31 Mayıs 2012 Perşembe

Vehhabi ve selefilerin itikadı



"Allah Teala kürsüde oturmaktadır. Yanı başında boşalttığı yerde ise Onunla birlikte Hz. Peygamber oturmaktadır.” 
Kitabul Arş/ İbni Teymiyye

Vehhabi ve selefilerin imamı Teymiyye'nin Kitabul arş isimli el yazması kitabından alıntıdır, işte Allahı putlaştıran vehhabi ve selefi putperestlerinin inançları.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Said Nursi; "Cehennemde olsa sonsuzluğu isterim"



Şuâlar, 193, Onbirinci Şuâ/Meyve Risalesi/Sekizinci Mes'elenin Bir Hülâsası/Birincisi; Âsâ-yı Mûsa, 37; Îman ve Küfür Muvazeneleri, 175, Meyve Risalesi/Sekizinci Mes'elenin Bir Hülâsası/Birincisi
(...) Bir zaman -küçüklüğümde- hayalimden sordum: "Sana bir milyon sene
ömür ve dünya saltanatı verilmesini fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi
istersin? Yoksa, bâkî fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?" dedim. Baktım,
ikincisini arzulayıp birincisinden "ah!" çekti. "Cehennem de olsa beka isterim."
dedi.

İşârâtü’l-İ’caz, 90, Mahiyet-i Küfür/Pekâlâ, o ebedî ceza hikmete muvafıktır; kabul ettik. Fakat merhamet ve şefkat-i İlâhiyeye ne diyorsun?
Vücudun, velev Cehennemde olsun, ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir
hükümdür. Zira adem, şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musîbetve ma’siyetlerin de
merciidir. Vücut ise velev Cehennemde olsa, hayr-ı mahzdır. 

*******************
Said Nursi küçüklük hayellerini kitabına aldığına göre eski hayellerinden vazgeçmemiş. Cehennemi gülbahçesi, panayır yeri zanneden Said Nursiye ve hayranlarına Allahın (C.c) cehennem ile ilgili Ayetlerini hatırlatalım;

Nur Akımından Kur’anı Kerime Büyük Saygısızlık ve İhanet




Nurcu akımın idolü , Mason Abduh ve Efgani’ye selefim diyen , Risalelerinde hıristiyanlık hizmetini işleyen , her fırsatta ayak kaydıracak meselelerde insanların itikadını bozan gizli mason maşası Said Nursi’yi  ululaştırma ve meşru hale getirmek için her türlü hile ve desiseyi yapan Nur akımının menfaatperest şakirdleri ve akımın idaresini yürüten dindar kılığındaki İslam düşmanları Yüce ve Mukaddes kitabımız Kur’anı Kerim’i tahrif etmekten başka fiili olarak  el atmaktanda geri kalmadılar ve en sonunda Yüce Kitabımıza hıristiyan hizmetkarı Said Nursi’nin ismini de sokuşturarak büyük bir saygısızlık ve ihanete daha imza attılar. Hayrat vakfı tarafından bastırılan  Yüce Kitabımızın arka kısmına  kafalarına göre ekledikleri  birkaç sayfalık paçavrada  stratejik bir meşruyet kazandırma ve büyük adam havaları estirme kokusu  mevcuttur.Yıllardır  icazetsiz ve mürşitsiz Said Nursi’ye giydirmedikleri kılıf ve yalan kalmayan Nurcu akımının bu ihanetini ve terbiyesizliğinin cezasını tez zamanda Diyanet İşleri ‘nden ve Hak Teala’dan niyaz ediyoruz.

Kaynak:
http://tarafsizhaber.blogspot.com/2010/12/nur-akmndan-kuran-kerime-buyuk-saygszlk.html


Said-i Nursi'nin "Müslüman İseviler" iddiası ve kavramı bir TUZAKTIR...



Sual: "Hazret-i İsa, kıyamete yakın yeryüzüne inecek, teslis inancını kaldıracak, hakiki Hıristiyanlığı getirecek, Hıristiyanlıkla İslamiyet’i yaklaştıracak, böylece İsevi Müslümanlar ortaya çıkacaktır" deniyor. İsevi Müslüman olur mu? Yani ahir zamanda, iki dinli insanlar mı çıkacak?

CEVAP
Hayır, İsevi Müslüman veya Müslüman İsevi olamaz!

Sütlü idrar veya idrarlı süt denmez, ikisi de necistir. Bu ifade, Müşrik Müslüman veya Temiz necaset yahut Namuslu fahişe tabirine benziyor. Bunlardan biri kötü ise, ötekini de kötü eder. Biri necis ise veya kâfir ise ikisi de, aynı hükme girer.
Kâfirlik kelime oyunlarıyla gizlenmeye çalışılıyor. Süte idrar karıştırınca, bunu İdrarlı süt diye övmekle, İsevi Müslüman demek arasında ne fark vardır ki?

Bir Hıristiyan, İsevi Müslümanım veya Müslüman İsevi’yim demekle Müslüman olmuş olmaz. Dinine, putuna zarar vermez, dinden çıkmış olmaz. Yani bir gayrimüslim, ben Müslümanım dese de Müslüman olmuş olmaz. Fakat bir Müslüman şakadan bile, ben Hıristiyanım dese, onun kâfir olacağı fıkıh kitaplarında yazılıdır. Yani, Müslüman İsevi’yim diyen, kâfir olduğu gibi, Müslüman Musevi’yim diyen de kâfir olur.

Musevilik ve İsevilik hiç bozulmamış olsa bile yahut hakiki halini getirme imkânı olsa da, onlarla amel etmek caiz olmaz. Çünkü İslamiyet’in gelmesiyle, eski dinlerin hepsi nesh edildi yani yürürlükten kalktı. Eski dinlerin kiminde içki haram değildi, kiminde iç yağı haram idi. Kiminde yakın akraba ile evlenmek caiz idi. Bunların hepsi nesh edildi; yalnız İslamiyet ile amel etmek emredildi. Üç âyet-i kerime meali:

Allah indinde hak din yalnız İslam'dır. [Al-i İmran 19]

Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim. [Maide 3]

İslam’dan başka din arayanın bulacağı din, asla kabul edilmez. [Al-i İmran 85]

Allahü teâlâ, hak dinin yalnız İslam olduğunu, İslam’ı beğendiğini ve İslam’dan başka dini kabul etmeyeceğini açıkça beyan ederken, Müslümanlığı, Hıristiyanlığa yaklaştırmak ne demektir?
İsa aleyhisselam, kıyamete yakın geldiğinde, İslamiyet’le hükmedecek yani bu ümmetten biri olarak, İseviliği tamamen kaldıracaktır.

İki hadis-i şerif meali şöyledir:
Allah’a yemin ederim ki, Meryem’in oğlu İsa, âdil bir hakem olarak aranıza inecek, haçı kıracak [Hıristiyanlığı kaldıracak], domuzu öldürecek [domuz etini yasaklayacak], İslam’dan başka her şeyi yasak edecektir. [Buhari]

İsa, inince İslamiyet’le hükmedecektir. O zaman Allahü teâlâ, Müslümanlardan başka herkesi helak edecektir. [Ebu Davud]

Buhari ile Ebu Davud, Kütüb-i sitteye dahil iki kıymetli hadis kitabıdır. Bu sahih hadis-i şeriflerde, (İslam’dan başka her şeyi yasak edecek, Müslümanlardan başka herkesi helak edecek) buyuruluyor. Musevilere, İsevilere dokunmayacak denmiyor ki.

Yukarıda bildirilen âyet-i kerimeler ile bu hadis-i şerifleri inkâr etmek, dini inkâr etmek olmaz mı?

Hazreti İsa İslamiyeti Yayacak
Sual: Hazret-i İsa gelince, hakiki Hıristiyanlığı mı yayacak?
CEVAP
Hayır. İsa aleyhisselam geldiği zaman, Hıristiyanlığı ortadan kaldıracak, bu ümmetin bir ferdi olarak İslamiyet’i yayacaktır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
İsa, benim dinim üzerine gelir. [İ. Ahmed]

İslamiyet gelince, Hıristiyanlık ve önceki bütün dinler nesh edilmiş, yürürlükten kaldırılmıştır. Hakiki Hıristiyanlık da olsa, hakiki İncil ve Tevrat da bulunsa, bunlar artık geçerli değildir. Hakikisi geçerli olacak olsa idi, Allahü teâlâ, İslamiyet’i göndermez, (Hakiki İsevilik şudur, İsevi dinine devam edin) derdi. Böyle demeyip, (Hak din, yalnız İslamiyet’tir) buyurdu. (İslamiyet’ten başka din, kabul etmem) buyurdu. İslamiyet’in hükmünü ise, kıyamete kadar geçerli kıldı.

Hıristiyanlar, tahrif edilmeyen İncil’i bulsalar, aynen İsa aleyhisselamın bildirdiği gibi, ibadet etseler de, Muhammed aleyhisselamı hak peygamber ve Müslümanlığı hak din olarak kabul edip, Müslüman olmadıkları müddetçe, küfür üzere olurlar. Çünkü imanın altı şartından biri, bütün peygamberlere inanmaktır. Birini kabul etmeyen kâfir olur.

Hakiki Hıristiyan
Sual: Bir arkadaşa niçin Kiliseye gittiğini sordum, (Ben hak yolda olan, Peygamberimize inanan hakiki Hıristiyanlarla görüşüyorum, küfre karşı onlarla omuz omuza cihat ediyoruz) dedi. Hak yolda olan Hıristiyan olur mu?

CEVAP
Hakiki Yahudi gibi, hakiki Hıristiyan da gayri müslimdir, yani Müslüman değildir, şeksiz, şüphesiz kâfirdir. Resulullahın, sadece bir peygamber olduğunu kabul etmek yetmez; bildirdiklerinin hepsine de iman etmek şarttır. Resulullahı sevip, onun düşmanlarını sevmemek de, şarttır. Bir kimse Lenin veya Mao için, (O vardır, komünizmin büyük lideridir) dese; fakat komünizmi kabul etmese, komünistler için bunun önemi olmaz. Peygamber efendimizi kabul etmek demek, imanın altı şartını da kabul etmek demektir. Birini kabul etmeyen kâfir olur. Hıristiyanlar, Kur’an-ı kerimi de, Peygamber efendimizin bildirdiği İslamiyet’i de kabul etmiyor. Hak din yalnız İslamiyet’tir.

Bir âyet-i kerime meali:
İslam’dan başka din arayanın, o dini asla kabul edilmez. [Al-i İmran 85]

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
Cennete ancak Müslüman girer. [Buhari]

Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerife de, ancak Müslüman olan inanır, hakiki Hıristiyanlar inanmaz.


****

Ama Said Nursi meseleyi kelime oyunları ile nasıl aslından çıkarıyor, kaynağından okuyalım;
“Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cem'iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.”
Said Nursi, Mektubat 441, Yirmidokuzuncu mektup, yedinci kısım

Günümüz Türkçesiyle ve özetle diyor ki; "Şu anda da, Hz. İsa’nın Hristiyanlığa dönüşerek bozulmamış gerçek dini esaslarını bilen ve böyle inanan ve bu Hristiyanlıktan uzak gerçek(!) İsevilik inancına(!) sahip olup İnanç esaslarını İslamın esasları ile birleştirmeye çalışan bir fedakar ve kendilerine “Müslüman İseviler” demeye layık topluluk var.(ki yukarıda anlattığımız gibi böyle bir şey yok) İşte insanlığı bütün dinlerden ve Allah inancından uzaklaştırmaya çalışan Deccal ordularına karşı bu Müslüman İseviler(!) insanlığı, Allah’ı inkar yanlışından kurtaracak, Hz. İsa ile beraber bu Müslüman İseviler Deccal ordularını yenecekler…"

Baştan sona uydurma ve tuzak bu sözler.. Bu şekilde yazdığı bilinen tek bir muteber din alimi daha yok bu Ümmette.. İsmini ve eserlerini bildiğimiz binlerce ehl-i sünnet alimlerinden biri bile böyle bir uydurma bilgi sunmamışlar Müslümanlara.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Cevşen bir Şia Uydurmasıdır



 Cevşen Nedir Faziletleri Nelerdir?

Cevşen, "örme zırh" anlamında Fars'ça bir isimdir. Cevşen-i Kebir ise, büyük zırh demektir.

Anlatıldığına göre Asr-ı saadette cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud'da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, Hz. Peygamber ellerini açarak Allah'a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve, “Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” demiştir.

Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile Allah'a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehitleri derecesinde 900 bin şehit sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.

Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez. Cebrail, Hz. Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere talim etmesini istemiştir. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivayet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.

Uydurma Cevşene Reddiye;

1- Efendimiz'e vah yen gelmiş kendisi Arapça, ismi Farsça olan cevşen dışında başka hiç bir metin yoktur.

2- Peygamber Efendimiz Uhud'da zırhını çıkarmamıştır aksine üzerinde iki zırh birden giymiştir. Peygamber Efendimiz daha sonraki savaşlarda da zırh giymiştir hatta Mekke’nin fethinde şehrin içine bile başından miğferi olduğu halde girmiştir;
...Enes b. Malik'den (rivayet olunduğuna göre) Rasûlullah (s.a.) fetih yılında Mekke'ye başında miğferle girmiş...
(Buhari, cezaü's-sayd 18, cihad 169, el-Meğazi 47 libas 17; Müslim, hac 450; Tirmizi, cihad 18; Nesai, menasık 107; ibn Mace, cihad 8; Darimi, menasık 88; siyer 20; Mu-vatta', hac 247; Ahmed b. Hanbel, III, 109, 163, 180, 186, 224, 231, 232, 240.)

"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Uhud günü (üst üste giyilmiş) iki zırhdan (destek) gördü."
[Ebu Davud, Cihad 75, (2590); İbnu Mace, Cihad 18, (2806).Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin isnadı, Buhari'nin şartı üzere sahihtir]

Rasulullah'ın herhangi bir gazvede zırhını çıkardığına dair hiçbir rivayet yoktur. Bilakis, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu sabittir:
"Bir Peygambere, zırhını giydikten sonra, onunla düşmanları arasında Allah Teala hükmünü vermedikçe zırhını çıkarması yaraşmaz."
Hadisin tahrici: İbni Hişam, 2/63, 66; İbn İshak'tan, o da Zühri ve bir başkası yoluyla mürsel olarak rivayet etmiştir.
Hadisin tamamını ve bir benzerini Ahmed b. Hanbel (3/351) de rivayet etmiştir.
Darimi (2/129, 130) ise mevsul olarak İbni Zübeyr yoluyla Cabir'den aktarmıştır, ravileri sikadır.
Bu hadisin İbn Abbas'tan rivayet edilen şahidini ise Hakim (2/128, 129, 296, 297) ve Ahmed b. Hanbel (290) rivayet etmişlerdir. Hakim isnadı sahih görmüş

Üstelik Cebrail (a.s.), Hz. Peygamber'e zırhını çıkarmasını değil, çıkarmamasını emretmiştir. Uhud savaşından sonra gerçekleşen Hendek Harbi'nde kafirlerin dağıldığı gecenin sabahı Müslümanlar Medine'ye dönüp silahlarını bıraktıkları sırada, Cebrail, Rasulullah'a gelmiş ve "Zırhını çıkarıyor musun? Melekler, henüz silahı bırakmadılar. Allah Teala, sana Beni Kurayza üzerine yürümeni emrediyor; ben de onlara gidiyorum." demişti. (Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 6/3886. Muslim, Cihad ve's-Siyer, 22/65; 23/69.)

Yine aynı savaşta Rasulullah'ın başında miğferi de vardı ve aldığı darbe ile miğfer kırılmış; Peygamberimiz de yaralanmıştı. (Buhari, Megazi, 26/113; Muslim, Cihad, 37/101)

Cenab-ı Hak buyurmuştur ki: "Biz ona (Davut'a), sizin için, sizi savaşın şiddetinden korumak için, giyecek (zırh) yapma sanatını da öğretmiştik. Şimdi siz, şükreden kimseler misiniz?" (Enbiya, 21 / 80.)

Katade (R.a) Hazretleri der ki:
"İlk zırh yapan kimse, Davud (a.s.)'dur. Çünkü, zırhın yapıldığı o malzeme, daha evvel geniş levhalar halindeydi. Binaenaleyh, onu delip de ören ve böylece bedene giyilecek hale getiren ilk kişi, odur."

(...) ("Sizi savaşın şiddetinden korumak için"in) manası, "Sizi yaralanmaktan, öldürülmekten, kılıçtan, oktan, mızraktan korusun diye..." demektir. (...) Allah, "Şimdi siz, şükredenler misiniz?" buyurmuştur. Yani, "Bu sanatı size muyesser kılmasından ötürü, Allah'a şükrediniz..." demektir. (Razi, Tefsir-i Kebir, 16/193-194.)

Bu zırh çıkarma uydurması, hem Hz. Davud (a.s.)'a bir küfran-ı nimet, hem de Allah'a şükredilmesi gereken bir konunun Hz. Peygamber için iptal edilmesi anlamına da gelmektedir.

3- Cevşen'in Sünni kaynaklarda bulunmaması, Şiiler'ce muteber kabul edilen Kutub-ul Erbaa'da bulunması, bunun uydurma olduğunu gösterir.
Cevşen ile ilgili rivayetlerin, hadis usulünde kabul edilen rivayet usulleri ve özellikle hadisin kabulünü gerektiren mütevatir, sahih, hasen kategorileri içerisinde olmaması, Cevşen'in sıhhati hakkında epeyce ipucu vermiştir. Üstelik bunun Musa el-Kazım - Ca'fer es-Sadık - Muhammed el-Bakır - Zeynelabidin - Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarikıyle Hz. Peygamber'e isnad edilmesi, yani hep Şia'nın sahip çıktığı şahsiyetler yoluyla intikali, Sünni alimlerin ve toplumunun bu rivayeti göz ardı etme neticesine götürmüştür.
Cevşen'in mana ve muhtevası ne kadar güzel ve müsbet olduğu varsayılsa bile İlim erbabı Sünnilerce mevzunun sened tenkidi açısından yapılan değerlendirmeye itibar edilmektedir. Öyle de olmalıdır. Hadis usulü ilim dalı boşuna oluşmamıştır. Metni güzel diye tüm uydurma hadisleri sahihlersek ortalıkta uydurma ve zayıf hadis bırakmayız.
Altının değerini sarrafı bilir misali Hadisin değerini (sahihliğini) de hadis usulü ilmine vakıf alimler bilir. Hiçbir hadis usulü alimi cevşen hakkındaki bahsedilen metne sahih diyememişlerdir.

4- Cevşen fazileti diye yazan;
“Cevşen'i okuyan dört semavi kitabı okumuş gibi olur",
"Bunu okuyan asla Cehennem'e girmez" ,
"Üzerinde Cevşen yazılı kefenle gömülen kişi kabir azabı görmez" ,
"Her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir"
"Cebrail, Hz. Peygamberden duayı kafirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere talim et"

gibi İslam Akaidine tamamen taban tabana zıt olan akıl almaz hurafelere inanmak mümkün değildir , Kur-an'ı Kerimi ezberlese dahi kafire hiç bir faydası olmaz iken cevşenin kafire ne faydası olur, bu saçmalıklar hem Hz Cebrail'e hem Peygamber Efendimize atılan iftiradan başka bişey değildir.

5- Madem bu dua Peygamber Efendimizi koruyacaktı da Efendimiz, Uhud harbinde niye yaralandı?

Hz. Ebu Hüreyre  (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Uhud günü: "Peygamberine böyle yapan bir kavme Allah'ın öfkesi arttı" dedi ve (kırılan) dişine işaret etti. Ve ilave etti: "Allah'ın gadabı, Resulullah'ın Allah yolunda öldürdüğü kişiye de Allah'ın öfkesi şiddetlendi." [Buhari, Megazi 24; Müslim, Cihad 106, (1793).]

Hani bu dua zırhtan daha iyiydi?
Bu savaştan sonraki savaşlarda niye yaralanmalar oldu?
Peygamber Efendimiz mübarek dişini niye yitirdi?
70 kadar sahabi neden şehit oldu?

Ters köşeye yatan Cevşen savunucuları bu seferde Cevşenin Uhud savaşının sonunda indiğini iddia ediyor, Sahabe Efendilerimiz, Tabiin ve daha sonraki Müslümanlar çok sayıda savaşlar yapmış bir çok yer fethedilmiş bu savaşlarda çok sayıda Müslüman şehit olmuş ve yaralanmıştır, bu durumda Sahabelerin Cevşenden haberi yokmuyduki çok sayıda Sabehe Efendimiz şehit oldu ve yaralandı!  Ne önceki ne sonraki savaşlarda Sahabe Efendilerimizin cevşen takdığı yada okuduğu ne duyulmuş ne görülmüştür ayrıca sonraki savaşlarda da Müslümanlar zırh giymiştir.

6- O halde bu hadis nerede geçiyor diye araştırdığımızda şu sonuca varırız ki, bu olay ehl-i sünnetin ne birinci derece hadis kitaplarında, ne de ikinci derece hadis kitaplarında geçmemektedir. Peki bu uydurma şey bize nasıl ulaştı diye bakarsak şu sonuca varırız ki cevşen bir şia uydurmasıdır.

Cevşen ile Alâkalı rivayetin aslı varmıdır ?

Soru: Cevşen ile Alâkalı rivayetin aslı varmıdır ve söylendiği gibi insana koruma sağlarmı ?

Cevap:
Ehl-i Sünnet kaynaklarında, Cevşen ile alakalı olarak bir rivâyet bilinmemektedir. Bunun ancak Şia kaynaklarında geçtiği söylenmektedir. İmam Ğazâlî’ye nisbet edilmesi, Ona yapılan bir iftirâdır; isbât edilmemiştir ve edilemeyecektir. Cevşen’in, Ehl-i Sünnet tasavvufunun yüz küsür sene evvelki dönemdeki büyüklerinden birine âid bir eserde yer almış olması ise sadece îtimada dayanan bir zühûl(yanılgı) olup, O zatın bi hakkın büyüklüğüne zarar vermez. İşin rivâyet açısından sâbit olmamasını, akla ve müşâhadeye de ters düşmesi dahi teyid etmektedir. Zira günümüzdeki eşkıyânın, boynunda cevşen asılı olan nicelerini öldürdüğü, nice cevşenli cesedlerin yerde yattığı görülmektedir. Üstelik böyle bir kıyak, Cebrâil tarafından Nebi sallallahu aleyhi ve selem’e ve arkadaşlarına bile yapılmamıştır. Onların, ‘zırhı çıkarmak’ yerine ‘zırhı giymek’le emredilmeleri ve hep zırh giymeleri akıllıları düşündürmelidir.

Hüseyin Avni

Cevşen Duası Nedir?

Diyalogcuların bir sembol haline getirdiği, Vatikan Katolik Kilisesi temsilcisi George Marovich’in (diyalog toplantılarında gördüğümüz kadarıyla) dilinden düşmeyen cevşen’in dinimizdeki yeri nedir sorusuna cevap arayalım.

Diyanet Ansiklopedisinin Cevşen maddesinde özetle diyor ki:
Farsça asıllı olduğu kabul edilen cevşen kelimesi sözlükte, “zırh, savaş elbisesi” anlamınagelmektedir. Terim olarak Şii kaynaklarında Ehl-i beyt tarikiyle Hz. Peygambere isnat edilip, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sağır denilen iki duanın ortak adıdır. (s.462-464)

Cevşen-i Kebir: Anlatıldığına göre Asr-ı saadette cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud’da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, Hz.Peygamber ellerini açarak Allah’a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve, “Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” demiştir.

Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile Allah’a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehidleri derecesinde 900 bin şehid sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.

Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez. Cebrail, Hz.Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere tâlim etmesini istemiştir. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivâyet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.

Dua, Şia bölgelerinde özel matbaalarca kefen üzerine yazılmakta ve cenazenin kefenlenmesinde kullanılmaktadır.Cevşen-i Kebir Türkiye’deki bazı Sünni müslümanlar arasında da ilgiyle karşılanmıştır.Duayı, A. Z. Gümüşhanevi, tarikatla ilgili Mecmuatül-ahzab adlı eserinde nakletmiş, daha sonra özellikle Risale-i Nur cemaati tarafından müstakil olarak birçok defa basılmış ve Türkçe’ye de tercümeleri yapılmıştır. Ayrıca Şii kaynaklarında zikredilen metinle bu eserlerdeki metin arasında bazı eksiklik veya fazlalıklar göze çarpmaktadır.

Cevşen-i Kebir diye bilinen ve Musa el-Kazımdan itibaren imamlar yoluyla Hz. Peygambere nispet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen, yaklaşık 15 sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya tarihi bir vakayı anlatan,hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak, her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle raptedilip tekrarlanması, Hz. Peygamberden alınıp rivayet edilmesi imkansız denecek kadar güçtür.

Duanın Sünni hadis mecmualarında yer almaması, ayrıca Şii hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki Kütüb-i erbeada da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede kitaplarda mevcut olması da bu görüşü desteklemektedir.

Sonuç:
Cevşen, Kaynaksız Mesnetsiz Şii Duasıdır.Fazileti hakkında söylenenler uydurmadır.

***

Said-i Nursi'nin risalelerinin onlarca yerinde Cevşen'in faziletine dair yazdığı abartılı sözlerin de hiç bir şer'i kaynağı yoktur. "Onun kalbine ilham olundu da öyle yazdı" diyenlere diyoruz ki, "kalbe gelen ilhamlar ile eser yazmak muteber değildir. Başkaları da çıkıp 'Bizim kalplerimize de şu şekilde ilham olundu.' derse ve başka bir görüş savunursa ne olacak?"

İslam dininin dört kaynağı vardır. Her alim, her hususu bu dört temele dayanarak izah etmek ZORUNDADIR. Sorulduğunda bu dört kaynak ile ilmi delil getiremeyen alimin iddiası/izahı batıldır. Şer'an bağlayıcı değildir.

Bu kaynaklar;
- Kur'an
- Sünnet
- Ümmetin İcması/ittifakı
- Kıyas'tır...

En büyük evliyaullah, en büyük kutuplar hatta her devirde bir tane olan kutbul aktab bile, her sözünü şeriatin dört kaynağı ile desteklemek ve bu şekilde şer'i delillerini getirmek zorundadır. Onlar dahi dört hak mezhepten birine tabi olmak zorundadır ve hep olmuşlardır.

Kimsenin rüyası ve kalbine geldiği iddia edilen ilhamı hiç bir başka mü'mine şer'i delil değildir. Muteber rüyalar, muteber keşf ve ilhamlar da sadece kişinin kendine delildir.

O halde yüz de doksanı kalbe geldiği iddia edilen ilhamlara dayanan Risale-i Nur'un hiç bir ilmi bağlayıcılığı ve itibarı yoktur. Zaten yazarın risalelerinde yalan yazdığı da biraz ilim sahibi olup da bunları inceleyen gözlerin önünde bariz bir şekilde durmaktadır.

Bir müslümanın karşısına bir başka müslüman çıkıp da "Bu ilmi konuda ben rüyamda şu şekilde bir işaret gördüm" dese, yada "Bu ilmi konuda Allahü Teala doğrusunu benim kalbime ilham etti." dese o kimseye inanmamanın, onun rüyası ve ilhamı ile hareket etmemenin İslam şeriatinde hiç bir vebali yoktur. Böyle bir durumda görülen rüyanın ve alınan ilhamın şeriatin dört kaynağına uyup uymadığına bakılır. Kişi bunlarla kendisi amel eder. Ama isabet eder ama edemez. Başka biri bunları kaale almak zorunda değildir. Zira kimse kimsenin kalbini ve rüyasını bilemez. Buna gücü yetmez. Gücü yetmediğinden de mesul tutulmaz. Kim nasıl bilebilir bu iddiadaki kişinin kalbine gerçekten ilham gelip gelmediğini? Gelse bile bu ilhamın veya gördüğü bu rüyanın Rabbani mi yoksa Şeytani mi olduğunu da kim nasıl bilebilir?

Kaynak:

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Ömer Nasuhi Bilmen'den Pırlantalar

 İslam dini, hak dinlerin en sonu ve en olgunudur. Bu kutsal din, yalnız bir millete ve bir zamana özgü değildir. Bütün insanlara kıyamete kadar gerekli olan Allah'ın tabii dinidir. İnsanların yaratılışlarına ve yaşayışlarına tamamiyle uygundur. Bu yüce din, bir kurtuluş ve selamete eriş yoludur, bu mutluluk kaynağıdır. Allahû Teala'nın razı olduğu dindir. Cenab-ı Hak buyurmuştur:
    "Allah katında din İslam'dır." (Al-i İmran: 19)

 "İslam" sözüne gelince; Lügat manası bakımından İslam, teslim olmak, boyun eğmek ve itaat etmektir. Din teriminde ise, Yüce Allah'a ve O'nun peygamberine itaat etmek, Peygamber Efendimiz'in din adına bildirmiş olduğu şeyleri kalb ile kabul edip dil ile söylemek ve onları güzel görmektir. İslam aynı zamanda din manasına gelir.

   Gerçek din ile İslam arasında esasta bir fark yoktur. Her gerçek din İslamdır. Her İslam da gerçek bir dindir; Buna müslümanlık da denir.

Semavî dinlerin hepsi esas bakımından birdirler. Yalnız bazı ibadetler ve hukuk kuralları bakımından aralarında ayrılık olmuştur.

    Hazret-i Adem'den Hazret-i İsa'ya kadar gelen bütün mübarek peygamberlerin insanlara bildirmiş oldukları dinler, iman esaslarında bir olup yalnız bir Allah'a iman etmeye dayalı iken, bunlar sonradan bozulmuş ve asılları kaybolmuştur. Yüce Allah en son ve en büyük Peygamberi olan Hazret-i Muhammed'i Sallallahu aleyhi ve Sellem'i bütün insanlara Peygamber olarak göndermiştir. Onun aracılığı ile de hak dinlerin en sonu ve en mükemmeli, olan İslam dinini kullarına Allahü Teala ihsan etmiştir. İşte bugün yeryüzünde hak din olarak kıyamete kadar yaşayacak olan yalnız bu İslam dinidir.

    İkincisi: Asılları değişmiş ve bozulmuş olan dinlerdir. Bunlar, yukarıda söylendiği gibi asılları bakımından birer gerçek din iken sonradan bozulmuş, İlahî niteliklerini kaybetmiş olan dinlerdir. (Yahudilik ve Hristiyanlık)

    Üçüncüsü: Batıl dinlerdir. Bunlar asılları bakımından da gerçek din ile ilgisi bulunmayan dinlerdir. Bunlar birtakım milletler tarafından ortaya konmuş olan uydurma inançlardır. Bunlarda akla ve mantığa uygun olan bazı hükümler bulunsa bile konuluşları itibariyle İlahî olmak şerefinden yoksun olup hiç bir bakımdan din kutsallığını taşımazlar. Ateşe, yıldızlara ve putlara tapan milletlerin dini bu türdendir.

Ömer Nasuhi Bilmen - Büyük İslam İlmihali / İtikad

***
 Hz Adem'den Hz İsa'ya kadar gelen bütün Dinlerin hepsi Tevhid dini, Müslümanlık ,Hanif Din, yani İslam Dinidir , sonradan bu hak dinler bozularak yahudilik - hristiyanlık gibi farklı isimler almıştır, bunun aksini söyleyen Kuran'ı Kerime muhalefet etmiştir, Kurana muhalefet eden Allaha muhalefet etmiştir.

Bu dini İbrahim, kendi oğullarına vasiyyet etti, Yakub da öyle yaptı: "Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dini size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca müslüman olarak can verin!" dedi.
BAKARA/132

Yoksa siz de olaya şahit mi oldunuz; Yakub'a ölüm hali gelip çattığı zaman, oğullarına; "Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?" dediği zaman, oğulları; "Senin Allah'ına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın Allah'ına, tek olan o Allah'a ibadet edeceğiz. Biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız." dediler.
BAKARA/133

Dediler ki: "Yahudi veya Hristiyan olun ki hidayete eresiniz." De ki: "Hayır, doğru yol Hanif muvahhid olan İbrahim'in dinidir; O müşriklerden değildi."
BAKARA/135

Deyiniz ki, "Biz, Allah'a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim'e,İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse ve bütün peygamberlere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız."
BAKARA/136

Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yola girmiş, hidayeti bulmuş olurlar…
BAKARA/137

"Yoksa siz, İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakup da ve torunları da hep yahudi ve hıristiyan idiler mi demek istiyorsunuz?" De ki: "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah'ın şahitlik ettiği bir hakikatı bile bile inkar edenden daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
BAKARA/140

F. Gülen; "Babası ölen Kuran"

F.  Gülen; "Babası ölen Kuran"


Hıristiyanlığın esasları nedir?

Sual: Hıristiyanlığın esasları nedir?

CEVAP
Hazret-i İsa 30 yaşında iken, Benî İsrail'e peygamber olarak gönderildi. Bozulan Yahudiliğin hükümlerini nesh edip yürürlükten kaldırdı. Hazret-i İsa'ya inanmayan Yahudiler, onu Romalılara şikayet etti. Kudüs'teki Romalıların Yahudi valisi Pilatus, Hazret-i İsa'nın yakalanıp çarmıha gerilmesini emretti. Havarilerden biri olan Yehuda, onu Romalılara ihbar etti. Askerlerle beraber yerini göstermeye gidince, Allahü teâlâ Yehuda'yı Hazret-i İsa'nın şekline çevirdi. Askerler aradıkları İsa'nın bu olduğunu sanarak, Yehuda'yı çarmıha gerdiler. O anda Allahü teâlâ Hazret-i İsa'yı göğe çıkardı.

Hak din olan İsevilik yayılmaya başlayınca, Yahudiler ile Yunanlılar ve Romalılar karşı çıktılar. Bolüs [Pavlos] adındaki bir Yahudi; Hazret-i İsa'ya inandığını söyleyerek asıl İncil'i yok etti. Ortaya çıkan kişiler 12 havariden ve Bolüs’ten işittiklerini yazdılar. Böylece birçok İncil meydana geldi. Yunan felsefesi ile yetişen Bolüs, Havarilerden Barnabas’ın yakın arkadaşı idi. Bozuk fikirlerini ona da aşılamak istedi, başaramayınca, açıkça düşmanlığa başladı. Bolüs, İsevi görünüp kendisini din âlimi tanıtarak; "İsa, Allah'ın oğludur" gibi birçok şeyler uydurdu. Şarabın ve domuzun helal olduğunu söyledi. Bolüs'ün "İsa'nın haça gerilmesi, hikmet ve kurtuluştur" diyerek ortaya attığı anlamsız iddia; bugünkü Hıristiyanlığın esas felsefesini teşkil etti.

Müslümanların kitaplarından alarak dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen Galile, İncillerdeki yanlış bilgiye göre, Engizisyonca müebbet hapse mahkum edildi ve gözleri kör olarak öldü.

Hıristiyanlıkta:
1-
Her çocuk günahkâr doğar.
2- Hazret-i İsa, oğul Allah’tır.
3- Allah, insanların günahını affettirmek için, kendi oğlunu haçta öldürtmüştür.
4- İnsanlar, Allah’a dua edemez. Ancak papazlar dua edebilir ve insanların günahını affedebilirler.
5- Papa günahsızdır. Onun her yaptığı iş doğrudur.

Hıristiyanlığın tekrar doğru yola girmesi için, çeşitli çalışmalar yapılmış, reformlar meydana gelmiştir. Papaz Luther, Protestanlığı kurarak bazı düzeltmeler yapacağım derken, Hıristiyanlığı büsbütün bozmuştur. Kilise, toplumun maddi, manevi bütün hayatına hakim olmuştur:
a) Kilise günahları itiraf ettirir ve papazlar günah çıkarır.
b) Hıristiyanlıkta baba, oğul ve kutsal ruh adına vaftiz olmak kilisenin emridir.
c) Nikah kilisede kıyılır. Kilise dışında yapılan nikah geçersizdir.

Ehl-i kitap ve müşriklik

Sual:
Hıristiyanlar eskiden beri üç ilaha inandıkları halde, niye önceden kitaplı kâfir idi de, şimdi müşrik oluyor? Eski Hıristiyanların kestikleri yeniyor da, şimdikilerin kestikleri niçin yenmiyor?

CEVAP
Eskiden resimlere, heykellere secde ediyorlardı. Ellerindeki bozuk İncillere, Tanrı’nın İsa’ya gönderdiği kitaptır diyorlardı. İsa, Tanrı’nın elçisidir, onu çok seviyor, her istediğini yaratıyor. Babanın oğlunu çok sevdiği gibi, Tanrı’ya baba, İsa’ya oğul diyorlardı. Kendilerine şefaat etmesi için, İsa’ya yalvarıyorlardı. Bunlar ehl-i kitap yani kitaplı kâfir ise de, müşrik değildi.

Şimdi ise çoğu, (İsa’da ilahlık sıfatları var. Babası gibi, her dilediğini yaratır. Ebedi, ezeli olarak diridir) diyorlar. Bunun için, böyle bilenler müşrik olmaktadır. Böyle inanmaya şirk denir. Böyle ibadet edilen resimler, heykeller, haçlar put olur. Bu inançtaki Hıristiyanların kestiği hayvanlar yenmez. Ancak, kitap ehli Hıristiyan mı, yoksa müşrik olanların mı kestiği bilinmeyince ve araştırmak da gerekmediği için, Hıristiyan ülkelerinde kesilen hayvanların etlerini yemek caiz olur.
dinizislam

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Boğulan Papaz

Seyyid Fehim hazretleri bir defâsında talebeleriyle Van Gölü kıyısında giderken, göldeki Ahtamar Adasında bulunan Ermeni kilisesinden bir papaz çıkarak su üstünde yürümeye başlar. Talebeler bunu görünce, bâzılarının hatırına; "Allah'ın düşmanı dediğimiz papaz, su üzerinde yürüyor da, evliyânın büyüğü, Allahü teâlânın sevdiği, seçtiği kulu bildiğimiz,Seyyid hazretleri acabâ neden yürümez ve kıyıdan dolaşır" diye gelir.

Seyyid Fehim, bu düşünceyi anlayıp, mübârek ayaklarındaki nalınları ellerine alıp, birbirine çarpar. Nalınları çarptıkça papaz suya batar. Boğazına kadar gelince, bir daha çarpar. Papaz, batar ve boğulur.Sonra, böyle düşünen talebesine dönerek;
"O, sihir yaparak, su üstünde gidiyor, böylece sizin îmânınızı bozmak istiyordu. Nalınları çarpınca sihri bozulup battı. Müslümanlar sihir yapmaz. Allahü teâlâdan kerâmet istemekten de hayâ ederler." buyurdu. Kerâmeti ile papazın sihrini bozdu.
E.A

Keramet Değil, Ölçü

İki Meşale

1 Mayıs 2012 Salı

Din Hırsızları


Bunlar, “Her zaman yaşadığımız” ve din adına yapılan rezil tartışmalarla, “sürekli” ekranlarda boy gösteriyorlar.
Dini öğretmek değil, tahrip etmekten başka bir işe yaramayan bu reyting ayarlı programlarda, magazinel bir mantıkla, çok önemli bir dini mevzu masaya yatırılıyor, biri önünden biri arkasından vuruyor.
Sonuçta ele alınan mevzu, “yerle bir oluyor!” İnsanların kafası karıştıkça karışıyor.


Mehdi As. Konusunda Uyarı

Dikkat! Zamanımızda bir takım kimseler, Mehdi As. konusunu dillerine dolayarak kendilerini Mehdi olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar! Dertleri Mehdi As. ve İslam’ın yaygın olarak yaşanması ve Müslümanların hakimiyeti değildir; kendi piyasalarını kurmaktır…
Mehdi As. henüz zuhur etmemiştir. İnşallah edeceğine de iman ediyoruz. İbnu Hacer-i Mekki (Heytemi) Hz.lerinin naklettiği bir Hadis-i Şerife göre Mehdi As.’ın ve Deccal’in zuhur edeceğini inkar eden zaten kafir olur.

Mehdi As. teşrif edecektir. O Resulullah efendimizin neslindendir; Ehli Beyt’tendir. Salat u selamlar onların üzerine olsun. Alimlerin bildirdiğine göre ismi ya Muhammed ya da Ahmed’dir. Dünyaya 7 sene hükmedecek, bütün dünyanın Meliki (Hükümdarı) olacaktır. Heytemi Hz.’ne göre dünyada kalışı 40 senedir. (Bu satırların sahibinin notu; dünyada kalışı ifadesi ya akıl baliğinden sonra ya da 40 yaşından sonradır. Allahu alem) Zuhuru ve kuvveti 7 sene sürer. Zuhurunun başlangıcı ve bitmesi 20 seneyi bulur. Yeryüzünü adaletle dolduracaktır. İsa As. dahi yeryüzüne inerek onunla buluşacaktır. İsa As., Mehdi As’a yardım edecek; Deccali Filistinde İsa As. öldürecektir. İsa As., tertemiz olan Şeriat-ı Mustafaviyye’ye yani Peygamber efendimize tabi olacaktır. Peygamberlik için inmeyecektir. Peygamber efendimize ümmet olacak, onun dininin yeryüzünde hakimiyetine desteklik yapacaktır. Ve İsa As., Mehdi As’ın arkasında ona uyarak namaz kılacaktır.

Zulüm ve Allah’a isyanla dolu dünya Mehdi As’ın hakimiyetinden sonra ADALETLE dolacaktır.
Pekçok alameti var. Hepsini yazmayalım. Yazıyı da uzatmış olmayalım.

Alimler diyorlar ki bu alametler (Mehdi As’ın o olduğuna dair belirti ve işaretler) tevilsiz, yorumsuz, olduğu gibi, anlatıldığı gibi zuhur edecek, gerçekleşecektir.

Şimdi bakınız. Bir kimse Mehdiyim diye ortalığa çıkmışsa ya da bir topluluk birinin Mehdi As. olduğu davasındaysa şunlara bakarak onun veya onların yalancı olup olmadığını rahat anlarsınız:
1- Müslümanlar yeryüzüne hakimler mi? O şahıs yeryüzünün meliki mi?
2- Hz. İsa As. onunla beraber mi?
3- Yeryüzünden zulüm, fısk, fücur, aşikar günah işlemek, Allah’a isyan kalkıp yeryüzü adaletle doldu mu? Mal, servet, zenginlik adetsiz hesapsız herkese dağıtıldı, ihtiyaç sahibi kimse kalmadı mı?
Şu üç soru dahi yeter.
Tevillere, yorumlara, kıvırmalara, saptırmalara sakın ALDANMAYINIZ. Bu soruların cevabını sınayınız ve unutmayınız.

Hadis-i Şerifte, Peygamber efendimizin mübarek vakitlerinden sonra Ümmetin zamanı a) Hilafet b) Melikler (Osmanlı dahil) c) Cebabire (Zalimler) d) Mehdi As. dönemi olarak ayrılmıştır. Şu an Cebabireyi yaşadığımıza şüphe yoktur.

Hz. Resulullah efendimizin haber verdiği mutlaka gerçekleşecektir. Cebabireden sonra, İslam (Müslümanlar) yeryüzüne tamamen hakim olacaktır. Velev kıyamete bir gün kalsa, Allah Teala, o günü uzatıp vaadini halk edecektir.
Şimdi, iyi ölçünüz: Filan Mehdi, falan Mehdi diyenler çoğaldı. O Mehdi ise, hani mesela İsa As.? Nerde? Efendim, geldi saklanıyor. Geldi aşikar (açık) değil. Herkes onu bilemeyecek. vs. vs.. Sen her gün Mehdi olarak medyadasın, insanların önündesin, dillerdesin; bir şekilde kendinden bahsettiriyorsun; ama sana destek için inecek İsa As. saklanıyor, kendini göstermez! Böyle sahtekarlık, böyle yalancılık olur mu? İsa As. mübareği görmeden, İsa As. aşikar onunla buluşmadan kimse Mehdi değildir. Tevil etmek, yorumlamak, lafı evirip çevirmek; saptırmaktan, tahrif etmekten, istismar etmekten başka bir şey değildir. Artı: Efendim sen Mehdiysen ya da senin dediğin Mehdi ise hani Müslümanların bütün DÜNYADA melikliği ve hakimiyeti?! Efendim sen Mehdiysen ya da senin dediğin Mehdi ise hani yeryüzünden zulüm, fısk, isyan kalktı da her taraf adaletle doldu mu? İkinci Asr-ı Saadet nerdedir? Hz. Ömer efendimizin devri gibi olan zaman nerede? Mal, servet hesapsız adetsiz herkese dağıtıldı mı?

Bunlar olmadıysa boş vehimlere kapılmamak lazım. Oluncaya kadar kullukta ve ibadette istikamet üzere yaşamak lazım. Mehdilik taslayanlara aldanıp kendini mahvetmemek lazım. Allah nasip ederse inşallah o saadetli zamanlara kavuşuruz. Yoksa, ölüm bize bir kıyamet…

Hadis-i Şerife göre Mehdi As’ın başında bir bulut olacak ve o buluttan bir Melek herkese seslenecek: “Bu Zat, Ehli Beytten, Allah’ın Mehdisidir, ona tabi olun” İmam Rabbani Hz.leri bu Hadisi yazıp “filana Mehdi diye inanıyorlar, hani Melek başı üstünden seslendi mi?” diye sormuş Hadis-i Şerifi asla tevil etmemiş, aslında anlamı şudur budur gibi garip yollara sapmamıştır. Ve alametleri olmayan birine Mehdi diye inananları DELALET ile vasıflandırmış, Ehli Sünnet (Fırka-i Naci) dışında olduklarını bildirmiştir. (Bakn: 380. Mektup)

Bu denli sonucu ciddi ve tehlikeli bir davadır. Uyanık olalım.
Evet; Mehdi As. (ahir zamanın büyük Mehdisi) olmayan birine Mehdi diye inanmak DELALETTİR. Ehli Sünnet yolundan ayırır.
Ve zamanımız ulemasından Mehmed Zahid efendinin şu konuşmasını mutlaka dinleyiniz:
13 Kasım 1980 günü ahirete irtihal eyleyen Mehmed Zahid Koktu Efendi, kasete alınmış bir sohbetinde Mehdi As’la ilgili olarak şunları söylemektedir:
“ ’Ey Ümmetim, ben sizi bir Mehdi ile tebşir ederim (müjdelerim). Zamanlarınızın korkunç günleri olacaktır. Korkunç günlerinizden sonra sizi hayırlı bir günle tebşir ederim.’ Hadis-i Şerifte ‘min Kureyşin’… Mehdi Kureyş’ten olacaktır. Şimdi kimilerine mehdidir diyor insanlar. Filan adam mehdiydi. İyi dinleyiniz ama. Peygamber Efendimiz diyor ki ‘Kureyş’ten olacak’. Araptan olacak. Mekki olacak. Mekkeli bir Arap, Kureyşten. ‘Benim cinsimden, benim silsilemden olacak.’ Başka silsileden değil! Türkten, Acemden, Kürtten değil. İyi dinleyiniz. ‘İnsanların ihtilafa düştüğü bir devirde çıkacak’ ‘Zelzelelerin, felaketlerin, tuğyanların (zulüm ve küfürde çok ileri gitmeler, azgınlıklar, taşkınlıklar), (Allah’a ve Resulüne) isyanların olduğu bir zamanda’ Bu Zat çıkacak. ‘Bu Zatın gelmesiyle yeryüzü adalete boğulacak’ Ortalık adalet dolacak, Hz. Ömer’in devri gibi herkes adalet, rahatlık, huzur (ve Allah’a itaat) içerisinde olacak.
Geldi mi böyle bir Zat? Mehdiyiz, hani ya, ortalığın adaletle dolması lazım. Boş şeylere inanmamak lazım. E canım, kitabında yazmış ben mehdiyim diye. Peygamber Efendimizin sözü mü doğru şunun bunun mu sözü doğru!

‘Nasıl ki zulme, cevre, felaketlere düşmüştünüz onun mukabili adalet olacak’ ‘Gökteki Melekler de Ondan (Mehdi As.’dan) razı olacak. Enbiyalar da Ondan razı olacak, yerde yaşayanlar da Ondan razı olacak.’ ‘Malı “müsahat” ile adalet ile dağıtacak. Ümmet-i Muhammed’in gönülleri zenginlikle dolacak’ Gönülleri dedi, elleri demedi. Allah Teala kalblere zenginlik verecek. ‘O kadar bolluk olacak ki diyecek yok mu ihtiyacı olan gelsin’ Herkes zengin. Tenezzül edip şu ihtiyacım var demeyecek. ‘Bir adam çıkar. Ben geldim der. Mehdi As. git hazineye, oradaki görevli hazinedara, maliye vekiline, ne kadar istersen o kadar versin, diyecek’ ‘İstediği kadar verirler’ Adam gidip der ki ben Mehdi tarafından gönderildim. Ne istersem vereceksin. Diyecek ki ne kadar istiyorsan o kadar al. ‘Alıyor, ama kaldıramıyor’ bu sefer… Bir torba altın, ağır. ‘Döküyor döküyor, kaldıracağı kadarını alıyor sırtına’. Çıkıp gidiyor. Ama adamda pişmanlık başlıyor. Diyor ki bu Ümmet-i Muhammed içinde en haris ben miydim yahu. Hiç kimse gelmedi de yalnız ben mi haris miyim ki geldim. ‘Götürür aldıklarını geri vermek ister’ Oradaki görevli der ki ‘Biz verdiklerimizi geri almayız’ Biz verdik bir kere. ”
Sohbetin yayınlandığı kaynak: http://www.youtube.com/watch?v=1XUC02Tj2Yc&feature=related

http://aldanmayalim.wordpress.com/2011/01/03/%E2%80%9Cmehdi-as-konusunda-uyari%E2%80%9D/

Hıristiyanlıkta akıl ermez inançlar


Sual: Hristiyanlığın belli başlı inançları nelerdir?

CEVAP: Hıristiyanların inançlarından bazıları kendi ifadelerine göre şöyledir:
1- Biz de tek ilaha inanırız. İlah birdir, aynı zamanda üçtür. Üç, bir demektir. Üç tane bir, birbiriyle çarpılırsa yine bir çıkar. Tanrının üç sıfatı vardır. Bir bardak suyun da üç hâli var: Sıvı, katı ve buhar, ama su aynıdır. İşte biz de ilahı böyle biliyoruz. Yani Baba ilah, Oğul ilah, Kutsal ruh İsa... Bu eskiden böyleydi, ama şu anda işleyen ruh İsa’dır. Şimdi biz tanrı olarak tek olan İsa Mesih’e inanırız. Tanrı, Tevrat’tan sonra İsa Mesih vasfına büründü. Baba tanrıdan oğul tanrı oldu. Sonra da İsa Mesih oldu, yani şimdi İsa Mesih’ten başka tanrı yoktur. İsa göğe çıkınca babanın sağına oturmuştu. Sonra Baba tanrı, İsa ile birleşti. Tek Tanrı oldu. Şimdi o tanrının adı İsa’dır. Böylece biz de tek Tanrıya inanmış oluyoruz.”

Musevilik ve İsevilik


Sual: Musevilik, Yahudilikten, İsevilik de Hıristiyanlıktan farklı mıdır?

CEVAP
Bütün peygamberlerin getirdiği dinin aslı İslam’dır. Çünkü itikatta ayrılık yoktur. Sadece amele ait hükümlerde farklar vardır. Bunun için, her peygamberin getirdiği din, kendi ismiyle anıldı. Musa aleyhisselamın dinine Musevilik, İsa aleyhisselamın dinine de İsevilik dendi. Kitapları tahrif edilince, Yahudilik ve Hıristiyanlık adını aldılar. Yani Musevilik Yahudilik, İsevilik de Hıristiyanlık değildir.

Yakup aleyhisselamın on iki oğlundan biri olan Yehuda’nın neslinden gelenlere nispetle veya Filistin’in güney bölgesinde kurulan Yehuda Krallığına nispetle Yahudi diye anılan kimseler, bu dine mensup oldukları için Yahudilik denilmiştir.

Hıristiyan kelimesi ise, Yunancadaki Hıristianos kökünden gelir. İsa aleyhisselâmın adı Hristos olarak da geçtiği için, ona bağlanan, onun yolundan gidenler anlamında Hristianos veya Hıristiyan kelimeleri kullanılmıştır. Hıristiyan kelimesi birinci yüzyılın ortalarına doğru kullanılmaya başlandı.

Hıristiyanlık çıkmadan ve putlara tapınmak başlamadan önce, İseviler mümindi. Muhammed aleyhisselama inanmadıkları için, kitaplı kâfir oldular. Yahudiler, İslamiyet’e, bunlardan daha uzaktır. (Marifetname, Tezkire-i Kurtubi)

Hıristiyanlar, bir ilah yerine teslise inanıp (İsa Allah’ın oğludur) diyerek müşrik oldular. Büyük Kostantin İseviliğe, putperestliği karıştırdı. 325 yılında İznik’teki ruhani meclisinde, 318 papazla birlikte, şirkle dolu yeni bir Hıristiyanlık dini meydana getirdi. (F. Bilgiler)

Yahudiler, İseviliği içerden yıkıp, İncil’i yok ettiler. Uydurma İnciller meydana çıkardılar. Allahü teâlânın gönderdiği (İsevi) dinini bugünkü (Hıristiyanlık) haline çevirdiler. 1973’te meydana çıkan (Barnabas) adındaki hakiki İncil kitabı da, Hıristiyanlığın uydurma bir din olduğunu ortaya koymaktadır. (H. S. Vesikaları)

Pavlos, İsevi görünerek, İsevilik dinini bozdu. Tevhidi teslise, İseviliği Hıristiyanlığa çevirdi. İncili tahrif etti. İsa, Allahın oğludur dedi. Bozuk fikirleri İseviler arasında yayılmaya başladı. Fırkalara ayrıldılar. Türlü efsaneler uydurdular. Hazret-i İsa’nın uydurma resim ve heykellerini yaptılar. Haç işaretlerini kabul edip sembolleştirdiler. Heykellere ve haça tapmaya başladılar. Yani yeniden putperestliğe döndüler. (H. L. O. İman)

Hıristiyanlıktaki, vaftiz ve İşa-i rabbani gibi ayinlerin, İsevilikte bulunmayıp, putperestlikten alınarak sonradan İseviliğe karıştırıldığını ve İsa aleyhisselam bir insan ve Peygamber iken sonradan tanrılaştırıldığını, pek çok Hıristiyan din adamı, profesör, ilim ve fen adamı açıkça yazmaktadır. (C. Veremedi)

Pavlos’un kurduğu Hıristiyanlık ile, İsevilik arasında büyük bir fark olduğu, kesinlikle anlaşılmıştır. Eğer, Pavlos’un İsevilikte yaptığı değişiklikler olmasaydı, Hıristiyanlık da olmayacaktı. (Christian Beginnings, 2. kısım, s. 182)

dinimizislam.com

Çin Fağfuru ve iki Cizvit papazı



Sual: Cizvit ne demektir? Çin fağfurunun Cizvit papazlarına sorduğu sualler nelerdir?

CEVAP

Cizvit ;[Fr. Jésuite] 1512’de papazların kurduğu bir misyoner derneğidir.

Affet Babacığım

       Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu.

      Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.

      Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.

      Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Babasını yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti . Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.

      Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu;  "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

      Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Oğlu sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve
torununa belli etmemeye çalışıyordu.

      Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.

       Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.

       Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti,
içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu.Oğlu ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.

      Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve oğlunun elini tutup hızla barakayı terk etti. Arabaya bindiler.

      Oğlunu yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Bir süre sonra Oğlu: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni  buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...

     Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...
"Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum."