bütün ülkenin 36 büyük eyaletinde ve vilayet merkezlerinde Nakibül Eşraf isimli bölge müdürleri tayin etmiştir " dedi. Osmanlı Devleti'nin peygamberin soyundan gelenler için özel bir terminoloji geliştirdiğini de ifade eden Akgündüz, " Hz. Peygamberin nesli Hz. Ali ve onun hanımı Peygamberimizin kızı Hz. Fatma ile yoluyla devam etmiştir. İki tane oğlu vardır. Birisi Hz. Hasan diğeri de Hz. Hüseyindir. Osmanlı Devleti kayıt tutarken Hz. Hasan'ın neslinden gelenlere 'Şerif ' demiştir ve bunun çoğulu eşraftır. İkinci grup ise, Hz. Hüseyin'in neslinden gelenlerdir. Onlara Osmanlı Devleti ' Seyyid ' demiştir. Ama halk arasında hem Hz. Hasan hem de Hz. Hüseyin neslinden gelenlere ' Seyyid' dendiğini açıkça ifade etmemiz lazım " diye konuştu. Akgündüz " İster Osmanlı arşivlerindeki tapu tahrir defterleri başta olmak üzere bütün kaynaklar, ister Osmanlı'nın sicil arşivlerinde yaptığımız bütün araştırmalar, ister şeriye sicilleri, ister Bediüzzaman'ın doğduğu köyler ve mezar taşları ve kabirler üzerine yaptığımız araştırmalar ve neticede arşiv belgelerinin bize gösterdiği yol doğrultusunda, ulaştığımız Musul'daki arşivler Bediüzzaman'ın baba tarafından Abdülkadir Geylani'nin torunu Hz. Hasan'ın neslinden ve Şerif olduğunu ortaya çıkarmıştır " diye konuştu. "Diğer taraftan annesi Nuriye Hanım'ın ise, Hz. Hüseyin'in neslinden ve Seyyid olduğu ortaya çıkmıştır. Bunu Osmanlı arşivlerindeki belgelerin tamamı desteklemektedir " dedi. Akgündüz Said- i Nursi'nin anne ve baba tarafından seceresini de bir slayt gösterisiyle anlattı.

" 35 Yıllık Bir Gayretin Sonucudur "
Bu iddiada kaynağının ne olduğu konusunda da konuşan Akgündüz " Cevabım çok açık. 35 yıllık bir gayretin sonucudur. Bediüzzaman'ın bütün şeceresinin Musul'da oduğunu Osmanlı arşivlerindeki belgelerden ortaya çıkardık " diye konuştu. En önemli belgenin Dr. Mahmud Said tarafından Musul'dan getirildiğini söyleyen Akgündüz, " Bu belge, Bediüzzaman'ın baba tarafından sülalesi olan, Hiyali Seyyidlerinin reisi Hamed Seyyid tarafından 1935 yılında hazırlanmış ve Nakibül Eşraf'a tasdik ettirilmiştir " şeklinde konuştu. Belgelerin elinde olduğunu da söyleyen Akgündüz, " Bütün şecerenin orijinalleri elimizdedir " dedi. Elindeki belgeyi gösteren Akgündüz, belgeyi arşiv uzmanlarına incelletiklerini ve uzmanların belgenin 80 - 100 yıllık olduğunu söylediğini iddia etti. Akgündüz, " Bütün kayıtlar ve ispatların tamamı elimizde " şeklinde konuştu.

***

Kalbine gelen ilham ve sunuhatları şer-i delil sayan, iradesi dışı kitaplar yazdığını söyleyen Ehli sünnet inancından sapan Said Nursi’yi onlarca bozuk itikadına rağmen zorlama yorumlar, uydurma hatıralar, uydurma şahitler ve yeni nesil hocaların delil diye yamadığı alakasız şeylerle o nu yüceltme çabaları son hızla devam ediyor,

Said Nursi risalei Nurun bir yerinde hem Seyyid olduğunu bilmediği hemde menevi olarak kendini ehli beyt'ten (1) saydığını söylemiştir. Saidin bu hayellerini şakirdleri uydurma bir cifr hesabıyla güyya desteklemeye çalışmıştı(Maidetül Kur'an), bununlada yetinmeyen Nurcular anlaşılan şimdi işi tamamen kan bağına taşımak üzereler!

Her yeni basımla Risalei Nur’larda değişiklikler yapılmaktadır (ki Said Nursi Risalei Nurun bir harfine dokunmanın günah olduğu fetvasını vermişken 2) ,yaptıkları değişiklikler yetmediği için galiba onu yüceltmek için birde Seyyidlik ‘lik verecekler halbuki düne kadar babasının İran’dan geldiği bilinmekteydi!

Dipnot:
1- Emirdağ Lâhikası I, 262, Yirmiyedinci Mektuptan

26 Aralık 2012 Çarşamba

Said Nursi'nin Hayali İcazeti



Yaz olması dolayısıyla, ahali ve talebelerle birlikte Şeyhan Yaylâsına gittiler. Orada, biraderi Molla Abdullah ile birgün dövüşmüş. Tâgî Medresesi Müderrisi Mehmed Emin Efendi, küçük Said'e,
"Niçin kardeşinin emrinden çıkıyorsun?" diye işe karışmış. Bulundukları medrese, meşhur Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin olması dolayısıyla, hocasına şu yolda cevap verir:
"Efendim, şu tekkede bulunmak hasebiyle, siz de benim gibi talebesiniz. Şu halde burada hocalık hakkınız yoktur" diyerek, gündüz vakti bile herkesin güçlükle geçebileceği cesîm bir ormandan geceleyin geçerek Nurşin'e gelir. 1

25 Aralık 2012 Salı

Veli Alim, Alim'de Veli Değilmidir?


Soru: "Neden Mevlana, Bâyezid-i Bistâmî, Cüneyd-i Bağdâdî, Bişr el Hafî, Yunus Emre, İbrahim b. Edhem, İbrahim Havvas v.s. zevat-ı aliyeye evliya deniyor da alim denmiyor? Bu zatlar fıkıh bilmiyor mu, müçtehit değil mi, medrese tahsili almamışlar mı, tefsir, hadis bilmiyorlar mı? Neden bir hüküm beyan edilirken "Gazalî şöyle dedi, Merginanî'de böyledir, Suyutî'de şöyledir" v.s. deniyor da, "Mevlana veya Yunus vesaire şöyle buyurmuş" denmiyor? Said bin Müseyyeb ve Hasenul Basrî, sanırım ikisi de tabiin; Veysel Karanî de tabiin aynı şekilde. Neden bir hükümde "Basrî ve Said b. Müseyyeb şöyle buyurdu" deniyor da "Veysel Karanî şöyle buyurdu" denmiyor? İşte ben bunu anlamıyorum. Veysel Karanî alim değil miydi, fıkhı, hadisi, ayeti bilmez miydi?

"Öte yandan neden Ebu Hanife, Şafiî, Malik, Şa'bî, Suyutî, Kasanî, Kurtubî, Merginanî, İbn-i Abidiyn için alim deniyor da, evliya tabir edilmiyor? Bunlar öncekiler gibi ehl-i hal değil miydi, tasavvuf bilmezler miydi, ehl-i takva değiller miydi, veli olmamışlar mıydı? Sadece hüküm beyan edilirken "şöyle dedi, böyle dedi..." tamam, amenna. Lakin bunlar ilk saydığım zevat gibi ehl-i takva değil, ilk zevat da sonraki saydıklarım gibi alim, bilgili değil desek olur mu? Bu ayırımın sebebi nedir? Biri veli, diğeri alim?"

24 Aralık 2012 Pazartesi

Vehhabi Küfrüne ve Safsatalarına Reddiye




1-Allâh’ı (oturmaktan) tenzih etmek.
Allâh ne Arşa ne de Kürsüye oturmaz. Çünkü oturmak insanların sıfatlarındandır.
Yüce Allah Şöyle dedi:
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىءٌ

(O’nun eşi benzeri yoktur)
Eş-Şurâ / 11

Vahhabiler, Allâh’ı insana ve hayvana benzetiyor ve diyorlar ki: “Allâh Kürsüye oturmuştur.”
“Fethul-Mecid “Adlı kitabı, Yazarı Abdurrahmân bin Muhammed bin Abdulvahhâb. S: 256. Darusselam Yayınevi Riyad.

21 Aralık 2012 Cuma

“Tasavvuf şirktir” derler



  • Her sabah namazından 1 saat önce, en az 5 bin kişinin abdestli bir şekilde mescitte hazır olduğu ve teheccüt namazı kıldığı tekkelere ve o tekkenin sofilerine, evlerinde sabah namazına kalkmayanlar “tasavvuf şirktir” derler
  • Geceleri sabahlara kadar günahkârlar için gözyaşı dökerek gözleri kızaran tasavvuf büyüklerine, uzunca uykudan dolayı gözleri kızaranlar “tasavvuf şirktir” derler.
  • İçki içen, kumar oynayan, zina eden ve değişik günahların batağına düşmüşlerin elinden tutup dini öğreten Allah dostlarına,  içki içene, kumar oynayana, zina edene ve değişik günahların batağına düşmüşlere sövenler “tasavvuf şirktir” derler.
  • Bir kere görmekle tüm kötülüklerin bırakılmasına vesile olan veli zatlara, saatlerce nasihat edip de kimsede bir değişiklik göremeyenler “tasavvuf şirktir” derler.
  • Kuran ve sünnetten taviz vermeyen, mekruhlara bile düşmekten haya eden salihlere, farz, vacib, sünneti sadece ezberden okuyanlar “tasavvuf şirktir” derler.
  • Ömrünü tevbe ve niyazla geçirip milyonların tevbesine vesile olan Allah’ın sadık kullarına, günah işlemediğinden tevbe de etmeyenler! “Tasavvuf şirktir” derler.
  • Gece ve gündüz, oturarak, ayakta ve yanı üzere Allah’ı zikredenlere ve insanlara bilmediği zikirleri öğretenlere, malayaniyi pek sevenler “tasavvuf şirktir” derler.
  • Kuran’ı ve hadisi birebir yaşayarak örnek olan lakin pek az konuşan ariflere, dilinde sayısız ayet ve hadis ile saatlerce kendisinin yaşamadığı konuları vaaz edenler “tasavvuf şirktir” derler.
  • Mevlana’ya, Yunus’a ve asrın Mevlanası ve Yunuslarına, evliya ve seyyidlere hürmete kızan fakat kendisini her türlü hürmete layık görenler, onların sözünün dinlenilmesine kızan ama kendisinin her türlü sözünün dinlenilmesini isteyenler “tasavvuf şirktir” derler.
  • Tasavvuf Kuran ve sünneti en içten duygularla yaşamaya çalışmaktır. Tevbe etmek ve dini öğrenmek bu yolun başı, zikir ve tefekkürle ilerlemek bu yolun adabıdır. Bu yolda çok kimseler kötü alışkanlıklarını, çok kimseler kötü ahlaklarını, çok kimseler de hissiz Müslümanlığını terk edip Allah’ı seven ve Allah anılınca kalbi titreyen, Peygambere aşık, müminleri hoş gören, dini yaşamaya çalışan birer Müslüman haline geldiler. Bunun için, tasavvufa, tasavvuf büyükleri olan evliyaya, tasavvufi edeplerden olan rabıtaya, şirktir diyenler diye dursun, tasavvuf kervanı yoluna devam ettiğinden bir gün bu kervanın yolcusu olmak duamız olsun…
tasavvufnedir.com

20 Aralık 2012 Perşembe

Hangi Yılbaşı?



Müslüman!...
Önünde, seninle alakası olmayan bir bayram var: Hıristiyanların dînî bayramı “yılbaşı”…
Kişiliğini ve dinini, daha açığı, bütün mukaddeslerini ve değerlerini bir yana iterek, bir Müslüman olmana rağmen, “yılbaşını” sende mi kutlayacaksın?!... Kendini Hıristiyanlara benzetecek, hindi kesecek, çam devirecek, yılbaşı tebrikleri, yeni yıl kutlamaları ve sâir senin dininde bulunmayan ve onunla bağdaşmayan, insanlıkla da hiçbir alakası olmayan saçmalıklara sen de mi bulaşacaksın? “Buna dinim ne der” diye hiç mi düşünmeyeceksin?!... İsrâil Devleti, yani Yehûdîler, seneler oldu, “Hıristiyanların yılbaşını” kutlamayı kendi halkına yasakladı. Bundan ders almayacak mısın?

Müslüman!...
Bir yanda yılbaşını kutlarken, diğer yanda da beş vakit namazında günde en az kırk kere Fâtiha sûresinde“Rabbim!..beni,kendilerine gazab edilen(Yehûdî)lerin ve de sapan(Hıristiyan)ların yoluna iletme[1] derken, Rabbinden ne istediğinin farkında değilsindir her halde?... Bir yanda, “Yehûdîlerin gazab edilenler’ Hıristiyanların da sapanlarolduğunu ve onların yolundan gitmek istemediğini” haykırır, bu hususta Rabbinden yardım ister, öte yanda da, koşa koşa onların yoluna giderken, bu yaptığın ne kadar tutarlı bir davranış olur?...
Yılbaşı kutlamaları”, Hıristiyanların yolu değil de nedir?!...

Bir Takım Hadîsler:
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyorlar: “Bizden başkasına kendini benzeten, bizden değildir; kendinizi  Yehûdîlereve Hıristiyanlara  benzetmeyiniz.”[2] “Kim kendini bir kavme benzetirse o, onlardandır.”[3] “Kim bir kavmin (topluluğun)karartısını (kalabalığını)çoğaltırsa, o , onlardandır.”[4]
Bu benzetmek fiillerde sözlerde, kıyâfetlerde, bayramlarda, âdetlerde, ibâdetlerde olur.[5]

Fetvâ Kitâblarında Yer Alan Fetvalardan Bir Kısmı:
[“El-Hulâsa”isimli fetvâ kitâbında şöyle denilmektedir: Bir kimse “Nevrûz[6]gününde bir Mecûsî’ye yumurta hediye etse kâfir olur; çünki Mecûsî’ye küfründe ve hatalarında yardımcı olmuştur…

Mecmau’n-Nevâzil” isimli fetvâ kitâbında şöyle yazılmıştır: Mecûsîler, Nevrûz gününde toplansa ve bir Müslüman, onlar için, “güzel bir adet koydular,”dese, kâfir olur; çünkü bu sözü ile küfrü kabûl etmiş oluyor.

Fetâvâ-i Suğrâ” isimli fetvâ kitâbında şöyle denilmektedir: Bir kimse, daha önce satın almadığı halde, özellikle “Nevrûz” gününe saygı için bir şeyler satın alırsa kâfir olur; çünkü bu hareketi ile kâfirlerin bayramına saygı göstermiş olur. Ancak, ihtiyaç sebebiyle satın alırsa o zaman bir şey lâzım gelmez. Bir kimse, bir insana “Nevrûz”gününde bir hediye etse ve bununla “Nevrûz” gününe saygı göstermeyi kasd etse kâfir olur. Bir öğretmen birinden “Nevruzluk hediyesi”istese, istenen kişi, verse de vermese de “öğretmenin kâfir olması”ndan korkulur.

Tetimme” isimli fetvâ kitâbında şöyle yazılıdır: Ebû Hafs el-Kebîr’den şöyle rivâyet edilmiştir: Bir kimse elli sene Allah celle celalühû’ya ibadet etse sonra Nevrûz günü gelse ve bu güne saygı için müşriklere bir şey hediye etse Allah celle celalühû’ya küfretmiş ve elli senelik ibadetini yok etmiş olur.
Bir kimse Nevrûz günü kâfirlerin toplandığı yere giderse kâfir olur; çünki bu, küfrünü i’lân etmektir.][7]

Yukarıdaki fetvâlar, Mecûsî bayramı olan “Nevrûz”münâsebetiyle verilmiştir. Kâfirlere âit bayramların tamâmının hükmü aynıdır. Bu akıl ve ilim sahibi müminler için apaçık bir husustur. Dolayısıyla, bu fetvâlar, Hıristiyân kâfirlerin dini bayramı olan “yılbaşı”için de elbette geçerlidir.

Hüseyin Avni

Ebubekir Sifil; "Mazlum hıristiyanlar ne Şehit nede Cennetliktir"



Soru: Üstad Said-i Nursi'nin şu sözünü nasıl anlamalıyız: "Hristiyanların mazlumları şehit olarak ölür."

Cevap: Said Nursi merhumun bu sözü, bildiğim kadarıyla Kastamonu Lahikası'nda (Mektup no: 75, s. 1615) geçmektedir. Oradaki ifadeleri şöyledir:
"… Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:
"Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

"Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa'da, Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:
 "O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Allah mekandan münezzehtir



Selefi diyor ki:
Mülk suresinin, (Göktekinin sizi yere geçirmesinden, taş yağmuruna tutmasından emin mi oldunuz?) mealindeki 16. ve 17. âyetleri, Allah’ın gökte olduğuna kesin delildir. Bunun için Allah mekandan münezzeh demek yanlıştır.

CEVAP
Bizi yere geçirecek, taş yağmuruna tutabilecek olan elbette Allahü teâlâdır. Ancak burada gökteki ifadesinden oradakinin Allah olduğunu söylemek yanlış olur. Mesela Boğaz köprüsü Demirel’in, Fatih köprüsü ise Özal’ın eseridir cümlesinden, bu köprüleri bizzat yapanların Demirel ve Özal olduğu anlaşılmaz. Başkaları yapmıştır, ama bunlar yaptırdığı için onlara nispet edilmiştir. Canları alan da Allahü teâlâdır. Fakat Azrail aleyhisselam vasıtası ile aldırır. Bize taş yağdıracak olan da Allah’tır. Fakat bunu bir melek vasıtası ile yapar. Bunun için gökteki denmiştir. Yani gökteki görevli melek demektir. İmam-ı Beydavi de, (Sizi yere batıracak veya sizi taş yağmuruna tutacak olan Allah’ın bu âlemin tedbirine vekil ettiği melekten emin misiniz?) diye açıklıyor.

Selefi diyor ki
:
Taha suresinin (Rahman, Arşa istiva etmiştir) mealindeki 5. âyeti de açıkça Allah’ın Arşta oturduğunu göstermektedir. Onda değişiklik olmaz. Hep orada oturur. Selef âlimleri bu âyeti tevil etmemiş, aynen kabul etmiştir. Tevil etmek Kur’ana aykırıdır.

CEVAP
Asıl tevil eden sensin. İstivaya, oturmak anlamı vermek tevildir. Selef âlimleri, (İstiva vardır, keyfiyetini bilemeyiz) buyurmuşlardır. Allah’a oturur demek, onu mahluka, insana benzetmek olur. O hiçbir şeye benzetilemez. Kur’an-ı kerimde, (Onun benzeri hiçbir şey yoktur) buyuruluyor. (Şura 11) [Görüldüğü gibi, onu bir şeye benzetmek bu âyete aykırı bir tevil olur.]
Yine Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Allah Arşa istiva edendir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.) [Hadid 4]

(Doğu da batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır.) [Bekara115]

(Allah her şeyi kuşatmıştır.)
[Nisa 126]

Eğer bu âyetler tevil edilmezse, Allah hem Arşta, hem de her yerde olduğu anlaşılır. Onun için halef âlimler, cahillerin yanlış anlamaması için tevil etmek zorunda kalmışlardır.

Selefi diyor ki:

(Allah göktedir, Allah yer semasına inip kulların amelini seyreder)
hadislerine ne diyeceksiniz? Bu hadisler açıkça Allah’ın gökte olduğunu göstermiyor mu?

CEVAP
Yukarıdaki sözlerinle bu, tezat [çelişki] içindedir. Allah Arşta ise gökte olmaz. Sonra gök bir tane değildir. Kur’an-ı kerimde göklerin yedi kat olduğu bildirilir. Birinci kat, ikinci katın yanında nokta kadardır. İkinci kat, üçüncü katın yanında da böyledir. Her kat böyledir. En üstünde Arş vardır.
Ehl-i sünnet âlimleri, istivayı, Allah Arşa hükmeder diye açıklamışlardır. Peki Allah Arşın hakimi de göklerin ve yerin hakimi değil midir? Hepsine hükmetmez mi? Niye sadece Arşa istiva etti denmiştir de, göklere de istiva etti denmemiştir? Bunu bir örnekle açıklarsak kolay anlaşılır. Türkiye başbakandan sorulur demek, İstanbul, İzmir sorulmaz demek değildir. İstanbul, valinin elinde denince, ayrıca Beşiktaş ve Fatih’i de söylemek gerekmez. Arş da, yer ve göklerden büyük olduğu için sadece Arş denmiştir. Ancak yine cahiller yanlış anlamasın diye hepsi de bildirilerek şöyle buyurulmuştur:
(Göklerin, yerin ve Arşın Rabbi olan Allah onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.) [Zuhruf 82]

Allah Teala’ya mekan iddia eden kafir olur



Değerli kardeşlerimiz, Ehli Sünnet nezdinde vehhabilerin batıl inançlarını ve mühalif görüşlerini belgelemeye devam ediyoruz.

[ESK:Önce Allahu Teala’ ya mekan isnad eden İbni Teymiyye’den bir örnek verelim;
“Allahü teâlâya bir had (ölçü) olup, ondan başkası miktarını bilmiyor. Haddinin sonu tasav­vur edilmesi hiçbir kimseye caiz değildir. Ama haddi olduğuna ina­nacak ve hakkındaki bilgiyi Allahü teâlâya havale edecektir. Allah'ın mekanı için de had vardır. Allah Arş'ının üzerinde, göklerin üstündedir. İşte bu iki durum, O'nun iki haddidir (sınırıdır).”
İbni Teymiyye/Minhacu's-Sünne cilt 2, sayfa 29]

***

Yukarıda gördüğünüz resimdeki sayfa Şeyh Nizam tarafından derlenen 500 den fazla Hindistan bölgesindeki (Pakistan, Bangaledeş, Hindistan) Hanefi Alimlerinin fetvalarının toplandığı “Fetavai Hindiyye” kitabının 787. sayfasıdır. Bu sayfada şu fetvalar yer almakta:

* Allahu Teâlâ için, mekân iddia eden kimse kâfir olur.
* “Allahın olmadığı, boş bir yer yoktur.” diyen kimse, kâfir olur.
* “Allahu Teâlâ, gökte.” diyen kimse; bununla, açık haberle de gelen hikâyeyi kasdediyorsa kâfir olmaz.Fakat, bu sözü ile, mekân kasdediyorsa; o zaman kafir olur. Bu şahsın, bir niyyeti yoksa; âlimlerin ekserisine göre, kâfir olur. Esahh olan da budur. Fetva da buna göredir.
* “Allahu Teâlâ, insaf için oturuyor.” diyen kimse, kâfir olur.
* Allahu Teâlâ’yı, “yukarıda”, “aşağıda” diye vasıflandıran kimse, kâfir olur. Bahru’r-Râık’ta da böyledir.
* Bir kimse: “Benim, gökte ilâhım; yerde filanım var.” dese; kâfir olur. Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.
* Bir kimse: “Allah, semâdan bakıyor.” veya “görüyor.” yahut, “…Arştan, bakıp görüyor.” demiş olsa; bu söz, çoğunluğa göre, küfürdür.

Fetavai Hindiyye s787 / Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/312-319.

Not: Bu kitabın orjinali Farsça(o zamanlar Hindistan bölgeleri İran sınırları içindeydi) Fetavai-e Alamgiri 1707 de vefat eden Sultan Aurangzeb tarafindan Hanefi Alimlerinin fetvaları toplanarak sadeleştirildi. Bunlar hızla “Fetavai Hindiyye” adı altında Arapçaya çevrildi.

http://islamkalesi.wordpress.com

Vehhabiler Kitapları Tahrif Ediyor!



Değerli okuyucularımız vehhabiler yine bir tahrifle ehli sünnete darbe indirmeye çalışmaktadırlar.Biz onların yaptığı tahrifleri belgeleriyle sizinle paylaşmaya devam ediyoruz.

Gördüğünüz soldaki resim Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretlerinin “El-Gunye li-talibi tarikil-hak” adlı kitabının ehli sünnet neşriyyatı Tamir İnsaniyat neşriyyatı tarafindan Pakistanda neşr olunmuş kitabıdır. Kitabın 392. sayfasında Abdülkadir Geylani Hazretleri Teravih namazını 20 rekat olarak bildiriyor.

Sağdaki resim ise Mektebi suudiyye adlı vehhabi neşriyyatı tarafından Pakistanda neşr edilmiş “El-Gunye li-talibi tarikil-hak” kitabıdır.Kitabın 591. sayfasinda teravih namazı 11 rekat olarak(vitirde dahil olmakla 8+3) gösterilmektedir.
Kitapları tahrif ederek kendi sapık fikirlerini yaymaya çalışan vehhabiler kendi iç yüzlerini göstermeye devam ediyorlar..

Konumuzu bir hadisle bitirelim;
İbni Abbas hazretleri bildiriyor ki; Resulullah, yatsıdan sonra, vitirden önce, 20 rekat namaz kıldıktan sonra, “Ramazanda 20 rekat teravih namazı kılanın yirmi bin günahı affolur” buyurdu. (İ.E. Şeybe)

Teravihin yirmi rekat olduğuna inanmayanın sapık olduğu (Nur-ül-izah) şerhinde de yazılıdır.

www.islamkalesi.wordpress.com

[ESK:İlimleri yalan ve inkardan ibaret olan vehhabilerin tutunacak dalları olmadığı için çareyi kitapları değiştirmekte buluyorlar ama bilmiyolarki bu lanetlik işleri kendilerine hiçbir fayda sağlamayacak]

18 Aralık 2012 Salı

Rabıta İnkârcılarına Cevap


اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ
Bundan Sonra…
Şübhesiz ki Râbıta’nın taraftarları olduğu gibi, inkârcıları da vardır. Biz İnşâallah bu makalemizde, taraftarların müminler ve âlimleri, muârızların ise cühelâ sürüsü olduğunu göstereceğiz. Meselemizi bi iznillâh üç Fasıl ve bir Netîce ile açıklığa kavuşturmaya çalışacağız: Birinci Fasıl Râbıta Taraftârı Olan Âlimlerden Bir Kısmı ve Söyledik- lerinden Bir Nebze, İkinci Fasıl Râbıta’yı Reddeden Âlim Var mıdır?, Üçüncü Fasıl Râbıta Hakkında İleri SürülenBazı Şeytânî Şübheler ve Vesveseler, Netîce de bu husustaki sözümüzün hulâsası hakkında olacaktır. Tevfîk sadece Allah celle celâlühû’dandır.

Müctehid ve müceddid ne demektir?



Sual: Müctehid ve müceddid ne demektir? Herkesçe bilinen müceddidler kimlerdir?

CEVAP
Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, toplayan, kitaba geçiren; açıkça bildirilmemiş, kapalı bildirilmiş olan bilgileri de anlayıp, açıklayabilen derin âlimlere Müctehid denir.

Hicretten 400 yıl sonra, müctehid yetişmedi. Müctehide ihtiyaç da kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve Onun resulü Muhammed aleyhisselâm, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin şamil olan ahkâmın hepsini bildirdiler. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. Sonra gelen âlimler, bu ahkâmın, yeni olaylara nasıl tatbik edileceklerini, tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirirler. Müceddid denen bu âlimler kıyamete kadar mevcuttur.

Cahiller ve din düşmanları tarafından Müslümanlar arasına sokulmuş olan hurafeleri, bid’atleri, yanlış inançları, kendilerinden bir şey ilave etmeden dini eski haline getiren müceddidlerdir. Hadis-i şerifte, (Her yüz yılda bir müceddid gelir. Ümmetimin işlerini yeniler)buyuruldu. Mesela, sultanlar içinde Ömer bin Abdülaziz, din bilgilerinde İmam-ı Şafii, tasavvufta Maruf-i Kerhi, esrar bilgilerindeİmam-ı Gazali, feyz vermekte ve harikalar, kerametler göstermekte,Abdülkadir Geylani, hadis ilminde İmam-ı Süyuti, tarikat, hakikat ve akaid bilgilerinin inceliklerini açıklamakta ve kalplere akıtmakta İmam-ı Rabbani, müceddid idiler. Hepsi, İslamiyet’in yayılmasına, kuvvetlenmesine hizmet ettiler. (Mekatib-i şerife)

***
[ESK: Ne Allahu Teala'yı putlaştırıp müslümanları tekfir eden vehhabilerden, nede kafirleri şehit makamına yükseltip Cennete sokan, Kur-an ile incili birleştirmek isteyen sahtekarlardan Müctehid yada Alim olamayacağını göremeyenlere yüce Allah idrak versin.]

17 Aralık 2012 Pazartesi

Kendini Alim Sanan Bir Cahil; Nâsıruddîn el-Albânî



Abdülazîz Uyûnu's-Sûd hocamız (Rahmetullahi Aleyh) anlatmıştı.

Ben bizzat kendisinden dinledim. Hocamız evinin hemen bitişiğine yaptırdığı mescidinde oturmuş öğle namazını bekliyormuş. O arada başka biri daha gelmiş. Namaz vakti girince mü ezzin ezana başlamış, "Allahu Ekberallahu Ekber" diye okumuş. (Yani geçişte “Ekber”in ra’sını fetha okumuş).
Diğer adam hemen müdahale etmiş;
"Ezanı yanlış okuyorsun. Bid‘at işliyorsun" diyerek müezzine çıkışmış.
Abdülazîz Uyûnu's-Sûd hoca (rh. a);
 "Yanlış ve bid‘at olan nedir?" demiş.
Müezzin ezanı yine aynı şekilde yeniden okumaya başlamış.
Adam tekrar itiraz etmiş…
Hoca yine aynı soruyu sormuş: "Yanlış olan nedir? Neresi bid‘at?"…
Bunun üzerine adam,
"Bu,Sahîh-i Müslim'deki hadise ters" demiş.
Hoca, Sahîh-i Müslim'deki hadis-i şerifte nasıldır? deyince adam; “Allahu Ekberu, Allahu Ekberu” şeklindedir, demiş.
Hoca, "Sahih-i Müslim'i hocalarınızdan ve hocalarınızın hocalarından başlayarak İmam Müslim'e kadar giden bir silsileden aktararak mı bu zabtı yapıyorsunuz yoksa bu, "matbaa zabtı" mıdır?" deyince adam susmuş. Namaz bittikten sonra Hocaya o kişinin
NASURİDDİN EL-ELBANİ olduğunu söylemişler.

Şimdi bu adam İslam dünyasındaki o şöhretine ve hadis ilminde müctehid imam (!) olduğu söylenmesine rağmen matbaa zabtına itimad edip rivayeti ve önemini idrak etmemişse ona tâbi olan yeni yetmelerin halini düşünün artık!..

İsrail dostu vehhabiler....!

Sevgili okuyucularımız, gerçekte vehhabiliğin İslamın kalbine saplanmış bir hançer olduğunu, kimlerin eliyle hangi maksatlar için kullanıldığını tüm delilleriyle paylaşmağa devam ediyoruz. Vehhabi El-Albanin fetvalarının toplandığı "Fetavai El-Albani" kitabının 18. sayfasında aynen şöyle söylüyor:
"Darul Harp olduğu için Filistinliler Filistini terk etmelidir.Filistinlilerin Filistinde kalmasi küfrdür".
7/7/93 tarihli "El-Liva" isimli gazeteye verdiği röpörtajda Filistinliler nereye gitmeli diye sorulduğunda;
“Sudana gitsinler Sudan onları kabul eder” diye cevap vermişti..

Filistinin özgürlük mücadelesine kendi çirkinliklerini bulaştırarak onlara manevi darbe vurmaya çalışan vehhabi zihniyyetinin gerçekte kimlere hizmet etdiğini kendi dilleri ile beyan etmekdedirler. Haritaya baktığınızda İsrailin arkasinda Amerikayı değil Suudi Arabistanı görürsünüz...

Redd-ül-Vehhabiyye

Albani Kimdir?



Yazan: Dr. Cibril Fuad Haddad
Tercüme: Murat Yazıcı
[Not: Köşeli parantez içindeki notlar mütercim tarafından eklenmiştir.]


Nâsıruddîn el-Albânî günümüz Vehhabî ve “Selefîleri” arasında en önde gelen bir bid’atçı ve reformcudur. Meslek olarak saat tamircisidir. Kendi kendisini eğiterek [sadece kitap okuyarak] hadîs âlimi olmak iddiasında olan bir kişidir. İslâmî ilimlerden herhangi birinde bir hocası [ve icazeti] yoktur. Kur’an-ı kerimi veya herhangi bir hadîs, fıkıh, akaid, üsûl veya imlâ kitabını ezberlemediğini itiraf etmiştir. Büyük Ehl-i sünnet âlimlerine hücum ederek ve fıkıh ilmini aşağılayarak meşhur olmuştur. Bilhassa, bir Hanefi fıkıhçısı olan babasının mezhebine karşı kötü niyet sergilemiştir.

Allahü teâlânın dostlarına ve tasavvuf ehline karşı aşırı saygısızdır. Önce Suriye’den, sonra Suudi Arabistan’dan çıkarılmış, 1999’da ölene kadar Amman-Ürdün’de ev hapsi altında yaşamıştır. Bid’atçıların, kendilerine has yeni yollar tutan reformcuların ve “Selefî” ve Vehhabî sempatizanlarının kıblesi olmaya devam etmektedir. Kitap tüccarlarının ve birçok eğitimsiz Müslümanın tercih ettiği bir yazardır.

Çağımız Sünnî âlimlerinin ekserisi onun sapıklıkları hakkında ikazlarda bulunmuş ve birçokları onu reddeden makaleler veya kitaplar yazmışlardır.
Bunlardan bazıları şunlardır:

İbni Kesir; Kim Allah'ı O'nun yarattığı şeylere benzetirse kâfir olur



"Sonra Arş'a istivâ eden Allah'tır" sözü hakkında, insanlar bir çok sözler söylemişlerdir ki; burasıbunların genişçe anlatılacağı yer değildir. Ancak bu konuda Mâlik, Evzaî, Sevrî, Leys b. Sa'd, Şafiî, Ahmed İbn Hanbel, İshâk İbn Rahûyeh ve eski, yeni diğer müslüman imamlardan Selef-i Sâlihînin yoluna girilmelidir. Bu yol, bu âyetin keyfiyyeti araştırılmadan teşbihe ve iptâle gidilmeden geldiği (inzal olunduğu) gibi kabul edilmesidir.
Müşebbihe'nin zihinlerine hemen geliveren zahir mânâ; Allah için mümkün değildir. Zîrâ yaratıklarından hiçbir şey Allah'a benzemez. «O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. Ve O, Semî'dir, Basîr'dir.» (Şûra, 11). Bilakis durum; imamların (ki Buhârî'nin şeyhi Nuaym b. Hammâd el-Huzâî bunlardandır)söylediği gibidir:
Kim Allah'ı O'nun yarattığı şeylere benzetirse; kâfir olur. Kim Allah'ın kendi nefsini nitelediği şeyi inkâr ederse; kâfir olur. Ne Allah'ın ve ne de Rasûlünün Allah'ı nitelemelerinde bir teşbîh (benzetme) yoktur.
Kim Allah Teâlâ için açık âyetlerde ve sıhhatli haberlerde vârid olan şeyleri Allah'ın Celâl'ine uygun bir şekilde sabit kabul eder ve Allah Teâlâ'dan eksiklikleri nefyederse; işte o, hidâyet yoluna girmiştir.
İmam Hafız İbn Kesîr (rahimehullah) / et-Tefsîrul-Kurânil-azîm - Araf Suresi 54. ayet

"Gavs-Kutup-Ebdal yoktur" diyen Allah düşmanlarına Cevap



Şu aptal vezninde olan (abdal) değil de, ensâr kalıbındaki (Ebdâl) hadîsleri hakkında söylenenleri bir bir ortaya koyarak eleştiriye tâbi tutsaydınız ya? Büyük bir Muhaddis ve Müctehid olan Ahmed İbnü Hanbel’in -kuvvetli görüşe göre- makbûl bulduğu ve eserine koyduğu bir rivâyete birilerinin büyüklüğüne güvenerek i'timâd etmesi, sizin mesnedsiz ve körü körüne inkârınızdan daha mı az entelektüel bir tavır ve donanımdır?
Evet, şu hadîsler hakkında İmâm Hâfız Süyûtî, Allâme Fakîh İbnü Âbidîn ve başkalarının müstakil birer eseri, Hâfız Zebîdî’nin de İthâf’daki uzunca tahrîc ve ma’lûmatı bulunmasının yanında, hadîs âlimlerinin başka ince eleyip sık dokumaları da vardır. Ama sizin işiniz ilmî bir tenkîd değil, hezeyân eksenli gelişi güzel bir şübhe uyandırma ameliyesinden ibâret…

Tevessül Himmet Vesile



Allah’u Teâlâ Hazretlerine vesile aramak, vesile edinmek yani tevessül ile ilgili özellikle münkirler tarafından birçok yazı kaleme alınıyor. Vesile edinmeyi, vesile edrek dua etmeyi, himmet istemeyi inkar ediyor ve şirk olarak kabul ediyorlar. Hatta bazıları: “Allah’ım şu iyi kulun hürmetine bana ver dersen, sanane benim o kulumdan cevabıyla karşılaşabilirsin” gibi akla ziyan sözlerle iddialarını savunmaktadırlar. Bu yazımızda Peygamberleri, evliyaları vesile edinmenin nakli ve akli delillerini sizlerle paylaşacağız. Böylelikle münkirlerin ağızlarına mühür vururken bizimde inancımız kuvvetlenecek.

F. Gülen; "Ödüm Kopuyor!"




 

Dinlerarası diyaloğun önde gelen temsilcisi Fethullah Gülen Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili Kur’an-ı kerimde geçen ayetleri, bilinen manalarının dışında çok farklı bir düzeyde ele alıyor: Ayetlerde geçen düşmanlığın o günün Yahudi ve Hıristiyanlarını içine adığını, Kur’anın kullandığı aynı üslup, bugünün Yahudi ve Hıristiyanlarını içine alacak diye bir şart, bir mecburiyet olmadığını, ayetlerin kesin, fakat bugünkü Yahudi ve Hıristiyanları içine aldığının kesin olmadığını, ifade etmektedir.
( Hoşgörü ve Diyalog İklimi s.155-156)


Kafir olarak ölmekten ödüm kopuyor diyen F. Gülen acaba neden korkuyorki hıristiyan yahudi Cennetlik diyen kendisi değilmi? Yoksa “kafir”den maksadı başka bir şeymi?

Tevessül Hadisleri



Bu hadîslerden birisi İmâm Buhârî’nin el-İstiskâ(Bâbı’n)’da rivâyet etmiş olduğu hadîstir. Öyle ki, Sahîh’inde şöyle demiştir:
‘Bana Hasan İbnu Muhammed rivâyet etti (dedi). (O), bize Muhammed el-Ensârî rivâyet etti, dedi. (O), bana babam Abdullah İbnu Müsennâ, Sümâme İbnu Abdillâh İbni Enes’den, (O), Enes’den şöyle rivâyet etti (dedi):
Ömer İbnu’l-Hattâb radıyellâhu anhu kıtlığa ma’rûz kaldıkları zaman Abbâs İbnu Abdilmuttalib ile istiskâ etti ve şöyle dedi:
“Ey Allah’ım!... Şübhe yoktur ki, biz Sana Nebîmiz sallellâhu aleyhi ve sellem ile tevessül eder ve sen bize yağmur yağdırırdın. Ve şübhe yoktur ki, (şimdi) biz sana Nebîmizin amcasıyla tevessül ediyoruz. Bize yağmur yağdır. (Râvî Enes) onlara derhal yağmur yağdırıldı, dedi.”
Buhârî (1010,3710), İbnu Hibbân (2561)

İbn Hacer(Rahîmehûllah), Fethu’l-Bârî’de şöyle diyor: Hz. Ömer radıyellâhu anhu'nun (Abbas’la tevessül ettikleri)ne dâir olan sözünde, onların Hz. Ömer radıyellâhu anhu'dan kendileri için Hz. Abbas radıyellâhu anhu'dan yağmur duâsı istemesi ma'nâsının olduğuna delâlet yoktur. Zîrâ, iki hâlde de (bu sözde) Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den şefâat dileyerek, Allah celle celâlü-hû'dan yağmur istemeleri ihtimâli vardır.
İki hadîs Hâfızı İbn-i Hacer ve İbn-i Rüşeyd’in şu sözleri, O'nunla tevessül etmek demek, O'ndan duâ istemektir, diyerek vehimlere dalanların vehimleri(nin asılsız oldukları) hakkında hükmünü vermektedir. Tevessül ile duânın ne alâkası vardır?!.. Evet, bazen vesîle edinilen kimse, vesîle eden için duâ da eder. Ancak, bu, tevessülün ne Şer’an ne de lüğat olarak gösterdiği bir ma'nâ değildir.
Zahîd el-Kevserî(Rahîmehûllah)

***

Allah’a Yalan İftirâ Eden Koca Zâlimler




Tevessül ve İstiğaseyi şirk kabûl eden câhil ve gerizekalılar, “Bu sizin ma'ziretiniz müşriklerin putlara ibâdet ederken ileri sürdükleri ma'ziretlerin ta kendisidir. Onlar da, biz putlara bizi Allah’a celle celâluhu iyice yaklaştırmaları için ibâdet ediyoruz, diyorlardı. Putların birşeyi yarattıklarına inanmıyorlardı. Aksine, yaratılanları, yaratanın, Allah celle celâluhu olduğuna inanırlardı. Bunun böyle olduğunu yemin olsun ki şâyet onlara gökleri ve yeri kimin yarattığını, güneşi ve ayı kimin (yaratılanların istifâdesine) musahhar kıldığını soracak olursan, elbette kesinlikle Allah yarattı, diyeceklerdir[Ankebût: 61, 63]ile ‘yemin olsun ki şâyet onlara, gökleri ve yeri kimin yarattığını soracak olursan, elbette kesinlikle Allah yarattı’ diyeceklerdir[Lukmân: 25] âyetleri gösteriyor” diyorlar.

Bu zavallıların şu şeytânî kıyâsları birçok yönü ile bâtıldır, asılsızdır; şöyle ki,

Peygamber Efendimizin Yaptığı Tevessül



Fâtıme Binti Esed Radıyallâhu Anhâ Hadîsi
---------------------------------------------
Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
"Allah celle celâlühû'dur canlandıran ve öldüren. O'dur diri ve ölmeyecek olan. (Ey Allah’ım!) Nebîn sallallâhu aleyhi ve sellem ve benden evvelki nebîlerin hakkıyla/hürmetine, anam Esed kızı Fâtıme’yi bağışla, O'na hüccetini telkîn eyle ve gireceği yeri (kabrini) O'na geniş eyle." [1]

İbn-i Abidin (rah.a) vehhabileri anlatıyor




Hanefi imamlarından İbn-i Abidin -rahmetullahi aleyh-, Muhammed b. Abdilvehhab önderliğinde Necid'de ortaya çıkan grubu şu şekilde anlatıyor:

“Vehhabilik Necd çöllerinde meydana çıkıp Harameyni (Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere) almışlardır. Kendilerinin Müslüman olduğuna inanıp, kendilerine muhâlif olanların müşrik olduğuna inanmaktadırlar. Bundan dolayı Ehl-i sünneti ve Ehl-i sünnet âlimlerinin öldürülmesini mubah görürler. 1233 senesinde Ehl-i sünnet ordusu Allah Teâlâ’nın lütfuyla onlara üstün gelip kahru perişan etmiştir.”
[Reddü'l-Muhtar c. 9, s. 96]

İnbi Teymiyye; "Ali ve Fatıma Allaha isyan etti"(!)


“Hz. Ebu Bekir ve Hz.Ömer Veliyy-i emr (halife) oldular. Allah ise veliyy-i emre itaat etmeyi emretmektedir. Dolayısıyla Veliyy-i emre itaat Allah’a itaattir. Ona isyan Allah’a isyandır. Kim onun emrine ve hükmüne karşı gelirse, Allah’ın emrine ve hükmüne karşı gelmiştir. Ali ve Fatıma Allah’ın emrini reddettiler ve onun hükmüne karşı geldiler ve böylece Allah’ın rızasını kerih saydılar. Çünkü Allah’ı razı eden şey ona itaat etmektir. Veliyi emre itaat ise Allah’a itaattir. O Halde kim veliyi emre itaati kerih sayarsa, Allah’ın rızasını kerih saymıştır. Allah kedisine itaatsizlik yapılmasına gazap eder. Veliyi emre itaatsizlik ise Allah’a itaatsizliktir. Böylece veliyy-i emre isyan yolunu tutan, Allah’a isyan yolunu tutmuş ve onun rızasına karşı gelmiştir”
(Minhacü’s-Sünne, c.2, 171-172)


İbni Teymiyye’nin cahilliğini gösteren delillerden biri daha…

16 Aralık 2012 Pazar

İbni Teymiyye'den Vehhabilere Tokat



Önüne gelen müslümanlara şirk ehli damgası vuran , “Peygamber ölmüş gitmiş kimseye faydası olmaz , ölenin işi bitmiş ölenden fayda gelmez , şehitlerden başka hiçbir ruhun kıymeti yok” diyen sapıklıkta kendi imamlarınıda geçen vehhabilere ibni teymiyeden tokat;


“Allah celle celâluhun bizlere bildirdiği, şehitlerin yaşadığı ve rızıklandırıldığına dair olan buyrukları ile sahih hadislerde nakledilen onların ruhlarının cennete girdiğine dair olan rivayetler ile alkalı farklı değerlendirmeler yapılmıştır. Bazı kimseler bu özelliklerin sadece şehidlere ait olup sıddıklara ve diğerlerine şamil olmadığını iddia etmişlerdir. Ehli sünnetin cumhurunun kabul ettiği sahih görüşe göre ruhların hayatta olması rızıklandırılması ve ruhların cennete girmesi sadece şehidlere mahsus bir özellik değildir.
[İbni Teymiye, “Mecmûu’l-Fetâvâ” 24/332]

Tevessül’ü kabul eden muteber Alimlerin bir kısmı;



* İmâm Şâfiî.[1]
* İbnu Abdi’ll-Berr.
* Hâfız Ziya el-Makdisî.[2]
* İmâm, müfessir, Muhaddis Beğevi, Tef-sîr’inde[3]
* İmâm Kutrubî, Tefsîr’-inde.[4]
* Fahruddin er-Râzî[5]
* İmâm Hâfız Kadı İyaz, es-Şifâ da
* İmâm Hâfız İbnü’l-Cevzi, el-Vefâ’da Adem aley-hisselâm’ın tevessülünün hadîsini ve diğer tevessül hadîsini zikretti.
* Şeyhu’l-İslâm, İmâm Nevevî, el-İzâh’da.[6]
* İ-mâm Muhaddis Ebû’l-Vefâ İbnu Ukayl
* Abdül-ğanî el-Makdisî
* İ-mâm, Hâfız Munzirî
* Hâfız İbnu Kudâme el-Muğnî
* Hâfız Iraki[7]
* Hâfız Veli-yuddin el-Irâkî[8]
* Hâfız Şihâbud-din el-Cezerî, el-Hısnu’l-Hasîn’de.[9]
* Hâfız Alauddin Muğultay, İbnü Mâce Şerhi’nde.
*İmâm Mu-haddis fakîh müfessir İbnü Kesîr, Tefsîru Kur’ani’l-Azîm[10] ve el-Bidâye[11]de.
(O, el-Bidâye’de Â-dem aleyhisselâm’in tevessülünü zikretti ve uydurma olduğunu söylemedi.)[12]
Aynı eserde, Utbî’nin rivâyetinin isnâdının sahîh olduğunu söyledi[13] ve Müslümanların (Yemâme günündeki) şiârlarının ey Muhammed! yetiş olduğunu, anlattı.[14]
* Allâme Taftazani
* Seyyid Şerîf Cürcâ-nî.[15]
* Hâfız el-Heysemi Mecma-u’z-Zevâid’de
*İbnü Hacer el-Askalânî, Fet-hu’l-Bârî’de Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine gelip O’nunla tevessül eden adamın kıssasını zikretti ve isnâdının sahîh olduğunu söyledi ve bu kişinin Sahâbe radıyallahu anhüm’dan Bilâl İbnü Haris olduğunu ifâde etti. Bu hâdiseye karşı da çıkmadı. [16]
* Allâme fakîh muhaddis İbnu’l-Emîri’l-Hâcc, Şer-hu’l-Münye’de.[17]
* Hâfız Sehâvî[18]
* İ-mâm Süyûtî, El-Hasâisü’l-Kübrâ’da Âdem aleyhisselâm’ın Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ile tevessülünü nakletti.
* Hâfız Münâvî
* Hâfız Muhaddis es-Semhûdî, Vefâu’l-Vefâ da.[19]
* İmâm, Hâfız Kastallani, el-Mevahibu’l-Ledünniyye’de.[20]
* Kemâlpaşa Zâde, Hadîs-i Erbaîn Şerhinde[21]
* Muhaddis, müfessir, fakîh Aliyyu’l-Kârî, Fet-hu Bâbi’l-İnâye’de.[22]
* Allâme Şihabuddin el-Hafâcî, Nesimu’r-Rıyâd isimli Şifâ Şerhi’n-de.[23]
* İmâm Hâfız Zürkanî, Şerhu’l-Mevâhib’de.[24]
* Hâfız Muhaddis Seyyid Muhammed Murtezâ ez-Zebîdî, el-Mu’ce-mu’l-Muhtass’ının birçok yerin-de.[25]
* Allâme Şevkânî Tühfe-tü’z-Zâkirîn[26] ve ed-Durrü’n-Na-dîd’de.[27]
* Müfessir İmâm Âlûsî, Rûhu’l-Meânî’sinde[28]
* İmâm Mu-haddis Abdü’l-Hayy el-Leknevî, (ölülerin işiteceğine dâir) Tezki-retü’r-Raşid’inde.
* Allâme Yûsuf ed-Dücvî (İmâm Kevserî’nin meşayıhından) Makâlât(ı içinde bir nice makâlede) Tevessül’ün meşrû’ olduğunu ilmi bir üslubla îzâh etmiştir.
* Allâme Şeyh Muhammed Bahît, Şifâu’s-Sikam Takdîminde.
* İmâm Muhaddis Zahid el-Kevserî, Mahku’t-Te-kavvul isimli makalesi ve İrğamu’l-Merîd isimli risâlesinde.
Ve daha niceleri…

Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Selefice Cevaplar



Selamun aleyküm kardeşlerim

Ölüler işitir mi, Ölülere Kuran Okumak, Tevessül, İstiğase, Teberrük, Şefaat, Rabıta, Tazim, Şirk, Bidat, Allah Allah diye zikir, Tesbihte Taş Kullanmak, Cihad gibi meseleleri biz bir tasavvufçu olarak ele aldık.

Bu konulara itiraz eden kendilerini selefi görüşü üzere olduğunu iddia edenlerin bu konulara olan itirazlarını tek tek yazıp onlara cevap verdik.

Bu konular ülkemizde akademik çalışmalara konu olmuştur. Ne varki konularla ilgili hadislerin/haberlerin kaynak değerini tespitte bu çalışmaların tabiatı gereği özellikle iktifa edilerek mukayeseli tetkik cihetine fazla gidilememiştir. İtira cevap itiraz cevap diye her iki tarafın görüşleri bir munazara şeklinde yapılmamış. Biz bunu bu kitapta yapmaya çalıştık.

Selçuk Üniversitesi Hadis Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zekeriya Güler Hoca Efendi, tevessül ile ilgili hadislerin değerlendirilmesi hususunda diğerlerine nazaran daha geniş bir çalışma yapmıştır. Yaptığı bu çalışmaya bir itiraz gelmediği için Prof. Dr. Zekeriya Güler Hoca Efendi çalışmasına yeni eklemeler yapmamıştır. Fakat o çalışmalarına sonradan gerek internet ortamında gerek münazaralarda itirazlar olmuştur.

Bu itirazlara cevap verilmediğinden dolayı Prof. Dr. Zekeriya Güler Hoca Efendi nin çalışması zayıf duruma düşmüş oldu.

Bu kitapta Hüseyin Avni Kansızoğlu Hocaefendi tevessül konusu ve diğer konulardaki hadislere yapılan itirazlara tek tek cevaplar vermiş ve Türkiye'deki eserlerde olmayan bu bilgileri bizlere kazandırmıştır.

Daha önce neşredilen Selefiler ve Tasavvufçuların Görüşleri adlı eserimiz çıktıktan sonra, 2 yıl boyunca, gerek yüz yüze, gerekse internet ortamında münazaralar, tartışmalar oldu. Münazaralarda karşı tarafın “Bir fırın ekmek yememiz gerektiğini bize öğrettiniz.” deyip pes ettiği ve cevap veremediği o münazara sonuçlarını bu kitaba ekledik. Özellikle bu kitaptaki 2'nci 4'nci 5’nci ve 6’inci Hadislerin her iki tarafa göre tahriç ve değerlendirmelerine, itirazlara ve o itirazlara verilen cevaplara bakıldığında, bu eserin Türkiye’de bir ilk olduğunu kaynak özelliği taşıdığını göreceksiniz.

Tasavvufa gönül verenler inandığı, haklı olduğu bu konuları güçlü bir şekilde savunabilmeleri için küçük guruplar halinde haftada bir veya iki gün kitaptaki konuları sırayla öğrenip karşı tarafa öğrendıklerini anlatarak onları hatalarını görmelerini saglanması gerekmektedir.

Tasavvufa karşı olanlar bunu yapıyor ve hazırlık olarak sizin ne diyeceğinizi bilerek karşınıza cıkıyorlar. Eğer siz dersinize çalışmazsanız haklı olduğunuz halde haksız durama düşüp karşı tarafında kendısını haklı olduğunu düşünmesine sebep olabilirsiniz.

Selefi görüşü üzere olduğunu iddia edenlerin savundukları görüşlerinde hatalı olabileceklerini ilmi delillerle göstermek, kendi fikirlerinde olmayan Müslümanları tekfir etmekten vazgeçmelerini sağlamaya çalışmak, onlara karşı daha temkinli ve hoşgörülü olmalarını önermek, bunun neticesinde de Müslümanların arasındaki bazı ihtilafları gidermeye gayret ederek olması gereken birlik ve beraberliğimize katkı sunmak için küçük guruplar oluşturarak bu çalışmayı yapmak zorundasınız.

KİTAP ŞİPARİŞ

YASİN YAYIN EVİ : 0212 534 04 34

bu telefonla kargoyla evinize teslım edilmektedir

İstanbul Fatih Çarşamba

www.yasinyayinevi.net

http://www.yasinyayinevi.net/kitaplar/tasavvuf-kitaplari/selefilik-adi-altindaki-goru-lere-selefice-cevaplar.html

AYRICA

Arifan Yayınları

Nişanca Mah. Davutağa Cad. No: 18/2
34050 Eyüp / İSTANBUL

Tel: 444 18 10

e-Posta: info@arifandergisi.com
www.arifankitapevi.com