14 Aralık 2012 Cuma

İbni Kayyım'ın Vehhabileri Yalanlayan Sözleri



Vehhabîlerin Allâme ismini verdiği ve yazılarını kendilerine sened olarak kullandığı İbni Kayyım-ı Cevziyye 751 [m. 1350] de vefât etdi. Bu Kitâb-ür-rûh kitabında diyor ki:

“Bir kimse, bir kabri ziyâret edince, kabirde bulunan meyyit, ziyâret edeni bilir. Onun sesini işitir. Onunla ferâhlanır. Onun selâmına cevab verir. Bu hâl, yalnız şehîdlere mahsûs değildir. Başkaları için de böyledir. Belli bir zamana mahsûs da değildir. Her zaman böyledir.”


Bu kitabın İz Yayıncılık tarafından basılmış tercümesinin değişik yerlerinden bazı pasajlar:

Rasûlullah, ümmetinin ölülere: "Ey mü'minler topluluğu! Allah'ın selamı üzerinize olsun (Es-selamü aleyküm dâre kavmin mü'minin)" şeklinde selamlarını alıyormuş gibi selam vermelerini önermiştir. Haddizatında bu şekilde selam, duyan düşünen insanlara verilir. Ölüler kendilerine verilen selamı duymamış olsalardı (ki, yokluk ve cansıza hitap olacağından) bu abes olurdu. Ölünün ziyaretçilerini tanıması tevatüren sabit olduğu gibi selef alimleri de bu konuda müttefiktirler.
[Ölülerin] bedenleri dağılsa da söylenenleri duyacakları bildirilmiştir. Bu durumda ölülere hitaptan maksat, bedenlere bağlı sözkonusu ruhlara hitaptır."Kabirde olanlara sözlerini duyuramazsın" âyeti celîlesinin siyakından kâfir bir kimsenin faydasına olacak bir biçimde hayatta olanın sözünü duyamaması anlaşılmaktadır. Nitekim kabirde bulunanlar söylenenleri işlerine yarayacak biçimde duyamazlar. Ancak Yüce Allah ölülerin hiçbir şey duyamayacaklarını ifade etmemiştir. Bilakis Ölülerin ziyaretçilerinin ayak seslerini duyduklarını; Bedir ölülerinin Rasûlullah'ın konuşmasını duyduğunu bildirmekte ve de yaşayan birine hitap ediyormuşcasına onlara da hitap edilmesini meşru saymıştır. Bu nedenle de mü'min kardeşine selam verenin selamının alınacağı da haber verilmiştir. Bu âyetin bir benzeri de şudur: "Sen, ölülere duyuramazsın. Arkalarını dönmüş kaçarken sağırlara da davetini işittiremezsin" ölülerle birlikte sağırların da daveti duyamaması her ikisinin de davete ehil kimseler olmadığına delildir. Bu iki kısım insan ölü ve sağır olunca, bunlara birşey duyurmak, anlatabilmek mümtenîdir demektir. Bu görüş doğrudur ama, ölümden sonra bir Ölçüde bedenle alakasını kesmemiş ruhlara kötü durumlarını, alçaklıklarını duyurmanın imkânsızlığını ifade etmemektedir.
Düşün; birisi, dostunu yahut akrabasından birini yahutta bir başkasını rüyasında görmüş; gördüğü kişi, buna yalnızca rüya gören kişinin bildiği bir bilgi vermiş, yahut gizlediği bir malın yerini göstermiş yahut onu olacak tehlikeli bir işten sakındırmış yahutta olacak bir şeyle müjdelemiş ve bunlar da gerçekten dediği gibi olmuş yahut rüya görenin veya yakınlarından birinin şu zamanda öleceğini söylemiş; bu da gerçekleşmiş yahutta bolluktan veya kıtlıktan, düşmandan, musibetten, hastalıktan veya bir maksadından bahsetmiş, bunlar da dediği gibi olmuş. Bu gibi hâdiselerin sayısını Allah'tan başka kimse bilemez İnsanlar bunun mümkünlüğünde birleşmişler. Birçokları gibi biz de bundan daha acaiplerini duymuşuzdur, görmüşüzdür. Şu iddia yersizdir: "Bütün bunlar uyku anında nefsin bedenî meşgalelerden uzaklaştığında kişiye beliren nefiste zaten var olan ilimlerdir. İnançlardır." Bu iddia bâtılın, muhalin ta kendisidir. Çünkü nefsin, ölünün haber verdiği şeyden asla bilmiyordu...
Kişinin ölüyü rüyasında görüp ölüye bilgiler vermesi, ölünün de kişinin bilmediği birşeyi bildirmesi böylece geçmişte ve gelecekte haber verilen şeyin gerçekleşmesi bazan yerini ölüden başka kimsenin bilmediği medfun bir maldan bazan da borcu olduğunu bildirmesi, dirilerin ruhlarının ölülerin ruhlarıyla birleşeceğine delildir. Daha da garibi, ölüden başka kimsenin bilmediği ve hatta şu zamanda başımıza gelecek şeyi bildirmesi de ruhların birleşeceğine delildir. Haber verilen şey gerçekleşir; bazan da ölü, insana sadece kendisinin bildiğini bir olayı anlatır...
Rabiâ ölünce, bir kadın onu rüyasında yünden bir başörtüsü ve cübbe ile kefenlendiği halde süslü bir elbise ve ipekten bir başörtüsü ile görür. Ona der ki: "Kefenin olan yün başörtüsüyle cübbeyi ne yaptın?" Rabia: "Allah'a yemin olsun ki onlar üzerimden çıkarıldı bunlar giydirildi, kefenimi dürdüm. Bunları giymem bana yasaklandı. Sonra da kıyamet günü tam mükâfatımı almak için illiyyûn cennetine yükseltildim." "Bu halinle sen dünyada olup bitenleri bilebiliyor musun?" Rabia: "Bu, Allah'ın veli dostlarına verdiği kerametle oluyor."
Yalan söyleyeceğini hiç sanmadığım biri bana şunu anlattı: Bir kadın evinin yıkılması, sonra da yeniden yapılması için muayyen bir ücret karşılığında beni tuttu. Yıkmaya başladım. Birden kadın ve etrafındakiler gocunmaya başladılar. Kadına dedim ki: "Ne oluyor?" Kadın: "Allah'a yemin olsun ki bu evi yıkmamın bir amacı yok. Olayı sana anlatayım. Çok zengin bir babam vardı. Geçenlerde öldü. Ama fazla malını bulamadık. Durum böyle olunca malının gömülü olacağını düşündüm, acaba bulamaz mıyım diye gördüğün gibi evi yıktırmaya karar verdim" dedi. Orada bulunanlar kadının anlattıklarını duyunca: "Malı bulmanın daha kolay yolunu denedin mi?" dediler. Kadın: "Hangi yol" diye sordu. Adamlar: "Fülanca adama git, gece başından geçenleri ona anlat, umulur ki babanı görür de yorulmadan külfete girmeden malın yerini öğrenirsin." Bu teklif üzerine kadın gitti, meramını adama anlattı, geri döndü. Kadın adamın kendi ismiyle babasının ismini yazdığını zannediyor. Ertesi gün işe erken başladım. Bir müddet sonra kadın adamın yanından geldi. Bana dedi ki: "Adam diyor ki: "Babanı gördüm. Malın, evdeki tümseğin altında olduğunu söylüyor." Hemen tümseği genişçe kazmaya başladım. Biraz derinde içerisinde mal bulunan bir çömlek çıktı. Bu duruma ben hayret ederken kadın bulduğum şeyin çok az ve yetersiz olduğunu, "Babamın malı daha çoktu" diyerek küçümsüyordu. Kadın dedi ki: "O adama yeniden gideyim." Adama vardı ve babasıyla yeniden görüşmesini istedi. Adam bir gün sonra babasıyla görüştü ve gerekli şeyleri öğrendi. Ertesi gün kadın gelince ona olayı anlattı: Baban sana diyor ki: 'Zeytinyağı deposunun hemen altındaki dört köşe havuzu kazı, mal orada." Kadın hemen döner, öğrendiklerini işçisine anlatır. Mahzeni açarlar" yan tarafta dört köşe havuzu görürler. Zoraki havuzu kazınca içerisi dolu büyük bir bir cam kavanoz çıkar, onu da alır. Mal sevdasına düşen kadın yeniden o adama başvurmuşsa da birşey elde edememiş. Babası adama demiş ki-"Kızım hakkına düşeni aldı. Geriye kalan malımın üzerine ise kurnaz biri oturdu, hakkına düşeni aşırdı." Bu konuda gerçekten daha birçok misaller sayılabilir. Rüyasında tavsiye edilen ilaçları kullanarak şifâ bulanların sayısı da gerçekten çoktur. Birçok insanın bana anlattığına göre îbni Teymiyye karşıtı birçok kişi ölümünden sonra onu rüyasında görüp ferâiz ve başka konularda sorular sormuşlar; İbni Teymiyye de onların doğru cevaplarını vermiştir. Velhasıl bu gerçeği, sadece, ruhları, hükümlerini ve durumlarını bilmeyen insanlar kabul etmezler. Başarı Allah'tandır.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 11-21:
«Bana selam verdiğinizde Allah ruhumu geri verir, böylece selamınızı alırım.>> Süleyman b. Nuaym da: Rasûlullahı rüyamda gördüm. Dedim ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! İnsanlar kabrine varıp Sana selam veriyorlar. Bari selamları Sana ulaşıyor mu?" Rasûlullah: "Evet, selamları alıyorum" dedi. Süleyman b Nuaym: Allah Rasûlü ashabına, kabre vardıklarında: "Es-selamû aleyküm ehle-d-diyâri'l-hadîs" yani: "Ey yeni memleketin sakinleri! Allah'ın selamı üzerinize olsun" demelerini öğretmiştir. Bu hadis de ölünün kendisine verilen selamı bildiğine ve onu aldığına delildir. Ebû Muhammed Fadl b. Muvaffık'tan nakleder: Babamın kabrini ziyarete defalarca gittim. Bir gün bir cenaze merasimine katıldım. O gün işim âcil olduğundan babamın kabrine varamadım. Gece rüyamda babamı gördüm. Bana dedi ki: "Oğlum, artık niçin gelmiyorsun?" Ben de: "Baba, sen benim ziyaretimden haberdar oluyormusun?" "Evet, vallahi haberdar oluyorum oğlum. Köprüden geçip mezarıma gelirken, başımda otururken ve ayrılıp giderken köprüyü geçene kadar hep sana bakıyorum" dedi. Amr b. Dînar'ın şöyle dediği nakledilir: "Bir kimse öldüğü zaman, ehlinin kendini yıkayacaklarını, kefenleyeceklerini bilir, onlara bakar durur." Mücâhid de der ki: "Kişi ölümünden sonra kabrinde oğlunun güzel amelleriyle müjdelenir."
MEYYİTLERİN RUHLARI İŞ YAPAR MI?
İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-ruh, İz Yayıncılık: 140-141:
Bedenin esaretinden, ilgisinden, meşguliyyetinden kurtulan ruhun tasarrufu, kuvveti, nüfuzu, himmeti .. bedenin ilgi ve meşguliyyetleri altında ezilmiş, esir ruhtan çok daha ileri seviyededir. Hakikatte ruh; yüce, temiz, büyük ve yüksek himmetli bir ruh olduğu halde, bedene mahbus iken böyle oluyorsa acaba bedenden ayrıldıktan sonra nasıl olabilir? O halde ruh, bedenden ayrılınca ayrı bir hale, ayrı bir fiile dönüşür. Bedenden ayrılan ruhların, rüyalarda bedene tekrar dönerek bir kişinin, iki kişinin yahut çok az sayıda insanın oldukça kalabalık bir topluluğu hezimete uğratmasıyla ilgili insanların gördükleri rüyalar, tevatür derecesinde çoktur. Resûlullah'ın “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Ebû Bekr ve Ömer'in “radıyallahü anhümâ” ruhlarının, mü'minlerin sayısının azlığı ve güçsüzlüklerine rağmen, kendilerinden sayıları ve hazırlıkları çok olan küfür ve zulüm ordusunu yendikleri, nice rüyalarda görülmüştür.

 Not:Mavi yazılar ibni Kayyım'a aittir
***
Murat Yazıcı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.