risalei nur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
risalei nur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mart 2013 Pazartesi

Üstad'dan Kelime Oyunları

Büyültmek için tıklayınız


Said Nursi: “Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:
O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhir zamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir…”

----Kastamonu Lahikası Mektup no: 75, s. 1615 (e-risale Mektup 76)----

*****

Fetret Devri Lügatta; İki peygamber arasında peygambersiz geçen süre anlamına gelmektedir.
Ehli Sünnet Alimleri ise -Fetret Devri- muhatabı olan kişilerin, insanlıktan kopmuş kendilerine Din adına hiç bişey ulaşmamış durumları müşkil putperestleri kastetmişlerdir, yani kendilerine Hak din ulaştıktan sonra bu dini bozup tahrif eden Yahudi ve Hıristiyanlar için değil(bu konuda İmam Rabbani Hz’lerinin 259. mektubuna bakabilirsiniz).
Bazıları İmam Hasan Eşarinin; “Peygamber gönderilmeden, tebliğ yapılmadan önce teklif yapılmaz” sözlerini buna delil olarak göstermektedir, bu sözden kendilerine Peygamber gönderilen ehli kitabın Fetret devri muhatabı olduğunu nasıl anlamışlar anlamak mümkün değil!
Peygamber Efendimizden önceki zaman dilimi bir yana Said Nursi kendi zamanına Fetret devri diyerek İslam tarihinde görülmedik bir tuzağa imza atmıştır. Fetret devrini Said Nursi gibi algılayan bir tane bile muteber Ehli Sünnet Alimi yoktur.(Cemalettin Afgani ve M. Abduh- Muteber Ehli Sünnet Alimi değildir)
 Asrı Saadet ve sonraki devirlerde özellikle de Osmanlılar zamanında cihad ve çeşitli yolculuklar ile İslamı bütün Dünya tanımıştır, duymuştur.
Kısacası Peygamber Efendimiz’den sonra Fetret devri söz konusu değildir, ahir zamanda Hz. İsa yeryüzüne indiğinde İncil’deki şeriat değil şimdiki İslam şeriatı üzerine amel edecektir, ahir zamanda İslamiyet ile de omuz omuza gelecek bir taife falan yoktur, Müslümanlar tek ümmettir. Said Nursi’nin bu iddialarının hiçbir mesnedi yoktur.

“O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir.”

[5-6 yaşın altındaki çocukların akıl melekesi çok zayıf olduğu için kafir ile müşriklerin bebek ve çocuklarının  Cennete yada Cehenneme gitme ihtilafı mevcuttur, şimdi bunları değil de 5-6 yaş ile 15 yaş arası kafir çocuklarınından bahsedeceğiz, biri çıkıpta "hayır, 1 yaşındaki çocukla 15 yaşındaki çocuk aynı akla aynı inanca sahiptir" demesi onun ancak akıl seviyesinin ne durumda olduğunu gösterir!
“Akıl bir nurdur. Bu nur ile, hakikate varma­nın yolu, din ve dünya meseleleri aydınlığa kavu­şur… Îmâm nazarında akıl, dinin temeli, yaratılış hikmetinin aslıdır. İslâm Dini, akl-ı selimin ne­ticesinden başka bir şey değildir.”Akaidi Nesefi]

Ehli Sünnet Alimleri mükellef olmayan çocuk kelimei şehadet getirdikten sonra İmanı Zahirinde kimiside Batınında, kimiside hem Zahirinde hem Batınında buyurmuştur(Camiül Mütunda yazılıdır).  Said Nursi 15 yaşından küçük kafir çocuklarını kelime oyunlarıyla Müslüman çocuklarla aynı kefeye koymayı becermiştir. Halbuki Kelimei Şehadet getiren çocuk Müslüman, teslise inanan, istavroz çıkaran çocuk'ta kafir'dir bu farkı görmekte zorlananların akıl sağlığından şüphe etmek lazım. Hem nasıl Müslüman çocuk ile kafir çocuk bir tutulabilirki Peygamber efendimiz zamanında onbeş yaşından küçük iken iman eden sahabeler vardı.(Hz Ali on yaşında iman etti)

Peygamber Efendimiz bazı hadisi şeriflerinde kafir ve müşrik çocuklarının akil baliğ olmadan ölürse Cennete gideceğine, bazı hadislerinde ise akil baliğ olmadan ölseler dahi Cehenneme gideceğini söylemiştir.
Bu konuda farklı Hadisler olduğu için aklı başında olmayan, ne dediğini anlayıp idrak edemeyecek çocuklar için Alimler farklı fetvalar vermiştir, Said Nursi bu konudaki farklı hadisleri ve Alimlerin görüşlerini hiç hesaba almadan her zamanki gibi kalbine gelen ilhamlara göre gelişi güzel fetvayı basmıştır. Gerçi Said Nursinin fetva verecek selahiyeti ve icazeti yoktur buda ayrı bir tenakuzdur.

“Çocuğun mükellef olması ayrı bişeydir Müslüman olması ayrı bişeydir” denilmiştir, yani onbeş yaşından küçük Müslüman çocuklara “iman’sız” denilemeyeceği gibi, onbeş yaşından küçük kafir çocuklarada “iman ehli” denemez.

Her insan İslam fıtratı üzere doğar ama çocuğun onbeş yaşına gelmesi beklenmeden konuşmaya başlayınca İslam telkin edilir, aksi takdirde bundan ebeveyn mesuldür. Zaten İslam fıtratı üzere doğan çocuk ileri yıllarda Kelimei şehadet getirerek İcmali iman sahibi bir Müslüman olur, daha sonraki zamanlarda İslamın ve İmanın şartlarını öğrenerek Tafsili iman sahibi bir Müslüman olur, daha sonraki yıllarda buluğ çağına ererek mükellef olur.
(Buraya kadar bahsettiğimiz akil baliğ olmayan kafir çocukları içindi)

“On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır..."

Bu Din “belki” lere kalmamıştır, bu konu açık ve nettir.
Said Nursi 15 yaşından küçük kafirleri Şehit olarak Cennete yolladıktan sonra sıra 15 yaşından büyüklere geldi!
“15 den küçüklerin Cennete gitme Şehit olma bahanesi olurda, 15 yaşından sonrakilerin suçu ne ki Cennete gitmesin!” mantığıyla hareketen onlara da bir kılıf bulunmuştur buda; kâfirin masumluğu ve mazlumluğu imiş! Said Nursi’nin kâfire verdiği bu masumluk sıfatı insanların uydurduğu hukuka göre ise bu Cennete girmenin insan elinden çıkma kanunlara göre olduğunu savunmaktır bu ise İslamda küfürdür, yok eğer kâfire verdiği bu masumluk sıfatının şeriatta olduğunu iddia ederek söylüyorsa böyle bir şeyde yoktur, Allahın; kâfir, ebedi cehennemlik, sapıtmış diye hitap ettiği hıristiyanlara masumluk libası giydirmek kimin haddine!

Cennete girmek; İslamın ve İmanın şartlarını kalb ile tasdik dil ile ikrar eden ve ehli sünnet vel cemaat âlimlerinin bildirdiği gibi inanan Müslümanlara mahsustur, kafirlerin çektiği hiçbir sıkıntı, hiçbir zülüm onların Cennet gitmesine vesile olmaz, küfür en büyük suçtur bu kafirlere masum denmez.

10 Ocak 2013 Perşembe

Ehli Kitabın Kurtuluş için Dinlerini terk etmelerine gerek yokmu?




Said Nursi;
“Kur'ân-ı Kerim, o cümlede ehl-i kitabı imana teşvik etmekle, onlara bir ünsiyet, bir sühulet gösteriyor. Şöyle ki:
Ey ehl-i kitap! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur; size ağır gelmesin. Zira size bütün bütün dininizi terk etmenizi emretmiyor. Ancak, itikadınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz diye teklifte bulunuyor...”
(İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Suresi, Ayet: 3 / (ebook olarak: İşârâtü’l-İ'câz - Bakara Suresi, Ayet: 3 – s 1173) / Risalei Nur

Teşvik; İsteklendirme, özendirme
Ünsiyet; Ahbaplık, arkadaşlık.
Sühulet; Naziklik
Meşakkat; Güçlük, sıkıntı, zorluk, zahmet.
Esasat-ı diniye; Dinin kökleri, temeli
Bina; Yapı
İkmal; Eksik bir şeyi tamamlama, daha iyi duruma getirme, bütünleme

***

Said Nursi’nin sözlerinin günümüz Türkçesi;
“Ey Yahudi ve Hıristiyan’lar İslama girmek iman etmek sizlere zor gelmesin, çünkü İslam şeriatı sizlere Yahudi’lik ve Hıristiyan’lık dinini bırakmanızı emretmiyor, sadece dininize fazladan birkaç inanç eklemeniz lazım diyor…”

Said Nursi’nin kendi kafasına göre hiçbir delil göstermeden İslam akaidi konusunda verdiği bu şazz fetvasından dönmemiştir. Onların kurtuluşu için yeterli bir yol gibi gösterilen eski dinlerini terk etmeden inanmak yine kâfirliktir, maalesef bu görüşe inanan bir Müslüman’ında imanı tehlikeye girmiştir, neden denirse çünkü böyle bir inanç Allah’ın ehli kitaba; “kâfir, düşman, ebedi Cehennemlik” dediği halde bunun aksini iddia etmektir. Eğer denirse ki “Said Nursi bu sözlerle onların kurtuluşunu kast etmiyor” diye ona denir ki “eski dininizi terk etmeden İslama girin” daveti ne içindir? Sözleri çarpıtmanın ne gereği var , İslam aleminde böyle şeyler söyleyen bir tane muteber Alim yoktur, helede Hıristiyanlık/Yahudilik üzerine İslam inancı bina etmek tam bir felakettir. “Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam'dır” Ali İmran 19 . “Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yola girmiş, hidayeti bulmuş olurlar…” Bakara 137. “Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki bu ümmetten hiç bir kimsenin Yahudi veya Hıristiyan olduğunu duymak istemiyorum. Eğer böyle bir kişi Bana inanmadan önce ölürse o ancak cehennemliktir”. Müslim

Said Nursi’nin İslam adına konuşup ileri sürdüğü bu iddiayı bir de ehlisünnet Âlim’lerinin kaynaklarında ehli kitabın kurtuluşa ermesi için eski dinlerini bırakmaları gerekmi gerek değilmi inceleyelim;
* Dürer’de zikredildiğine göre bugünki Yahudi ve Hıristiyanlar “La ilahe illallah Muhammedünrasulullah” deseler dahi Müslüman sayılmazlar. Onlara gerçekten kabul ediyor musunuz diye sorulduğunda, “sizin Peygamberiniz olarak kabul ediyoruz” derler. Bunların imanının kabul edilmesi için mensup oldukları dinden ayrılıp uzaklaşması gerekir. Şayet bir Hıristiyan “La ilahe illallah” kısmını söyler ve kendi dininden uzaklaştığını söylerse Müslümanlığı ile hüküm edilmez “ben Müslüman’ım” desede Müslüman sayılmaz. İslamın lügat manası teslimiyet demektir ki bu söz Müslüman olmasını gerektirmez. Ancak “ben sizin gibi Müslüman’ım” derse Müslüman’dır
Ehli Sünnet İtikadı/s.91-92

Görüldüğü gibi her şey apaçıktır, Şeriat meydandadır her kim ne olursa olsun kimsenin bunu değiştirme yetkisi yoktur. 


Bir Müslüman’ın, ehli kitabın dininin hak, onlarında cennete gideceğine, şehit olabileceğine, dinlerini terk etmelerine gerek olmadığına inanması kişinin kendi itikadını bozması bunun yanında kendini tasdik edenlerin de itikadını bozmasından ve dahası ehli kitabın imana gelmesine vesile olacağı yerde aksine ehli kitabın küfrüne razı ve onların bu küfrüne katkı da bulunmasından başka nedir?
ESK

27 Aralık 2012 Perşembe

"Said Nursi Peygamber soyundan geliyor." iddiası!


Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Said- i Nursi ile ilgili bir basın toplantı düzenledi. Said'i Nursi'nin anne ve baba tarafından peygamber soyundan geldiğini iddia eden Akgündüz, bu iddiaya dayanak olarak elindeki belgeleri de örnek gösterdi.

" Anne Tarafından Şerif, Baba Tarafından Seyyid " (!)
Düzenlenen basın toplantısında konuşan Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Devleti'nin Yıldırım Beyazıt'tan beri Hz. Muhammed'in soyundan gelen aile üyelerini tespit etmek için ayrı bir bakanlık kurduğunu belirtti. Bakanlığın adının Nakibül Eşraflık olduğunu söyleyen Akgündüz, " Bütün ülkenin 36 büyük eyaletinde ve vilayet merkezlerinde Nakibül Eşraf isimli bölge müdürleri tayin etmiştir " dedi. Osmanlı Devleti'nin peygamberin soyundan gelenler için özel bir terminoloji geliştirdiğini de ifade eden Akgündüz, " Hz. Peygamberin nesli Hz. Ali ve onun hanımı Peygamberimizin kızı Hz. Fatma ile yoluyla devam etmiştir. İki tane oğlu vardır. Birisi Hz. Hasan diğeri de Hz. Hüseyindir. Osmanlı Devleti kayıt tutarken Hz. Hasan'ın neslinden gelenlere 'Şerif ' demiştir ve bunun çoğulu eşraftır. İkinci grup ise, Hz. Hüseyin'in neslinden gelenlerdir. Onlara Osmanlı Devleti ' Seyyid ' demiştir. Ama halk arasında hem Hz. Hasan hem de Hz. Hüseyin neslinden gelenlere ' Seyyid' dendiğini açıkça ifade etmemiz lazım " diye konuştu. Akgündüz " İster Osmanlı arşivlerindeki tapu tahrir defterleri başta olmak üzere bütün kaynaklar, ister Osmanlı'nın sicil arşivlerinde yaptığımız bütün araştırmalar, ister şeriye sicilleri, ister Bediüzzaman'ın doğduğu köyler ve mezar taşları ve kabirler üzerine yaptığımız araştırmalar ve neticede arşiv belgelerinin bize gösterdiği yol doğrultusunda, ulaştığımız Musul'daki arşivler Bediüzzaman'ın baba tarafından Abdülkadir Geylani'nin torunu Hz. Hasan'ın neslinden ve Şerif olduğunu ortaya çıkarmıştır " diye konuştu. "Diğer taraftan annesi Nuriye Hanım'ın ise, Hz. Hüseyin'in neslinden ve Seyyid olduğu ortaya çıkmıştır. Bunu Osmanlı arşivlerindeki belgelerin tamamı desteklemektedir " dedi. Akgündüz Said- i Nursi'nin anne ve baba tarafından seceresini de bir slayt gösterisiyle anlattı.

" 35 Yıllık Bir Gayretin Sonucudur "
Bu iddiada kaynağının ne olduğu konusunda da konuşan Akgündüz " Cevabım çok açık. 35 yıllık bir gayretin sonucudur. Bediüzzaman'ın bütün şeceresinin Musul'da oduğunu Osmanlı arşivlerindeki belgelerden ortaya çıkardık " diye konuştu. En önemli belgenin Dr. Mahmud Said tarafından Musul'dan getirildiğini söyleyen Akgündüz, " Bu belge, Bediüzzaman'ın baba tarafından sülalesi olan, Hiyali Seyyidlerinin reisi Hamed Seyyid tarafından 1935 yılında hazırlanmış ve Nakibül Eşraf'a tasdik ettirilmiştir " şeklinde konuştu. Belgelerin elinde olduğunu da söyleyen Akgündüz, " Bütün şecerenin orijinalleri elimizdedir " dedi. Elindeki belgeyi gösteren Akgündüz, belgeyi arşiv uzmanlarına incelletiklerini ve uzmanların belgenin 80 - 100 yıllık olduğunu söylediğini iddia etti. Akgündüz, " Bütün kayıtlar ve ispatların tamamı elimizde " şeklinde konuştu.

***

Kalbine gelen ilham ve sunuhatları şer-i delil sayan, iradesi dışı kitaplar yazdığını söyleyen Ehli sünnet inancından sapan Said Nursi’yi onlarca bozuk itikadına rağmen zorlama yorumlar, uydurma hatıralar, uydurma şahitler ve yeni nesil hocaların delil diye yamadığı alakasız şeylerle o nu yüceltme çabaları son hızla devam ediyor,

Said Nursi risalei Nurun bir yerinde hem Seyyid olduğunu bilmediği hemde menevi olarak kendini ehli beyt'ten (1) saydığını söylemiştir. Saidin bu hayellerini şakirdleri uydurma bir cifr hesabıyla güyya desteklemeye çalışmıştı(Maidetül Kur'an), bununlada yetinmeyen Nurcular anlaşılan şimdi işi tamamen kan bağına taşımak üzereler!

Her yeni basımla Risalei Nur’larda değişiklikler yapılmaktadır (ki Said Nursi Risalei Nurun bir harfine dokunmanın günah olduğu fetvasını vermişken 2) ,yaptıkları değişiklikler yetmediği için galiba onu yüceltmek için birde Seyyidlik ‘lik verecekler halbuki düne kadar babasının İran’dan geldiği bilinmekteydi!

Dipnot:
1- Emirdağ Lâhikası I, 262, Yirmiyedinci Mektuptan

26 Aralık 2012 Çarşamba

Said Nursi'nin Hayali İcazeti



Yaz olması dolayısıyla, ahali ve talebelerle birlikte Şeyhan Yaylâsına gittiler. Orada, biraderi Molla Abdullah ile birgün dövüşmüş. Tâgî Medresesi Müderrisi Mehmed Emin Efendi, küçük Said'e,
"Niçin kardeşinin emrinden çıkıyorsun?" diye işe karışmış. Bulundukları medrese, meşhur Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin olması dolayısıyla, hocasına şu yolda cevap verir:
"Efendim, şu tekkede bulunmak hasebiyle, siz de benim gibi talebesiniz. Şu halde burada hocalık hakkınız yoktur" diyerek, gündüz vakti bile herkesin güçlükle geçebileceği cesîm bir ormandan geceleyin geçerek Nurşin'e gelir. 1

20 Aralık 2012 Perşembe

Ebubekir Sifil; "Mazlum hıristiyanlar ne Şehit nede Cennetliktir"



Soru: Üstad Said-i Nursi'nin şu sözünü nasıl anlamalıyız: "Hristiyanların mazlumları şehit olarak ölür."

Cevap: Said Nursi merhumun bu sözü, bildiğim kadarıyla Kastamonu Lahikası'nda (Mektup no: 75, s. 1615) geçmektedir. Oradaki ifadeleri şöyledir:
"… Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:
"Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

"Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa'da, Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:
 "O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Ebubekir Sifil Hoca'dan Risalei Nur Değerlendirmesi



Soru: "Risalet-ün Nur sair te'lifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitablardan alınmamış. Kur'andan başka me'hazı yok, Kur'andan başka üstadı yok, Kur'andan başka mercii yoktur. Te'lif olduğu vakit hiçbir kitab müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur'anın feyzinden mülhemdir ve sema-i Kur'anîden ve âyâtının nücumundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor." 

Yukarısı 1. Şua'dan iktibas edilmiştir. Malumunuz bu gün sünneti red eden bir güruh-i la yuflihun mevcut. Bazıları Ehl-i Sünnet adına yola revan olup, kaş yapayım derken göz çıkarıyorlar. Said Nursi'nin yukarıdaki yazısında, benim mehazım sadece Kur'an'dır derken, bu sözden de Sünneti red ettiği anlamını çıkarıp, o da Ehl-i Sünnet değildir diyenler var. Açıkça mehazım Kur'an demek, Sünnete ihtiyacım yok, risalelerimde Sünneti baz almadım demektir diyorlar. Said Nursi burada ne demek istemiştir? Yukarıdaki alıntı için, Said Nursi sünneti red ediyor diyen iddia sahipleri haklımıdır? 

Soru: Malumu-u aliniz edille-i şer'iyye dörttür ve bizi bunlar bağlar. Mezhebimizin hükmü bağlar. İlham ise veliye münhasırdır, Kur'an ve Sünnetle çelişmediği müddetçe kendisi için delil, senet olabilirse de ümmeti bağlamaz. İlham sahibini bağlar, bizi değil. Zira bizi mezhebimizin içtihatları bağlar. Birisi çıkıp dese ki, ilham bizi bağlamaz ise risale-i nur külliyatı da ilhamdır, o da bizi bağlamaz, ne cevap verebiliriz bu soruya? 

Cevap:
Birbiriyle yakın ilişkisi dolayısıyla bu iki soruya tek başlık altında cevap vermek uygun olacak.
İlk sorudaki alıntı, Resail-i Nur'un telifi esnasında müellifinin yanında Kur'an'dan başka herhangi bir kitap veya kaynak olmadığını anlatmaktadır. Adı geçen eserin pek çok yerinde, bu eserin, müellifinin kalbine gelen ilhamların neticesi olarak ortaya çıktığını anlatan ifadelere rastlanır. 

Ancak ne bu durum, ne de soruda alıntılanan ifade, Said Nursi merhumun "Kur'an dışında başka bir kaynak tanımayız" diyerek Sünnet'e başkaldıranlarla aynı safta görülmesini mümkün kılar. Adı geçen eserinin pek çok yerinde Sünnet-i Seniyye'ye yaptığı vurgu bu söylediğimi doğrulamaktadır. Hatta her vesileyle kendisini Ehl-i Sünnet olarak tanımlaması da burada mutlaka altı çizilmesi gereken bir diğer önemli noktadır.
Şu halde Said Nursi Sünnet'i reddediyor diyenlerin haklı olduğunu söylemek mümkün değildir. 

İkinci soruda yer alan meseleye gelince; soru sahibinin de belirttiği gibi, ilhamın –Kur'an, Sünnet ve Şer'î ilkelere aykırı düşmediği sürece– ancak sahibini bağlayabileceğini söylemek gerekir. Dolayısıyla Resail-i Nur'un ilham mahsulü olduğu kabul edilecekse, orada söylenenlerin de ancak müellifini bağlayabileceği de kabul edilmelidir. 

Ancak bu eserde –Kur'an ayetleri dışında– hadislere ve ulema akvaline de yer verildiği vakıası göz önünde bulundurulduğunda, onun mahza ilham mahsulü olduğunu söylemenin doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır. Said Nursi merhumun hapishane hayatı öncesinde geçirdiği tahsil döneminden aklında kalanların ilham kapsamına sokulamayacağı açık olduğuna göre, birinci soruda iktibas edilen ifadelerin mutlak anlamda alınmasının doğru olmadığını söylemek durumundayız. 

Sonuç olarak Resail-i Nur da diğer eserler gibi bir "beşer"in kaleminden çıkmıştır. Bu yönüyle içinde hata bulunması normal, hatta kaçınılmazdır. Gerek eseri, gerekse müellifini "lâ yuhti" olarak görmek de, tamamen değersiz addetmek de yanlıştır. 

 Milli Gazete - 23 Kasım 2004



7 Ekim 2012 Pazar

Said Nursi'nin Övdüğü Cevşen Nedir?



Said Nursî ve şakird’leri, Cevşenü’l-Kebîr veya Cevşenü’l-Sagîr’i tanıtırken, “Hazreti Peygamber Salla’llâhu Aleyhi ve sellem’e Cebrail Aleyhisselâm’ın vahiy ile getirdiği ve zırh’ı çıkar bunu oku dediği ve binbir Esmâ-i İlâhiye sarîhan ve zımnen işaret eden gâyet yüksek ve çok kıymettâr bir müncaat-ı Peygamberî’dir ki, Zeyne’l-Âbidîn (R.A.)’den tevâtürle rivâyet edilmiştir,” diyorlar.

Yukarıdaki ta’rif, “Allah tarafından bir melek (Cibril-ü Emîn) tarafından indirilen ve Peygamber’e okunan, “Vahy-i Metlû” (tilâvet olunan, okunan vahiy) ki, bu doğrudan Kur’ân’ın ta’rifidir. Yalnız bir şeyin tam ta’rifi, o şeyin “Efrâdını Câmi, Ağyarını Mâni,” olmalıdır. Nitekim, onu da tamamlıyorlar, “Zeyne’l-âbidîn tarafından tevâtürle rivâyet edilmiştir.” İşte, Kur’ân’ın tam ta’rifi... Ne var ki, Said Nursî ve şakird’ler, İslâmî ilimlere en azından bir mızraklı ilmihâl seviyesinde sahip olmadıklarından asgarî bir hadis usûlünde çakmışlardır. İslâmî ilimlere birazcık vukuf kesbedenler bilirler ki, tek bir kişinin rivâyet ettiği, tevâtür, meşhûr olmaz, ancak Haber-i Vâhid olur. Haber-i Vâhid ile rivayet edilenler, başka delillerle te’yid edilmemiş ise dâima şüpheyle karşılanır.

Kaldı ki, bütün Hadis Külliyatı arasında, “Hadis-i Cibrîl” gibi tevâtürle sabit olan hadis sayısı pek azdır, güvenilir kaynaklar, tevâtürle sâbit olan hadis sayısını 19 adet olarak vermişlerdir.
Tevâtürle sabit olan Hadis-i Şerif’leri inkâr etmek de tıpkı, “Vahy-i Metlû” olan, Âyet-i Kerimeleri inkâr etmek gibi küfrü muciptir. 

Hâşâ! Sümme Hâşâ! Said Nursî ve şakird’lerin ifade ettikleri gibi, Cevşenü’l-Kebîr ta’rif ettikleri gibi, Cebrail Aleyhisselâm tarafından getirilmiş ve tevâtürle rivâyet edilmiş olsaydı, elbette Kur’ân’dan bir âyet-i Kerime olurdu. 

Kur’ân-ı Kerim’deki âyet’lerden herhangi birisini âyet saymamak, hükmünü inkâr etmek nasıl küfür ise, Kur’ân’da olmayan, âyet niteliği taşımayan herhangi bir metni kutsallaştırmak, ona âyet hüküm vermek de küfürdür. 

“Şüphesiz o (Kur’ân), çok şerefli bir Resûlün sözüdür.” (Resûl, elçi, Peygamber veya Cebrail vasıtasıyla tebliğ edildiğinden, “söz” Resûle (elçiye) nisbet edilmiştir.) 

“Ve o, bir şâir sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz?” “Bir kâhin sözü de değildir (o), ne de az düşünüyorsunuz!” “O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.” “Eğer (Peygamber) bize atfen ba’zı sözler uydurmuş olsaydı.” “Elbette Onu kıskıvrak yakalardık.” “Sonra onun can damarını koparırdık.” (Onu yaşatmazdık) “Hiç biriniz buna mâni olamazdınız.” “Doğrusu o (Kur’ân) takvâ sahipleri için bir nasîhattir (öğüttür)..” (Hâkka Sûresi 69/40-48)... 

Doğrudan vahy’e muhatap, Peygamber hakkında, “Allah tarafından vahyedilmediği halde, kendiliğinden tek bir kelime bile uydurmuş olsaydı, onu kıskıvrak yakalar, can damarını koparır hayatına son verirdik” buyuruyor. 

İYİ DE BU CEVŞEN NEME NE BİR ŞEYDİR? 

4 Ekim 2012 Perşembe

Said Nursi ve Cevşen



 Hem mesela, Kur'an'ın hakiki ve tam bir nevi münacatı ve Kur'an'dan çıkan bir çeşit hulasası olan Cevşen-ül-Kebir namındaki münacat-ı Peygamberi'de (A.S.M.)(...)
Sözler, 424, Onbirinci Şua Olan Meyve Risalesi'nin Onuncu Mes'elesi Emirdağ Çiçeği

(...) hem "Cevşen-ül-Kebir" münacatının seksenaltıncı ukdesinde: (...) diye olan gayet arifane münacat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) beyanı gösteriyor ki; (...)
Şualar, 88, Yedinci Şua/ayetü'l-Kübra/Mukaddime

Kur-an'dan ve münacat-ı nebeviye olan Cevşen-ül-Kebir'den aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak, Rabb-ı Rahimimin dergahına arzetmekte kusur etmişsem; kusurumun affı için Kur'an'ı ve Cevşen-ül-Kebir'i şefaatçi ederek rahmetinden niyaz ediyorum.
Şualar, 48, Üçüncü Şua/Münacat; Lem'alar, 445, Münacat; asa-yı Musa

(...) Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam, Cevşen-ül-Kebir namındaki münacat-ı azamında marifetullahda gayet yüksek ve gayet cami' derecede marifetini göstererek böyle demiştir; biz de, hayalen o zamana gidip Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamın dediğine "amin" diyerek, (...)
Lem'alar, 415, Otuzuncu Lem'a/Hatime

(...) Al-i Beyt'in manevi ve gayet mühim bir mirası ve maden-i feyzi olan Cevşen-ül-Kebir'i kendine üstad eden ve bidayette her günde bir defa bazan üç defa tamamını okuyan ve talebesine tavsiye eden adam, Risale-i Nur müellifidir
Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 164, Yirmisekizinci Lem'a/Keramet-i Aleviyenin Neticesi

Binbir Esma-i İlahiyyeye sarihan ve işareten bakan ve bir cihetle Kur'an'dan çıkan bir harika münacat olan ve marifetullahda terakki eden bütün ariflerin münacatlarının fevkınde bulunan ve bir gazvede "Zırhını çıkar onun yerine bu Cevşeni oku" diye Cebrail vahy getiren "Cevşen-ül-Kebir" münacatı içindeki hakikatlar ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler, (...)
Şualar, 484, Onbeşinci Şua/Elhüccetü'z-Zehra/Üçüncü Medrese-i Yusufiye'nin Tek Bir Dersinin Üçüncü Kısmı/Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Külli Şehadetler.

Cevşen Nedir Faziletleri Nelerdir?

Cevşen, "örme zırh" anlamında Fars'ça bir isimdir. Cevşen-i Kebir ise, büyük zırh demektir.

Anlatıldığına göre Asr-ı saadette cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud'da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, Hz. Peygamber ellerini açarak Allah'a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve, “Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” demiştir.

Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile Allah'a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehitleri derecesinde 900 bin şehit sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.

Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez. Cebrail, Hz. Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere talim etmesini istemiştir. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivayet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.

3 Ekim 2012 Çarşamba

İmam Gazali Hz. celcelutiye ve Said Nursi



Madem Celcelutiye vahy yolu ile Peygamber Aleyhissalatü Vesselama nazil olmuştur. Ve Allam-ül-Guyubun ilmiyle ifade-i mana eder...
(Sikke-i Tasdik-ı Gaybi)

Hem madem Celcelutiyenin aslı vahy'dir. Ve esrarlıdır. Ve gelecek zamana bakıyor; ve gaybi umur-u istikbaliyeden haber veriyor...
(Sikke-i Tasdik-ı Gaybi)

***

Sırf kendi bozuk mezheplerini yüceltmek için binlerce hadis uyduran Şii'lerin Hazreti Ali adına uydurdukları Celcelutiye denen saçmalığına vahiy ve vahiy kaynaklı diyen Said nursi'nin bu mesnetsiz iddiasına İmam Gazali Hazretleri delil gösterilmektedir , gerçekten İmam Gazali Hazretleri bu şianın celcelutiye denen kitabını şerh etmişmidir? 

Said Nursi, Celcelutiye'nin vahyen Hz. Peygamber'e inzal edildiği yönündeki iddiasına İmam Gazali'yi de ortak kılmak istemiştir. Bu kasideyi şerh ettiği iddiası da kendisine atılan bir iftiradır. Nitekim:

Bazı eserler her ne kadar İmam Gazali'ye nisbet edilmekteyseler de, ihtiva ettikleri bazı fikirler itibarıyla, onun kaleminden çıkmadıkları, yahut tahrife uğradığı hususunda kuvvetli şüpheler uyandırmaktadır. Gayeye erişmek için her vasıtayı mubah gören Batıniye taifesi, kitap uydurmakta ve tahrif etmekte şeytana parmak ısırtacak hünerler göstermişlerdir. (...) İmam Gazali'ye nisbet edilen, fakat bozuk fikirler ihtiva eden bazı kitapların ve sahifelerin de bozuk mezhepliler ve dinsizler tarafından uydurulduğunu müdekkik alimler beyan ediyorlar.

Mevlana Şıbli, Sırru'l-alemin kitabı hakkında şunları yazıyor: “Bizce bu kitap şüphesiz düzmedir. Bunun yazılış şekli ve ifade tarzı Gazali hazretlerinin yazı ve ifade üslubundan tamamen ayrıdır. Düzme eseri hazırlayanlar öyle bir hileye başvurmuşlar ki, yer yer İmamu'l-Harameyn'in ders verdiğinden ve hocalık yaptığından bahsetmişler ve akıllarınca -böyle yazmakla- bu kitabı İmam Gazali'nin kitaplarından saydırmak için iyi bir tedbir olarak düşünmüşlerdir. Fakat onların bu tedbiri, kitabın düzmece olduğunu ispata yeterli bir delildir. Çünkü, Gazali'nin adeti, hocalarını ve şeyhlerini kitaplarında ismen zikretmemektir.”
(Ubeydullah Küçük, İhya Tercümesinin Önsözü, Bedir Yayınevi, İstanbul 1989, LXIII-LXV.)

İmam Gazali'ye isnat edilerek uydurulan kitaplardan birçok yazar bahsetmektedir.
[Bak. Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 2/460; M. Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler, DİB Yayınları, Ankara 1984; M. Said Çekmegil, Tetkiklerde Metod ve Tenkit, Sanih Kütüphanesi Yayınları, Malatya 1979, 48-49.]

Gazali, böyle uyduruk kasidelere şerh değil, bilakis Batıniye'yi ret kabilinden birçok kitap yazmıştır.
["Huccetu'l-Hakk, Mufassalu'l-Hilaf, Kitabu'd-Derac, el-Kıstasu'l-Mustakim, Mevazinu Hamse" bunlardandır. Bak. Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 2/459]

Celcelutiye denen kitabın vahiy yada vahiy kaynaklı olması, bunuda Müçtehid Alimlerimizin ve binlerce ehli sünnet Alimlerinin içinde sadece İmam Gazali Hazretlerinin şerh etmesi O na atılan bir iftira olduğuna apaçık delildir.

Ehli sünnet kitapları içinde sadece Ziyauddin Gümüşhanevi hazretlerinin Celcelutiye'yi Mecmuatul-Ahzap isimli kitabına alması Celcelutiye'nin vahiy yada vahiy kaynaklı olması ve ehli sünnet uleması tarafından muteber kabul edildiği anlamına gelmez.

Şia kaynaklarında yer alıp hiç bir ehli sünnet kaynağında yer almayan "cevşen" adlı uydurma hadisi de aynı kitaba alan Ziyauddin Hazretleri için Hüseyin Avni Hoca(1) şöyle buyurmaktadır;
"Ehl-i Sünnet kaynaklarında, Cevşen ile alakalı olarak bir rivayet bilinmemektedir. Bunun ancak Şia kaynaklarında geçtiği söylenmektedir. İmam Gazali’ye nisbet edilmesi, Ona yapılan bir iftiradır; isbat edilmemiştir ve edilemeyecektir. Cevşen’in, Ehl-i Sünnet tasavvufunun yüz küsür sene evvelki dönemdeki büyüklerinden birine aid bir eserde yer almış olması ise sadece itimada dayanan bir zühul(yanılgı) olup, O (A.Ziyauddin hz)zatın bi hakkın büyüklüğüne zarar vermez."(2)

Celcelutiye'nin de cevşen'in de İmam Gazali Hazretlerine nisbet edilmesi iftiradan başka bişey değildir.

 ***
Madem Celcelutiye vahy yolu ile Peygamber Aleyhissalatü Vesselama nazil olmuştur. Ve Allam-ül-Guyubun ilmiyle ifade-i mana eder. Hem madem Celcelutiye mana-yı mecazi ile o kasidenin hakikatını isbat eden Risale-i Nur'a sarihan; ve onun onüç ehemmiyetli risalelerine işareten haber vermekle beraber Risale-i Nur müellifi ve bunun onüç ehemmiyetli vakıat-ı hayatına imaen, remzen, işareten mana-yı mecazi ile haber veriyor.
(Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 136, Sekizinci Şua/İmam-ı Ali'nin (Radıyallahü anhü) Risale-i Nura dair üçüncü bir kerametidir)

Celcelutiyenin üzerinde önemle duran Said Nursinin asıl gayesi bu kitapta Risalei Nurun ve kendisinin Hazreti Ali tarafından müjdelendiğini söylemekten başka bir şey değildir, kimsenin bu iddiayı Hz Ali Efendimize soramayacağını bildiği için delilleri yine kendi hayel ve vehimleridir.

Sonuç:
Said Nursi itikadını ehli sünnet Alimlerinin bildirdiğine göre değil kendisine gelen ilham,sunuhat,zuhurat gibi hayellere vehimlere, celcelutiye ve cevşen gibi uydurma kitapların üzerine inşa etmiştir.

-------
Dipnot:
1-Hüseyin Avni Hoca kimdir; İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'nden mezun olmuştur. İzmir'in büyük ilim adamlarından Fevzi hocadan da dersler almışlardır.

2-http://www.darusselam.com/sorular-ve-cevaplar/157-ceven-ile-alakal-rivayetin-asl-varmdr-.html#comments

29 Eylül 2012 Cumartesi

Said Nursi'ye inen Risale-i Nur!



“Risailin Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.”
Şualar, Birinci Şua, c. I, s. 833

4 Eylül 2012 Salı

Cuma Namazı Kılmayan Müceddidimiz(!)



Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
Cum'a/9

İstedim ki bir adama emredeyim. Cemaate namaz kıldırsın, ben de gidip cumaya gelmeyenlerin evlerini başlarına yıkayım.
Müslim

Cuma namazı her müslümana hak ve vacibdir.
Ebu Dâvud


Birtakım kimseler Cuma namazını terketmekten ya vazgeçerler yahut da Allah onların kalplerini mühürler, sonra da onlar gafillerden olur­lar.
Müslim

***

Said Nursinin çeşit çeşit Cuma Namazı Kılmama bahaneleri;

24 Ağustos 2012 Cuma

Said-i Nursi de bağlıları da en temel İslami ilimlerden yoksunlar


Said Nursî’nin Risâle’leri Üzerine Umûmî Bir Değerlendirme

Risâle’lere umûmî olarak bakıldığında, eskilerin ta’biriyle sugrası, kübrâsı ve neticesi olmayan, şimdikilerin deyimiyle, başlangıç, gelişim ve sonucu olmayan, neyi, niçini, niye götürmeyen, niçin yazıldığı, kâri’lere neleri nasıl öğreteceği belli olmayan bir kısım tekrarlardan meydana getirilen, ciltlenmiş kağıt tomarlarından ibâret olduğu görülür. 

Risâle’lerdeki usandırıcı tekrarlar atılmış olsa, 120, 130, 140 ve hattâ 150 civarında olduğu söylenen bu risâle’ler tek bir kitap halinde toplansa, ancak Merhûm Ömer Nasûhî Bilmen Hoca’mızın te’lifatı arasında bulunan, Büyük İslâm İlmihali kadar bile bir hacme sahip olmaz. 

Usandırıcı tekrarlar dolaysiyle, bu risâle’lerden herhangi birisini sonuna dek okuyan, okuduğunu anlayan birisi olduğunu sanmıyorum. Ancak, Said Nursî şakird’leri gibi, ne okuduğunun farkında olmayan, okuduğunu anlamayan, bu risâle’leri sadece bir vird olarak okuyanlar sonuna kadar okuyabilirler. 

Arap Edebiyatında belagat ve fesâhat incelenirken, “Haşiv” olarak değerlendirilen bıktırıcı bu tekrarlar; ziyâdesiyle hadsizlik bir cür’etle maalesef, şöyle savunuluyor. “TENBİH: Risâle-i Nûr, Kur’ân’ın ve Kur’ân’dan çıkan bürhânî bir tefsir olduğundan, Kur’ân’ın, nükteli, hikmetli, lüzumlu, usandırmayan tekraratı gibi (Hâşâ, Sümme Hâşâ) onun da lüzumlu, hikmetli, belki zarûrî maslahatlı tekraratı vardır. Hem Risâle-i Nûr, zevk ve şevk ile dillerde usandırmayan, dâima tekrar edilen Kelime-i Tevhîd’in delilleri olmasından, zarûrî tekraratı kusur değil; usandırmaz ve usandırmamalı..” (Şualar, Temmuz 2009 İstanbul Baskısı, Sahife 70 Hâşiye) 

23 Ağustos 2012 Perşembe

Said-i Nursi (Said Okur) Gerçekten Müceddid mi?


Sanal ve çizgi film müceddidi!...

İmâmü’l-Müfessirîn (tefsirci’lerin önde geleni), İmam-u Fahruddîn-i Râzî Hazret’leri Cenab-ı Hakk’ın, Cenab-ı Vâcibü’l-Vücûd’un ispatı hakkında tamı tamına binbir delil bulmuştu. İmam-ı Şa’ârânî Hazret’leri, “Allah’ın varlığının sübûtü için binbir delil’e ne hâcet! Kâinat’da tek bir zerre bile O’nun sübûtuna kâfî’dir” dedikten sonra, “Bu adamın Cenab-ı Hakk’ın vücudu sübûtu hakkında ne kadar şüphesi varmış ki, binbir delil ile ispata çalışmıştır.” diyor..

Risâle-i Nûr şakird’lerinin üstaz’ları hakkında o kadar şüpheleri vardır ki, habire şahid’ler, habire deliller bulmaya çalışıyorlar.

Mürşid-i kâmil ve müceddid: 

Nurcular ve 1001 Gece Masalları



Risâle-i Nûr, Said Nursî şakird’lerinin üstadları hakkında o kadar şüpheleri vardır ki, ha bire onun hakkında, şâhid’ler gösterme gayreti içine girmektedirler.

“(Resûlüm!) De ki; Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini azîz (yüceltir), dilediğini de zelil (alçaltırsın), kılansın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kâdirsin.” (Âl-i İmran 3/46) 

Cenab-ı Hakk, bir kulunu belli bir asır’da müceddid, mürşid-i Kâmil gönderecekse âlem-i Ezel’de, Tensib-i İlâhî ile tensip eder, dünya’ya geldikten sonra da onu aziz kılar ve mertebesini insanlar arasında yüceltir. 

Allah’ın aziz kıldığı (yücelttiği) bir kulunu, bütün insanlar bir araya gelseler zelil kılamazlar (alçaltamazlar), Allah’ın zelil kıldığı, alçalttığı bir kulunu da bütün insanlar bir araya gelseler de aziz kılmaya çalışsalar, (yüceltmeye çalışsalar) yine de onu aziz kılamazlar, yüceltemezler.
Şakird’ler, hiç bir suretle üstad’larında bulunmayan, esâsen kendisinin de herhangi bir iddiası bulunmayan, tecdid, irşâd, hattâ mehdî’lik isnadı gibi ifrat ve tefritlerini zorlama şahid’liklere dayandırmak istiyorlar. Önce Necmeddin Şahiner imzasıyla, “Son Şahidler”, “40 YAZARIN KALEMİNDEN BEDİÜZZAMAN”, kitaplarını neşrettiler. Şimdilerde, Salih Okur imzasıyla “Ulemânın Gözüyle Bediüzzaman”, kitabını yayınlamışlardır. 
Tespitlerimize göre, gerek daha önce neşredilen “Son Şahidler” de, “40 Yazarın Kaleminden Bediüzzaman”da ve gerekse son yayınlanan “Ulemânın Gözüyle Bediüzzaman” da yazılarına, görüşlerine yer verilen pek çok zevât ile yüzyüze herhangi bir mülâkatta bulunulmamış, hayâlî mülâkatlarla kendi söylemek istediklerini, isimleri, Efkâr-ı Umûmî’de i’tibâr sahibi zevâta söyletmişlerdir. 

Salih Okur imzalı, “Ulemanın Gözüyle Bediüzzaman” kitabının ön kapağında, Said Nursi’nin Kuvvacı Kalpaklı bir resmi merkeze oturtulmuş, onun etrafına, asrımızın, Sahib-i Zamanı, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmili, Müceddid ve Medâr Mürşid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri’nin, devrimizin büyük âlimlerinden Merhûm Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretleri’nin, Osmanlı Şeyhulislâmlarından, Mustafa Sabri Efendi’nin ve otuza yakın kimsenin resimleri onun etrafına serpiştirilmiştir. 

Verilmek istenen mesaj, “Bu asırda ulema’nın en büyüğü, merkezi, Said Nursî’dir, diğerleri de buna şahid’lik etmektedirler.” 

Said-i Nursi(Said Okur)'nin küfre götüren büyük hataları

Said Nursî’nin hemen hemen, bütün risâle’lerinde tekrarladığı (Esâsen, risâle’ler birbirinin usandırıcı birer tekrarından ibârettir.) çok önemli, fâhiş, te’ville, tashîh ile telâfisi mümkün olmayan, “eski Said, yeni Said,” tekerlemeleriyle geçiştirilmeyecek, inananları küfre kadar götürecek hatâ’larla doludur. 

Fâhiş ve küfrü mültezim büyük hata’lar zinciri: 
1- Teslis Akîde’sine sâhip, müşrik Hıristiyan’ların, şehîd olduklarını ve cennete girebileceklerini iddia etmiştir;
“Bir zaman, eski Harb-u Umûmî’de, düşmanların, ehl-i İslâm’a ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pekçok müte’llim oluyordum. Fıtratımda, şefkat ve rikkat ziyâde olduğundan, tahammülüm haricinde azap çekerdim. Birden kalbime geldi ki, o maktûl ma’sumlar şehid olup velî olurlar; Fânî hayatları, bâkî bir hayata tebdil ediliyor; ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup, bâkî bir mal mübâdele olur. Hattâ, o mazlumlar kâfir de olsa âhirette kendilerine göre o dünyevî âfattan çektikleri belâlara mukâbil rahmet-i İlâhiye’nin hazînesinden öyle mükâfatları var ki, eğer Perde-i Gayp açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tazâhür-ü rahmet görünüp, “yâ Rabbî! Şükür elhamdülillâh” diyeceklerini bildim ve kat’î bir suretle kanaat getirdim. Ve İfrat-ı Şekfat’dan gelen şiddetli te’sir ve elemden kurtuldum.” (Kastamonu Lâhikası, (49), Yeni Asya Neşriyatı, İstanbul, Temmuz 2004, 3. Baskı)...

8 Haziran 2012 Cuma

Said Nursi ve 33 Ayet


“Risale-i Nur’un arkasında otuzüç âyât-ı Kur'aniye işârâtı ve Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahu Anh’in üç kerâmât-ı gaybiye ile ihbârâtı ve Gavs-ı A’zâm’ın sarahate yakın şehâdeti var. Ona hücûm, bunlara hücûmdur.”
Müdâfaalar, 104

-İslam tarihin'de Sahabe Efendilerimiz başta olmak üzere Müctehid mezhep imamlarımız, icazetli Alimlerimiz, irşad ehli değerli tasavvuf büyükleri gibi ceplerinden bin tane said nursi çıkartacak nice üstün şahsiyetler gelip geçmiştir, dikkat edilecek olursa hiç bir ehli sünnet Alimi kendilerinin veya yazdıkları kitapların Kur-an'ı Kerim'de geçtiğini iddia etmemiştir.(Kur-an'dan ve Risaleler'den başka kitap okumayan said nursi ve cemaatı bu kitaplardan bi haber yaşadıkları için onlara göre risale'lerden üstün kitap yoktur).Şeyhi, hocası olmayan üç ay medrese okumuş icazetsiz Said Nursi kendi yazdığı kitabı (ona göre yazmamış yazdırılmış) kutsallaştırılmak için hiç çekinmeden Kur-an ve İslam büyükleri alet edilmiş buda yetmezmiş gibi aba altından sopa gösterircesine "Ona hücûm, bunlara hücûmdur" diyerek Müslüman'ları Kur-an'ı Kerim, Hz Ali ve Gavsı Azam ile korkutmaya çalışmıştır. Said Nursi'nin rüya, ilham, sunuhat ve keşifleri sadece kendisini bağlar bunlar şeriat'ta delil olarak kabul edilemez. 
33 Ayetin risalei nuru işaret etmesi olayı ise tamamen Said Nursi'nin vehim ve hayellerden ibarettir. Delilleri ise ayetleri çarpıtarak yaptığı tevillerden başka bişey değil,(1) bu İslam ve akıl dışı iddialara inanan kardeşlerimize şunu soralım; Peygamber Efendimiz(s.a.v), sahabe efendilerimiz(r.a), müçtehid imamlarımız, yüzbinlerce Alim, fakih, evliya'nın hepsi Kur-an'ı okuduğu halde anlayamadı bu sırrı çözemedi ama Said Nursi yüzyıllarca sonra gelerek bu sırrı çözdü, öylemi?
Özetlersek, kendisini ve yazdığı risalei nur denen kitapları büyük göstermek için her yolu mübah sayan Said Nursi, Müslümanların Allah korkusunu Evliya sevgisini mükemmel bir şekilde suistimal etmeyi başarmıştır.  
Dipnot: 
(1)

4 Haziran 2012 Pazartesi

Said Nursi ve TARİHİ GERÇEKLER 2


Said-i Nursi 1907 yılında İstanbul'a gelerek Abdülhamit Han'a hitaben bir dilekçe yazar ve saraya verir. Dilekçede kullandığı ad "molla Said-i Meşhur"dur.

Dilekçenin içeriğinde kürdistan(!) da eğitimin türkçe yapıldığını, kendisinin buna karşı olduğunu ve kürdistanda(!) kürtçe eğitim yapılması için üç okul açılmasını talep etmektedir. Bu dilekçeden sonra Said-i Nursi (namı diger Said-i Kürdi) Abdulhamit han tarafından mişahade için toptaşı Akıl hastanesine gönderilmiş ve bir süre orada tutulmuştur. Yani Abdulhamit Han tarafından tımarhaneye gönderilmiştir.
Ve bu olayı daha sonra yazılarında kendisi şöyle açıklamıştır:  
"Nasılki zaman-ı istibdatta tımarhaneye düştüm, divanelerin hükmüne konuldum, eğer müdahaneye, kelbi tabassusa, şahsi menfaat için umumi menfaatı feda alan aklın icabı ise, ben divaneligi kabul ettim.Şahit olunuzki böyle akıldan istifa ediyorum. Ey Kürtler tımarhaneyi bunun için kabul ettim. Kürtlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahiyi, maaşını, ihsan-i şahaneyi kabul etmedim."

Yani Said kürtçülük için artık her şeyi göze aldığını ve kürtlüğü ayakta tutmak için tımarhaneyi bile kabul ettiğini söylemektedir.

Yine Said- Nursi 31 mart vakasında başrol oynar ve Volkan gazetesinde kışkırtıcı yazılar yazar.

Mütareke ve Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul'da kürt ileri gelenlerinin(!) serv in uygulanması için oluşturdugu " Kürt teali cemiyeti" vardır, bu cemiyetin üç nolu kurucu üyesi olarak karşımıza çıkar Said-i Nursi(namı diger Said-i Kürdi ve bir diger namı Bediuzaman) ve bu cemiyetin kurucu üyelerinin( ki 61 kişidirler) 1920 koçgiri, 1925 Şeyh Said( Bu Said başka Said'dir karışmasın),1938 Tunceli kürt kalkışmalarında önderlikleri vardır. Ayaklanmaların tarihlerine dikkat edilecek olursa kurtuluş savaşı, Hatay ve Musul -Kerkük meselesi gibi Türk Milletinin en kiritik dönemlerinde yurt içinde kalkışma yaparak arkadan vurmuşlardır.

Yine Said-i Kürdinin Şark ve Kürdistan(!), Kürt Teavün ve terakki gazetesi gibi gazetelerde kürtlerle ilgili bir hayli yazıları yayınlanmıştır.

Ama daha sonra arkasından gidenler tarafından onu Türk milletine kabul ettirmek için yazdıkları bile değiştirilir. Türk harfleriyle basılan kitaplarında "kürdistan" gibi kelimelere rastlanmaz.

Örnegin Said-i Kürdinin "İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi yahut Divan-i Harb-i Örf-i ve Said-i Kürd-i" adlı kitabının "Hatime" bölümü türkçe harflerle basımı sırasında yandaşlarınca değiştirilmiştir.

" Hatime'nin" esas metni şöyledir: " Ey Asuriler ve Keyanilerin cihangirlik zamanında piştar kahraman askerleri olan arslan kürtler, beş yüz senedir yattıgınız yeter . Artık uyanınız sabahtır.............................. Hemde milliyet denilen mazi derelerinde ve hal sahralarından ve istikbal daglarında haymenişin olan Rüstem-i Zal Selahaddin-i Eyyubi gibi kürt dahi kahramanlarıyla bir çadırda oturan aile gibi.............................." 

Ama Türk harfleriyle basılan basımda Türk milletinin duygularını okşayacak bir şekilde" Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin ahfadı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim............................ Selahaddin Eyyübi ve Celaleddin-i Harzemşah ve Sultan Selim ve Barboros Hayreddin ve Rüstem-i Zal gibi ecdatlarımız..............." haline getirilmiştir.

1926 yılından sonra Said-i Kürdi adını kullanmayıp said-i Nursi adını kullanır. Bu ad değişikliği ile ilgili Türkçü Nihal Adsız şu tespiti yapar:" Kürtlerin mevhum meziyetlerinden bahsediyor. Kısacası, onlara devlet kurdurmaya çalışıyor. Tabi devletin buna müsaade etmeyeceğini anladıktan sonra 180 derece çarkla said-i Kürdi olan adını Said-i Nursi yaparak ve nur risaleleri diye cehlin ve taassubun örnegi olan karalamalar düzerek bir din mürşidi gibi ortaya çıkmayı başarıyor." (Adsız, makaleler 111- makale adı" nurculuk denen sayıklama)

10 Mayıs 2012 Perşembe

Said Nursi; "Cehennemde olsa sonsuzluğu isterim"



Şuâlar, 193, Onbirinci Şuâ/Meyve Risalesi/Sekizinci Mes'elenin Bir Hülâsası/Birincisi; Âsâ-yı Mûsa, 37; Îman ve Küfür Muvazeneleri, 175, Meyve Risalesi/Sekizinci Mes'elenin Bir Hülâsası/Birincisi
(...) Bir zaman -küçüklüğümde- hayalimden sordum: "Sana bir milyon sene
ömür ve dünya saltanatı verilmesini fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi
istersin? Yoksa, bâkî fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?" dedim. Baktım,
ikincisini arzulayıp birincisinden "ah!" çekti. "Cehennem de olsa beka isterim."
dedi.

İşârâtü’l-İ’caz, 90, Mahiyet-i Küfür/Pekâlâ, o ebedî ceza hikmete muvafıktır; kabul ettik. Fakat merhamet ve şefkat-i İlâhiyeye ne diyorsun?
Vücudun, velev Cehennemde olsun, ademden daha hayırlı olduğu vicdanî bir
hükümdür. Zira adem, şerr-i mahz olduğu gibi, bütün musîbetve ma’siyetlerin de
merciidir. Vücut ise velev Cehennemde olsa, hayr-ı mahzdır. 

*******************
Said Nursi küçüklük hayellerini kitabına aldığına göre eski hayellerinden vazgeçmemiş. Cehennemi gülbahçesi, panayır yeri zanneden Said Nursiye ve hayranlarına Allahın (C.c) cehennem ile ilgili Ayetlerini hatırlatalım;

Nur Akımından Kur’anı Kerime Büyük Saygısızlık ve İhanet




Nurcu akımın idolü , Mason Abduh ve Efgani’ye selefim diyen , Risalelerinde hıristiyanlık hizmetini işleyen , her fırsatta ayak kaydıracak meselelerde insanların itikadını bozan gizli mason maşası Said Nursi’yi  ululaştırma ve meşru hale getirmek için her türlü hile ve desiseyi yapan Nur akımının menfaatperest şakirdleri ve akımın idaresini yürüten dindar kılığındaki İslam düşmanları Yüce ve Mukaddes kitabımız Kur’anı Kerim’i tahrif etmekten başka fiili olarak  el atmaktanda geri kalmadılar ve en sonunda Yüce Kitabımıza hıristiyan hizmetkarı Said Nursi’nin ismini de sokuşturarak büyük bir saygısızlık ve ihanete daha imza attılar. Hayrat vakfı tarafından bastırılan  Yüce Kitabımızın arka kısmına  kafalarına göre ekledikleri  birkaç sayfalık paçavrada  stratejik bir meşruyet kazandırma ve büyük adam havaları estirme kokusu  mevcuttur.Yıllardır  icazetsiz ve mürşitsiz Said Nursi’ye giydirmedikleri kılıf ve yalan kalmayan Nurcu akımının bu ihanetini ve terbiyesizliğinin cezasını tez zamanda Diyanet İşleri ‘nden ve Hak Teala’dan niyaz ediyoruz.

Kaynak:
http://tarafsizhaber.blogspot.com/2010/12/nur-akmndan-kuran-kerime-buyuk-saygszlk.html