Soru: "Neden
Mevlana, Bâyezid-i Bistâmî, Cüneyd-i Bağdâdî, Bişr el Hafî, Yunus Emre, İbrahim
b. Edhem, İbrahim Havvas v.s. zevat-ı aliyeye evliya deniyor da alim denmiyor?
Bu zatlar fıkıh bilmiyor mu, müçtehit değil mi, medrese tahsili almamışlar mı,
tefsir, hadis bilmiyorlar mı? Neden bir hüküm beyan edilirken "Gazalî
şöyle dedi, Merginanî'de böyledir, Suyutî'de şöyledir" v.s. deniyor da,
"Mevlana veya Yunus vesaire şöyle buyurmuş" denmiyor? Said bin
Müseyyeb ve Hasenul Basrî, sanırım ikisi de tabiin; Veysel Karanî de tabiin
aynı şekilde. Neden bir hükümde "Basrî ve Said b. Müseyyeb şöyle
buyurdu" deniyor da "Veysel Karanî şöyle buyurdu" denmiyor? İşte
ben bunu anlamıyorum. Veysel Karanî alim değil miydi, fıkhı, hadisi, ayeti
bilmez miydi?
"Öte yandan neden Ebu Hanife,
Şafiî, Malik, Şa'bî, Suyutî, Kasanî, Kurtubî, Merginanî, İbn-i Abidiyn için
alim deniyor da, evliya tabir edilmiyor? Bunlar öncekiler gibi ehl-i hal değil
miydi, tasavvuf bilmezler miydi, ehl-i takva değiller miydi, veli olmamışlar
mıydı? Sadece hüküm beyan edilirken "şöyle dedi, böyle dedi..."
tamam, amenna. Lakin bunlar ilk saydığım zevat gibi ehl-i takva değil, ilk
zevat da sonraki saydıklarım gibi alim, bilgili değil desek olur mu? Bu
ayırımın sebebi nedir? Biri veli, diğeri alim?"
Cevap: Muhammed Zâhid el-Kevserî merhumun nefis bir tesbitiyle yukarıdaki
sorunun cevabına giriş yapalım. Merhum –anlam olarak– der ki:
Öyle kimseler vardır ki, bir
sahada "otorite" seviyesine çıktığı halde, başka saha(lar)da
"avam" mertebesinde kalmıştır. Zira zamanını ve himmetini bir sahada
yoğunlaşmaya sarf eden kimseler, çoğu zaman başka sahalarda gerekli mesaiyi
sarf etmedikleri için belli bir seviyeden ileri geçemezler.
Bu tesbit, soruda isimleri
"evliya" kategorisinde sayılanlar için de, "alim" kategorisinde
zikredilenler için de –mutlak anlamda olmasa da, genel durum itibariyle–
geçerlidir. Bir diğer ifadeyle, her iki kesim arasında da, her iki sahada
üstünlüğü ve fazileti müsellem olan kimseler yok değildir. Söz gelimi
el-Hasenu'l-Basrî merhum bu söylediğimin tipik bir örneğidir. Gerek zühd ve
takva hayatında, gerekse Tefsir, Fıkıh, Kelam –ve mürselleri genellikle zayıf
kabul edilmekle birlikte– Hadis sahalarında otoritesi tartışma konusu değildir.
Aynı şekilde mesela İmam el-Gazzâlî de hem mutasavvıf kişiliğiyle, hem de
Kelam, Fıkıh ve Usul-i Fıkıh alanındaki eserleriyle "kaynak" olma
hüviyetini muhafaza etmiştir.
Şurası açıktır ki, bir kimsenin
bir sahada otorite olduğunun söylenebilmesi için, görüşlerinin tedvin edilmiş
olması gerekir. Eğer "alim" kategorisinde isimleri geçen zatlar ve
benzerlerinin "zahirî ilimler" sahasında görüşlerine yer veriliyor,
itibar ediliyorsa, bunun sebebi bu sahada eser vermiş, talebe yetiştirmiş
olmalarıdır. Onların "veli" olarak anılmaması, bu makamın uzağında
bulundukları anlamına gelmez. Zahirî ilimler alanındaki eser ve görüşleriyle
şöhret kazanmış nice "Rabbânî alim"ler mevcuttur!
Özellikle Tabiun ve Tebe-i Tabiîn
dönemlerinde yaşamış, mutlak içtihad seviyesinde ahkâm istinbatında bulunmuş
eş-Şa'bî, İbrahim en-Neha'î, Sa'îd b. el-Müseyyeb, el-Kasım b. Muhammed,
el-Evzâ'î, es-Sevrî... gibi birçok Hadis ve Fıkıh otoritesi vardır ki,
eserlerinin bize kadar intikal etmemiş olması, mezheplerinin tedvin edilmemiş
bulunması ve tabilerinin indirasa uğraması gibi sebepler dolayısıyla daha
sonraki dönemlerde ve günümüzde görüşleri pek sık gündeme gelmez...
Keza "veli" sınıfında
sayılanlar da Tasavvuf sahasında eser vermiş, görüş belirtmiş veya talebe
yetiştirmiş kimseler oldukları için bu sahada da onların görüşleri yaygın
olarak nakledilegelmiştir. Ayrıca mesela es-Sülemî gibi, el-Kelâbâzî (Gülâbâdî)
vb. gibi "zühdiyat" sahasında şöhret kazanmış olmakla birlikte,
Tefsir, Hadis gibi "zahirî ilimler" alanında da eser vermiş olanlar
da mevcuttur. Ancak ya bu tarz eserleri günümüze intikal etmediği veya
rivayetlerinde yahut yorumlarında "zahirî ilimler"e aykırı görülen
hususlar bulunduğu için Bu sahada görüşleri esas kabul edilmemiştir.
Bir de Rical ve Cerh-Ta'dil
kaynaklarında, ömrünün belli bir devresinden sonra "zühd hayatı"na
yönelerek "zahirî ilimler" sahasındaki eserlerini imha eden birçok
ismin zikredildiğini hatırlamalıyız. Bu durumda söz konusu kimselerin
"zahirî ilimler" sahasındaki görüşlerinden söz edil-e-memesi
tabiidir.
Ancak bu demek değildir ki, her
iki saha arasında bir münaferet, ayrılık-gayrılık vardır. Bundan birkaç yıl
evvel Altınoluk dergisine yazdığım "Tasavvuf İslamı-Fıkıh İslamı"
başlıklı yazıda (bu yazıyı da diğer dokümanlar gibi şu anda deneme aşamasında
bulunan ve inşallah yakında faaliyete geçecek olan internet sitesinde
görebilirsiniz) her iki sahanın otoritelerinin ifadelerini ortaya koyarak böyle
bir "karşıtlık"tan söz edilemeyeceğini anlatmıştım.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Bu
köşede daha önceleri de yazdığım gibi, nasıl ki Ehl-i Re'y-Ehl-i Hadis
şeklindeki kategorizasyon mutlak bir durumu ifade etmiyorsa, soruda ifade
edilen ayrım için de aynı şeyi düşünebiliriz. Elbette Tasavvuf sahasında
ünlenmiş her ismin aynı zamanda "zahirî ilimler"de otorite olduğu, ya
da "zahirî ilimler" sahasında adından söz edilen herkesin mutlak
anlamda "veli" olduğu gibi bir genelleme yapmak doğru değildir. Ancak
"alim-veli" ayrımının da her zaman ve herkes için geçerli olmadığını
söylememiz gerekiyor...
Ebubekir Sifil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.