şii etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şii etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ekim 2012 Perşembe

Said Nursi ve Cevşen



 Hem mesela, Kur'an'ın hakiki ve tam bir nevi münacatı ve Kur'an'dan çıkan bir çeşit hulasası olan Cevşen-ül-Kebir namındaki münacat-ı Peygamberi'de (A.S.M.)(...)
Sözler, 424, Onbirinci Şua Olan Meyve Risalesi'nin Onuncu Mes'elesi Emirdağ Çiçeği

(...) hem "Cevşen-ül-Kebir" münacatının seksenaltıncı ukdesinde: (...) diye olan gayet arifane münacat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) beyanı gösteriyor ki; (...)
Şualar, 88, Yedinci Şua/ayetü'l-Kübra/Mukaddime

Kur-an'dan ve münacat-ı nebeviye olan Cevşen-ül-Kebir'den aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak, Rabb-ı Rahimimin dergahına arzetmekte kusur etmişsem; kusurumun affı için Kur'an'ı ve Cevşen-ül-Kebir'i şefaatçi ederek rahmetinden niyaz ediyorum.
Şualar, 48, Üçüncü Şua/Münacat; Lem'alar, 445, Münacat; asa-yı Musa

(...) Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam, Cevşen-ül-Kebir namındaki münacat-ı azamında marifetullahda gayet yüksek ve gayet cami' derecede marifetini göstererek böyle demiştir; biz de, hayalen o zamana gidip Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamın dediğine "amin" diyerek, (...)
Lem'alar, 415, Otuzuncu Lem'a/Hatime

(...) Al-i Beyt'in manevi ve gayet mühim bir mirası ve maden-i feyzi olan Cevşen-ül-Kebir'i kendine üstad eden ve bidayette her günde bir defa bazan üç defa tamamını okuyan ve talebesine tavsiye eden adam, Risale-i Nur müellifidir
Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 164, Yirmisekizinci Lem'a/Keramet-i Aleviyenin Neticesi

Binbir Esma-i İlahiyyeye sarihan ve işareten bakan ve bir cihetle Kur'an'dan çıkan bir harika münacat olan ve marifetullahda terakki eden bütün ariflerin münacatlarının fevkınde bulunan ve bir gazvede "Zırhını çıkar onun yerine bu Cevşeni oku" diye Cebrail vahy getiren "Cevşen-ül-Kebir" münacatı içindeki hakikatlar ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler, (...)
Şualar, 484, Onbeşinci Şua/Elhüccetü'z-Zehra/Üçüncü Medrese-i Yusufiye'nin Tek Bir Dersinin Üçüncü Kısmı/Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Külli Şehadetler.

Cevşen Nedir Faziletleri Nelerdir?

Cevşen, "örme zırh" anlamında Fars'ça bir isimdir. Cevşen-i Kebir ise, büyük zırh demektir.

Anlatıldığına göre Asr-ı saadette cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud'da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, Hz. Peygamber ellerini açarak Allah'a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve, “Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” demiştir.

Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile Allah'a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehitleri derecesinde 900 bin şehit sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.

Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez. Cebrail, Hz. Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere talim etmesini istemiştir. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivayet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Cevşen bir Şia Uydurmasıdır



 Cevşen Nedir Faziletleri Nelerdir?

Cevşen, "örme zırh" anlamında Fars'ça bir isimdir. Cevşen-i Kebir ise, büyük zırh demektir.

Anlatıldığına göre Asr-ı saadette cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud'da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, Hz. Peygamber ellerini açarak Allah'a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve, “Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” demiştir.

Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile Allah'a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehitleri derecesinde 900 bin şehit sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.

Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez. Cebrail, Hz. Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere talim etmesini istemiştir. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivayet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.

Uydurma Cevşene Reddiye;

1- Efendimiz'e vah yen gelmiş kendisi Arapça, ismi Farsça olan cevşen dışında başka hiç bir metin yoktur.

2- Peygamber Efendimiz Uhud'da zırhını çıkarmamıştır aksine üzerinde iki zırh birden giymiştir. Peygamber Efendimiz daha sonraki savaşlarda da zırh giymiştir hatta Mekke’nin fethinde şehrin içine bile başından miğferi olduğu halde girmiştir;
...Enes b. Malik'den (rivayet olunduğuna göre) Rasûlullah (s.a.) fetih yılında Mekke'ye başında miğferle girmiş...
(Buhari, cezaü's-sayd 18, cihad 169, el-Meğazi 47 libas 17; Müslim, hac 450; Tirmizi, cihad 18; Nesai, menasık 107; ibn Mace, cihad 8; Darimi, menasık 88; siyer 20; Mu-vatta', hac 247; Ahmed b. Hanbel, III, 109, 163, 180, 186, 224, 231, 232, 240.)

"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Uhud günü (üst üste giyilmiş) iki zırhdan (destek) gördü."
[Ebu Davud, Cihad 75, (2590); İbnu Mace, Cihad 18, (2806).Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin isnadı, Buhari'nin şartı üzere sahihtir]

Rasulullah'ın herhangi bir gazvede zırhını çıkardığına dair hiçbir rivayet yoktur. Bilakis, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu sabittir:
"Bir Peygambere, zırhını giydikten sonra, onunla düşmanları arasında Allah Teala hükmünü vermedikçe zırhını çıkarması yaraşmaz."
Hadisin tahrici: İbni Hişam, 2/63, 66; İbn İshak'tan, o da Zühri ve bir başkası yoluyla mürsel olarak rivayet etmiştir.
Hadisin tamamını ve bir benzerini Ahmed b. Hanbel (3/351) de rivayet etmiştir.
Darimi (2/129, 130) ise mevsul olarak İbni Zübeyr yoluyla Cabir'den aktarmıştır, ravileri sikadır.
Bu hadisin İbn Abbas'tan rivayet edilen şahidini ise Hakim (2/128, 129, 296, 297) ve Ahmed b. Hanbel (290) rivayet etmişlerdir. Hakim isnadı sahih görmüş

Üstelik Cebrail (a.s.), Hz. Peygamber'e zırhını çıkarmasını değil, çıkarmamasını emretmiştir. Uhud savaşından sonra gerçekleşen Hendek Harbi'nde kafirlerin dağıldığı gecenin sabahı Müslümanlar Medine'ye dönüp silahlarını bıraktıkları sırada, Cebrail, Rasulullah'a gelmiş ve "Zırhını çıkarıyor musun? Melekler, henüz silahı bırakmadılar. Allah Teala, sana Beni Kurayza üzerine yürümeni emrediyor; ben de onlara gidiyorum." demişti. (Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 6/3886. Muslim, Cihad ve's-Siyer, 22/65; 23/69.)

Yine aynı savaşta Rasulullah'ın başında miğferi de vardı ve aldığı darbe ile miğfer kırılmış; Peygamberimiz de yaralanmıştı. (Buhari, Megazi, 26/113; Muslim, Cihad, 37/101)

Cenab-ı Hak buyurmuştur ki: "Biz ona (Davut'a), sizin için, sizi savaşın şiddetinden korumak için, giyecek (zırh) yapma sanatını da öğretmiştik. Şimdi siz, şükreden kimseler misiniz?" (Enbiya, 21 / 80.)

Katade (R.a) Hazretleri der ki:
"İlk zırh yapan kimse, Davud (a.s.)'dur. Çünkü, zırhın yapıldığı o malzeme, daha evvel geniş levhalar halindeydi. Binaenaleyh, onu delip de ören ve böylece bedene giyilecek hale getiren ilk kişi, odur."

(...) ("Sizi savaşın şiddetinden korumak için"in) manası, "Sizi yaralanmaktan, öldürülmekten, kılıçtan, oktan, mızraktan korusun diye..." demektir. (...) Allah, "Şimdi siz, şükredenler misiniz?" buyurmuştur. Yani, "Bu sanatı size muyesser kılmasından ötürü, Allah'a şükrediniz..." demektir. (Razi, Tefsir-i Kebir, 16/193-194.)

Bu zırh çıkarma uydurması, hem Hz. Davud (a.s.)'a bir küfran-ı nimet, hem de Allah'a şükredilmesi gereken bir konunun Hz. Peygamber için iptal edilmesi anlamına da gelmektedir.

3- Cevşen'in Sünni kaynaklarda bulunmaması, Şiiler'ce muteber kabul edilen Kutub-ul Erbaa'da bulunması, bunun uydurma olduğunu gösterir.
Cevşen ile ilgili rivayetlerin, hadis usulünde kabul edilen rivayet usulleri ve özellikle hadisin kabulünü gerektiren mütevatir, sahih, hasen kategorileri içerisinde olmaması, Cevşen'in sıhhati hakkında epeyce ipucu vermiştir. Üstelik bunun Musa el-Kazım - Ca'fer es-Sadık - Muhammed el-Bakır - Zeynelabidin - Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarikıyle Hz. Peygamber'e isnad edilmesi, yani hep Şia'nın sahip çıktığı şahsiyetler yoluyla intikali, Sünni alimlerin ve toplumunun bu rivayeti göz ardı etme neticesine götürmüştür.
Cevşen'in mana ve muhtevası ne kadar güzel ve müsbet olduğu varsayılsa bile İlim erbabı Sünnilerce mevzunun sened tenkidi açısından yapılan değerlendirmeye itibar edilmektedir. Öyle de olmalıdır. Hadis usulü ilim dalı boşuna oluşmamıştır. Metni güzel diye tüm uydurma hadisleri sahihlersek ortalıkta uydurma ve zayıf hadis bırakmayız.
Altının değerini sarrafı bilir misali Hadisin değerini (sahihliğini) de hadis usulü ilmine vakıf alimler bilir. Hiçbir hadis usulü alimi cevşen hakkındaki bahsedilen metne sahih diyememişlerdir.

4- Cevşen fazileti diye yazan;
“Cevşen'i okuyan dört semavi kitabı okumuş gibi olur",
"Bunu okuyan asla Cehennem'e girmez" ,
"Üzerinde Cevşen yazılı kefenle gömülen kişi kabir azabı görmez" ,
"Her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir"
"Cebrail, Hz. Peygamberden duayı kafirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere talim et"

gibi İslam Akaidine tamamen taban tabana zıt olan akıl almaz hurafelere inanmak mümkün değildir , Kur-an'ı Kerimi ezberlese dahi kafire hiç bir faydası olmaz iken cevşenin kafire ne faydası olur, bu saçmalıklar hem Hz Cebrail'e hem Peygamber Efendimize atılan iftiradan başka bişey değildir.

5- Madem bu dua Peygamber Efendimizi koruyacaktı da Efendimiz, Uhud harbinde niye yaralandı?

Hz. Ebu Hüreyre  (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Uhud günü: "Peygamberine böyle yapan bir kavme Allah'ın öfkesi arttı" dedi ve (kırılan) dişine işaret etti. Ve ilave etti: "Allah'ın gadabı, Resulullah'ın Allah yolunda öldürdüğü kişiye de Allah'ın öfkesi şiddetlendi." [Buhari, Megazi 24; Müslim, Cihad 106, (1793).]

Hani bu dua zırhtan daha iyiydi?
Bu savaştan sonraki savaşlarda niye yaralanmalar oldu?
Peygamber Efendimiz mübarek dişini niye yitirdi?
70 kadar sahabi neden şehit oldu?

Ters köşeye yatan Cevşen savunucuları bu seferde Cevşenin Uhud savaşının sonunda indiğini iddia ediyor, Sahabe Efendilerimiz, Tabiin ve daha sonraki Müslümanlar çok sayıda savaşlar yapmış bir çok yer fethedilmiş bu savaşlarda çok sayıda Müslüman şehit olmuş ve yaralanmıştır, bu durumda Sahabelerin Cevşenden haberi yokmuyduki çok sayıda Sabehe Efendimiz şehit oldu ve yaralandı!  Ne önceki ne sonraki savaşlarda Sahabe Efendilerimizin cevşen takdığı yada okuduğu ne duyulmuş ne görülmüştür ayrıca sonraki savaşlarda da Müslümanlar zırh giymiştir.

6- O halde bu hadis nerede geçiyor diye araştırdığımızda şu sonuca varırız ki, bu olay ehl-i sünnetin ne birinci derece hadis kitaplarında, ne de ikinci derece hadis kitaplarında geçmemektedir. Peki bu uydurma şey bize nasıl ulaştı diye bakarsak şu sonuca varırız ki cevşen bir şia uydurmasıdır.

Cevşen ile Alâkalı rivayetin aslı varmıdır ?

Soru: Cevşen ile Alâkalı rivayetin aslı varmıdır ve söylendiği gibi insana koruma sağlarmı ?

Cevap:
Ehl-i Sünnet kaynaklarında, Cevşen ile alakalı olarak bir rivâyet bilinmemektedir. Bunun ancak Şia kaynaklarında geçtiği söylenmektedir. İmam Ğazâlî’ye nisbet edilmesi, Ona yapılan bir iftirâdır; isbât edilmemiştir ve edilemeyecektir. Cevşen’in, Ehl-i Sünnet tasavvufunun yüz küsür sene evvelki dönemdeki büyüklerinden birine âid bir eserde yer almış olması ise sadece îtimada dayanan bir zühûl(yanılgı) olup, O zatın bi hakkın büyüklüğüne zarar vermez. İşin rivâyet açısından sâbit olmamasını, akla ve müşâhadeye de ters düşmesi dahi teyid etmektedir. Zira günümüzdeki eşkıyânın, boynunda cevşen asılı olan nicelerini öldürdüğü, nice cevşenli cesedlerin yerde yattığı görülmektedir. Üstelik böyle bir kıyak, Cebrâil tarafından Nebi sallallahu aleyhi ve selem’e ve arkadaşlarına bile yapılmamıştır. Onların, ‘zırhı çıkarmak’ yerine ‘zırhı giymek’le emredilmeleri ve hep zırh giymeleri akıllıları düşündürmelidir.

Hüseyin Avni

Cevşen Duası Nedir?

Diyalogcuların bir sembol haline getirdiği, Vatikan Katolik Kilisesi temsilcisi George Marovich’in (diyalog toplantılarında gördüğümüz kadarıyla) dilinden düşmeyen cevşen’in dinimizdeki yeri nedir sorusuna cevap arayalım.

Diyanet Ansiklopedisinin Cevşen maddesinde özetle diyor ki:
Farsça asıllı olduğu kabul edilen cevşen kelimesi sözlükte, “zırh, savaş elbisesi” anlamınagelmektedir. Terim olarak Şii kaynaklarında Ehl-i beyt tarikiyle Hz. Peygambere isnat edilip, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sağır denilen iki duanın ortak adıdır. (s.462-464)

Cevşen-i Kebir: Anlatıldığına göre Asr-ı saadette cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud’da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, Hz.Peygamber ellerini açarak Allah’a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve, “Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” demiştir.

Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile Allah’a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehidleri derecesinde 900 bin şehid sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.

Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez. Cebrail, Hz.Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere tâlim etmesini istemiştir. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivâyet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.

Dua, Şia bölgelerinde özel matbaalarca kefen üzerine yazılmakta ve cenazenin kefenlenmesinde kullanılmaktadır.Cevşen-i Kebir Türkiye’deki bazı Sünni müslümanlar arasında da ilgiyle karşılanmıştır.Duayı, A. Z. Gümüşhanevi, tarikatla ilgili Mecmuatül-ahzab adlı eserinde nakletmiş, daha sonra özellikle Risale-i Nur cemaati tarafından müstakil olarak birçok defa basılmış ve Türkçe’ye de tercümeleri yapılmıştır. Ayrıca Şii kaynaklarında zikredilen metinle bu eserlerdeki metin arasında bazı eksiklik veya fazlalıklar göze çarpmaktadır.

Cevşen-i Kebir diye bilinen ve Musa el-Kazımdan itibaren imamlar yoluyla Hz. Peygambere nispet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen, yaklaşık 15 sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya tarihi bir vakayı anlatan,hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak, her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle raptedilip tekrarlanması, Hz. Peygamberden alınıp rivayet edilmesi imkansız denecek kadar güçtür.

Duanın Sünni hadis mecmualarında yer almaması, ayrıca Şii hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki Kütüb-i erbeada da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede kitaplarda mevcut olması da bu görüşü desteklemektedir.

Sonuç:
Cevşen, Kaynaksız Mesnetsiz Şii Duasıdır.Fazileti hakkında söylenenler uydurmadır.

***

Said-i Nursi'nin risalelerinin onlarca yerinde Cevşen'in faziletine dair yazdığı abartılı sözlerin de hiç bir şer'i kaynağı yoktur. "Onun kalbine ilham olundu da öyle yazdı" diyenlere diyoruz ki, "kalbe gelen ilhamlar ile eser yazmak muteber değildir. Başkaları da çıkıp 'Bizim kalplerimize de şu şekilde ilham olundu.' derse ve başka bir görüş savunursa ne olacak?"

İslam dininin dört kaynağı vardır. Her alim, her hususu bu dört temele dayanarak izah etmek ZORUNDADIR. Sorulduğunda bu dört kaynak ile ilmi delil getiremeyen alimin iddiası/izahı batıldır. Şer'an bağlayıcı değildir.

Bu kaynaklar;
- Kur'an
- Sünnet
- Ümmetin İcması/ittifakı
- Kıyas'tır...

En büyük evliyaullah, en büyük kutuplar hatta her devirde bir tane olan kutbul aktab bile, her sözünü şeriatin dört kaynağı ile desteklemek ve bu şekilde şer'i delillerini getirmek zorundadır. Onlar dahi dört hak mezhepten birine tabi olmak zorundadır ve hep olmuşlardır.

Kimsenin rüyası ve kalbine geldiği iddia edilen ilhamı hiç bir başka mü'mine şer'i delil değildir. Muteber rüyalar, muteber keşf ve ilhamlar da sadece kişinin kendine delildir.

O halde yüz de doksanı kalbe geldiği iddia edilen ilhamlara dayanan Risale-i Nur'un hiç bir ilmi bağlayıcılığı ve itibarı yoktur. Zaten yazarın risalelerinde yalan yazdığı da biraz ilim sahibi olup da bunları inceleyen gözlerin önünde bariz bir şekilde durmaktadır.

Bir müslümanın karşısına bir başka müslüman çıkıp da "Bu ilmi konuda ben rüyamda şu şekilde bir işaret gördüm" dese, yada "Bu ilmi konuda Allahü Teala doğrusunu benim kalbime ilham etti." dese o kimseye inanmamanın, onun rüyası ve ilhamı ile hareket etmemenin İslam şeriatinde hiç bir vebali yoktur. Böyle bir durumda görülen rüyanın ve alınan ilhamın şeriatin dört kaynağına uyup uymadığına bakılır. Kişi bunlarla kendisi amel eder. Ama isabet eder ama edemez. Başka biri bunları kaale almak zorunda değildir. Zira kimse kimsenin kalbini ve rüyasını bilemez. Buna gücü yetmez. Gücü yetmediğinden de mesul tutulmaz. Kim nasıl bilebilir bu iddiadaki kişinin kalbine gerçekten ilham gelip gelmediğini? Gelse bile bu ilhamın veya gördüğü bu rüyanın Rabbani mi yoksa Şeytani mi olduğunu da kim nasıl bilebilir?

Kaynak:

27 Mart 2012 Salı

Bid’at ve bid’at ehli olanlar

 

Sual: Bid’at kaç türlüdür?

CEVAP
Resulullah efendimizin ve Onun dört halifesinin zamanlarında dinde olmayan bir inanışı, bir işi, bir sözü ortaya çıkarmak ve böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan sevap beklemek yasak edilen bid'at olur. Bid'at üç türlüdür: 

1- İslamiyet’in küfür alameti dediği şeyleri zaruret olmadan kullanmak, en kötü bid'attir.

2- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan inanışlar da kötü bid'attir.

3- İbadet olarak yapılan yenilikler, reformlar, amelde bid'at olup büyük günahtır. (c.2, m.19)

İbadetlerde böyle değişiklik yapanlara da bid'at ehli denir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Her bid'at sapıklıktır.) [Müslim]

(Bir bid'at çıkaranın namazı, orucu, haccı, umresi, cihadı, tevbesi, farzı, nafilesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz, hamurdan [yağdan] kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]

(Allahü teâlâ, bid'at ehlinin ne duasını ne zekatını ne haccını, ne namazını, ne de sadakasını kabul eder, yağdan kıl çıkar gibi dinden çıkar.) [Deylemi]

(Bid'at ehli, bid'atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.) [Deylemi, İbni Neccar, Ebu Nasr, İbni Ebi Asım]

(Bid'at ehlinin tevbesi, bid'ati bırakana kadar kabul olmaz.) [Taberani] (Tevbesi kabul olmaz demek, bid'at ehli, bid'atinden sevap beklediği, iyi bir iş yaptığını sandığı için tevbe etmeyi düşünmez. Bu bid'atten vazgeçmediği için de ibadeti kabul olmaz.)

(Bid'at ehlinin hiç birisi Sırattan geçemez, Cehenneme düşer.) [İbni Asakir]

(Bid’at çıkarıp, onunla amel edenlere lanet olsun.) [Dare Kutni]

(Bid’at çıkarana da, onu himaye edene de lanet olsun.) [Buhari]

(Bid'at ehlini beğenmeyenin kalbi, iman ile dolar.) [Gunye]

(Bir zaman gelir, sünnetim unutulur, bid'atler çıkar. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atlere uyan ise, kendilerine çok yardımcı bulur.) [Şir’a]

(Amellerin en hayırlısı farzlar, en kötüsü de bid'atlerdir.) [Beyheki]

(Bid’at ehli, yaratıkların en kötüsüdür.) [Ebu Nuaym]

(Bid'at ehline sert davran! Allahü teâlâ, onlara düşmandır.) [İbni Asakir]

(Ümmetim gruplaşacak, bid'atlere bulaşacak, tıpkı kuduzun ısırıp da, kuduranda hiçbir yer kalmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid'at de onların her hallerine bulaşacaktır.) [Ebu Davud]

(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, [bid’at ehli olan] 72’si Cehenneme gider. Yalnız bir fırka kurtulur. Cehennemden kurtulan fırka, benim ve Eshabımın gittiği yolda gidenlerdir.) [Tirmizi] (Bu fırkanın ise, Ehl-i sünnet vel-cemaat olduğu icma ile bildirildi.) [Mekt. Rabbani, Hadika]

Ahmed bin Muhammed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid'at ehlidir. (Tahtavi)

(Bid'atler yayıldığı zaman ilmi olanlar bunu açıklasın. Eğer açıklamayıp ilmini gizlerse, Allah’ın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Asakir]

(Bid'atler çıkınca âlim ilmini açığa çıkarsın! İlmini açıklamayana lanet olsun!) [Deylemi]

İmam-ı Malik hazretleri, (Bid'at ehlinin şahitliği kabul olmaz) buyurdu. O halde bid’atlerden çok sakınmalıdır.

Bidat ehli cennete girecek mi?

Sual: Bidat ehli Müslüman, doğrudan cennete giremez mi?

CEVAP
Bidat ehli, imanındaki bozukluk sebebiyle mutlaka Cehenneme girecektir. Affedilmeleri mümkün değildir, yani affedilmeyecekleri bildirilmiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72’si cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir.) [Tirmizi]

Bid’at ehli, iman ile ölürse sonunda elbette cennete gider; fakat bu zamanda, Ehl-i sünnet itikadında olmayanın küfre düşmemesi, imanla ölmesi imkânsız denecek kadar zordur. Çeşitli haramları işlemekten çekinmeyen Ehl-i sünnet itikadındaki kimsenin de bid’at ehli gibi küfre düşmesi çok kolay olur. Namaz kılmayan, içki içen bir kimsenin, küfre düşmesi an meselesidir; çünkü onda dini kaygı kalmamıştır. Rahatça küfre düşürücü söz ve harekette bulunabilir. Namaz kılmadığı, içki içtiği için değil, bu günahları hafife aldığı ve bu da onu küfre düşürebileceği için, Cehennemlik olabilir.

Bir kimse, icma ile ve zaruri olarak bildirilmemiş olan inanılacak şeylerde, manası açıkça anlaşılamayan nasslara [âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere] yanlış mana verirse buna bid’at ehli denir; fakat dinde inanması zaruri lazım olan şeylere inanmayan, yani her Müslümanın işittiği, bildiği şeyleri, tevilini bilmeden reddeden küfre girer.

dinimizislam.com

22 Mart 2012 Perşembe

Hz. Ömerin Kâğıt Getirmeme Bahsi


İmam-ı Rabbani k.s. mektubatında bir soruya cevabında şunları yazıyor:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği kullara selâm olsun! Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, mevt hastalığında, kâğıd istedi. (Bana kâğıd getiriniz! Benden sonra, yolu şaşırmamanız için, size kitâb yazacağım) buyurdu. Ömer “radıyallahü anh” birkaç Sahâbî ile birlikde, (Bize Allahü teâlânın kitâbı yetişir! Soralım, sayıklıyor mu?) dedi. Hâlbuki, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” her sözü vahy ile idi. Nitekim Vennecmi sûresi, üçüncü âyetinde meâlen, (O, boşuna konuşmaz. Hep, vahy olunanı söylemekdedir) buyuruldu. Vahy red olunursa, küfr olur. Nitekim, Mâide sûresi, kırkdördüncü âyetinde meâlen, (Allahü teâlânın gönderdiğine uymıyanlar kâfirdir) buyuruldu. Bundan başka, Peygamberin “sallallahü aleyhi ve sellem” sayıklıyacağını, fâidesiz söyliyebileceğini sanmak, Ona güvenmeği ve dînine i’timâd etmeği sarsar ki, bu da küfr ve zındıklıkdır. Bu mühim şübheyi nasıl hal etmeli?,

12 Mart 2012 Pazartesi

Şia ile Diyalog

İran İslami Mezhepler Üniversitesi’nin evsahipliğinde ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın  yardımıyla Tahran’da Said Nursi Konferansı düzenlendi.


6 Mart 2012 Salı

Hazret-i Muâviye'yi Kötüleyenin Cezası



İmam-ı Kurtubî rahimehullah diyor ki:

"Eshab arasında birçok muhalefet ve muharebeler olmuştur. Bununla beraber hiç biri diğerinin nifakına hükmetmemiştir. Onların bu husustaki hâlleri, ahkâm babında müctehidlerin hâlleri gibidir. Ya hepsi hakka isabet etmiştir denilir, yahut isabet eden bir tanesidir. Fakat hata eden mazur olur. Çünkü o reyine ve zannına göre muhataptır. İşte bunlardan birine meâzallah bir şeyden dolayı buğzeden kimse âsî olur; tevbe etmesi gerekir."
A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Yayınevi, 1983; c.1, Bab:33, s.345.

İmam-ı Malik rahimehullah diyor ki:
"Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem Eshabından birine, mesela Ebû Bekr'e veya Ömer'e veya Osman'a veya Mu’âviye'ye veya Amr ibni Âs'a radıyallahü anhüm söven ve onları kötüleyen bir kimse, eğer yoldan çıkdılar, kâfir oldular dedi ise, bu kimseyi öldürmelidir. Yok eğer başka bir ayıb ve kusur ile kötüledi ise, şiddetli dövmelidir."
İmam-ı Rabbâni, Mektubat; ayrıca bkz. Kâdî Ebu'l-Fadl İyaz, Şifa-i Şerif, Bedir Yay., s. 725.
Şeyhülislâm Ebussu'ud Efendi'nin fetvalarında diyor ki:

488. Mes’ele: "Muâviye hayırlı kişi değildir" dese, şer'an Zeyde ne lâzım olur?
Elcevap: Ta'zîr olunur.

489. Mes’ele: Sahâbe-i kirâmdan Muâviyeye lâ'net eden Zeyde şer'an ne lâzım olur?
Elcevap: Ta'zîr-i beliğ ve hapis lâzımdır.
Kaynak: Mecmu'a-î Fetevâ. Ayrıca bkz. Muhammed Hâdimî, Berika, Kahraman Yayınları, c.2, s. 161.

Hâfız İbni Hacer-i Mekkî rahimehullah naklediyor:
"Ömer bin Abdülaziz rahmetullahi teâlâ aleyh, huzurunda Hazret-i Muâviye'yi gıybet eden bir kişiye üç kırbaç vurdurdu."
Es-Savaikul-Muhrika, Bedir Yayınevi, s. 471.

Daha fazla bilgi için bkz. Kâdî Ebu'l-Fadl İyaz, Şifa-i Şerif, Bedir Yay., s. 724-728. Kitabın bu bölümünün başlığı şöyledir: "Peygamberin sallallahü aleyhi ve sellem Ehl-i beytine, Âline, Ezvacına ve Eshabına sövmek, onlara noksanlık isnad etmek haramdır, bunu işleyen mel'undur"

5 Mart 2012 Pazartesi

Osmanlı'nın İran Tutumu Nasıldı?



Aşağıda, Osmanlı Devleti ile İran arasında yapılan anlaşmaların tamamında yer alan ilginç bir ayrıntıya temas edeceğim. Okuyunca, “vay be, ecdadımız demek bu konulara bu kadar özen göstermiş” diyeceksiniz.
Ama önce, İran konusunu hangi vesile ile ele aldığımıza da kısaca temas edelim.

Önümüzdeki günlerde dünyanın gündemini büyük ölçüde İran oluşturacaktır.
Nitekim dünya yeni haftaya konusunu İran’in oluşturduğu 2 yeni haberle giriyor. Bunlardan ilki, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın Cuma günü yapılan 9. dönem parlamento seçimlerinde umduğu sonucu alamaması ve radikallerin oylarını artırması…

Diğeri de, Alman Die Welt gazetesinin dün ortaya attığı, İran’ın Kuzey Kore ile birlikte 2010 yılında atom bombası denemesi yaptığı iddiası…

İran seçimlerinin hemen ertesinde gündeme getirilen bu iddia, tıpkı Irak işgali öncesinde yapılan yalan haberlerde olduğu gibi İran’a yapılması muhtemel saldırıyı meşrulaştırmak için ortaya atılmış asparagas haber de olabilir, doğrulanmış bir bilgi de…

Eğer bu deneme 2 sene önce yapılmışsa ve ABD ve İsrail’în gizli servisleri bunu zamanında tespit edememişlerse, bu servislerin gücü gereğinden fazla abartılıyor demektir…

Eğer atom bombası denemesi gizli servislerce zamanında tespit edilmiş ve bu bilgi şimdi el altından medyaya servis edilmişse, yeni senaryo hazırlıklarından söz etmek mümkündür.

Dün, Amerika İsrail Kamu Bilgilendirme Komitesi’nin yıllık politika konferansında konuşan ABD Başkanı Barack Obama, ABD çıkarlarını korumak için gerektiğinde İran’a karşı güç kullanmakta tereddüt etmeyeceklerini söylemiş
Nitekim İsrail Başbakanı Netanyahu’nun bugün Washington’da ABD Başkanı Obama’yla gerçekleştireceği görüşmede, “İran’a askeri müdahale” pazarlığıyapması da bekleniyor.

Bakalım önümüzde süreçte bir ateş topunu andıran bölgemizde hadiseler hangi istikamette seyredecek. Geçtiğimiz günlerde yaşanan MİT krizini de bu gelişmelerden tamamen bağımsız değerlendirmek imkansızdır. İç içe geçmiş hadiseler yumağında yeni bir dönemin kapıları aralanıyor bölgemizde.

Hazır konu İran’a gelmişken, Türk – İran ilişkilerinin geçmişinden bir kaç ayrıntı vermek istiyorum.

Osmanlı’nın Hz. Ebubekir – Hz. Ömer hassasiyeti…

16. Yüzyılın sonlarında İran, bir taraftan Osmanlı Devleti tazyikinde, diğer yandan Özbek baskısı altındaydı. Savefiler için vaziyet son derece umutsuz görünüyordu.
Bu şartlarda Osmanlılara daha fazla karşı koyamayacaklarını anladılar. İran Şahı Abbas sulh istedi. Bu amaçla şehzade Haydar Mirza’yı rehine sıfatıyla İstanbul’a gönderdi. Maiyetinde 600 kişi vardı. 29 Ocak 1590’da Padişahın huzuruna kabul edildiler.
Uzun müzakelerden sonra, 21 Mart 1590’da anlaşma imzalandı.
Anlaşmanın maddeleri arasında, Peygamberin sahabileri, ictihad sahibi imamlar ve Hz. Aişe Annemiz hakkında “şetm ü la’n ve kazf u ta’n” (küfür etme, lanet okuma, zina suçlaması ve kınama) olunmaması hükümü de vardı. Bu şartla taraflar arasında barış anlaşması imzalandı.
17 Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması’nda da, Osmanlı Devleti’nin Kanuni zamanından beri İran’la yaptığı anlaşmalara öncelikli şart olarak koyduğu Peygamber Efendimizin en yakın kader arkadaşları Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e sövüp sayılmaması (Şeyheyne seb’ ve şetm’ edilmemesi) hükmü anlaşmadaki yerini almıştır.
İran’la gerçekleştirilen ve Kasr-ı Şirin Anlaşması’nı bir bakıma teyit eden 17 Ekim 1736 tarihli yeni anlaşmada da, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e sövüp sayılmaması hükmü yer aldı. Bununla birlikte, İran Şahı Nadir Şah’ın anlaşma öncesi Caferi mezhebinin dört mezhep dışında 5. Mezhep olarak tasdik edilmesi önerisi ise reddedildi.

İranlılarla Evliliğin Yasaklanması…

Arşivdeki araştırmalarımız sırasında ilginç belgelere de şahit olduk. Osmanlı Devleti komşusu İran’a karşı devamla surette temkinli yaklaşmış ve Şiîliği yayma eğilimi içinde bulunan bu ülkeye karşı hassasiyetini sürekli muhafaza etmiştir. Osmanlı Devleti’nin bu konudaki hassasiyetini iyi bilen ve Osmanlı topraklarına Şiîliği sızdırmaya pek muvaffak olamayan İranlılar, bu konuda daha kurnazca bir yaklaşım sergileme yoluna gitmişlerdir.

Normal yollardan gerçekleştiremedikleri sızma harekâtı için, bu işi evlilik ilişkileri yoluyla gerçekleştirmeyi de gündemlerine aldılar. Kendi vatandaşlarının Osmanlılarla evliliğini teşvik ettiler. İşte bunu fark eden Osmanlı Devleti, 1915 yılının Ağustos ayında yayınladığı bir genelge ile “Osmanlı vatandaşı Müslim ve gayrimüslim kadınların İran tebeasından insanlarla evlenmelerinin yasak olduğunu ve bu konuda gereğinin yapılmasını istedi. Kaldı ki bahsi geçen tarihte komşumuz İran fevkalâde güçlü bir devlet pozisyonunda da değildi. Şiîliğin siyasal anlamdaki ihracına karşı, Osmanlı Devleti’nin almış olduğu tedbir ilginçtir.

Üstelik yasaklanan evliliğin sadece Müslüman kadınları kapsamayıp diğer gayrimüslim kadınlara da şamil olduğuna dikkat edilirse, kararın dinî boyutundan daha çok idarî boyutunun olduğu göze çarpar.
Buradan çıkarılacak sonuç şudur: Osmanlı Devleti tarih boyu komşumuz İran’a karşı tedbir ve temkini hiçbir zaman elden bırakmamıştır. Tarihten aldığı bu ders ve tecrübe ile bundan sonra da gereken önlem ve tedbiri almaya elbette devam edecektir. Türkiye acaba İranlaşır mı? şeklinde özetlenebilecek kaygılara gerek yoktur. Böyle bir kaygı sosyolojik ve psikolojik temelden yoksundur.
İran’ın nükleer silaha sahip olması bu ülkeye komşu olan Türkiye açısından da bir risktir. Türk – İran ilişkilerinin geçmişi bazı hassas noktaların gözardı edilmemesi gerçeğini de ortaya koyar. Türkiye sadece komşularından değil, insanlığın huzuruna yapacağı katkılar itibariyle dünyanın pek çok ülkesinden daha güçlü olmak durumundadır. Devleti yönetenlerin ve yönetme iddiasında bulunanların olaylara bu derinlikte bakmasında yarar vardır.
Not 1: İran’la yapılan anlaşmalarda yer alan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e sövüp sayılmamasıyla ilgili belgelere Ziya Nur Aksun’un Ötüken Yayınlarından çıkan Zirvedeki Sultanlar kitabından ulaşabilirsiniz. Kitapla ilgili yaptığı bilgilendirmeden dolayı Av. Habil Kahraman’a da ayrıca teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Not 2: İranlılarla evliliği yasaklayan belgenin ayrıntılarına, TİMAŞ Yayınlarından çıkan Kurtuluş Savaşı kitabımızdan ulaşabilirsiniz. İstanbul 2007.  

1 Mart 2012 Perşembe

Eshâb-ı kirâmın fazileti ve Hazret-i Mu’âviye


İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendi hazretleri rahimehullah buyuruyor ki:

"Eshâb-ı kirâmın hepsini ve Ehl-i beytin hepsini sevmek, saymak lâzımdır. Birini sevmemek, hepsini sevmemek olur. Çünkü, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazîleti, hepsinde vardır. Sohbetin fazîleti ise, bütün fazîletlerin üstündedir." (59. Mektub)

Hâfız Celâleddîn Süyûtî (vefatı m. 1505) rahmetullahi teâlâ aleyh diyor ki:

"Peygamberimizin Bir Özelliği de, Onunla Bir Lahzalık Buluşan Ve Onu Gören Kimsenin Sahabi Oluşudur: Evet, O'nun bir özelliği de budur. Fakat bir sahabi ile bir anlık buluşana, o sahâbinin tabiî denilmektedir. O kişiye, tabiî denilebilmesi için, o sahabi ile uzun müddet birlikte bulunması, uzun müddet onunla sohbet edip ondan faydalanmış olması aranır. Usûlcülere göre, en sahih kabul edilen söz, budur. Fark, hiç şüphesiz, Peygamberimizin peygam­berlik makam ve mansıbının çok büyük ve yüksek olmasındandır. Pey­gamberlik nurunun ve feyzinin çok kuvvetli olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun içindir ki, sevgili Peygamberimizin bir defacık bir arabiye bakışı, aslında kupkuru ve nasibsiz bulunan bu ârâbinin, nûr ve feyizle dolmasına ve onun bir sâhâbi olmasına yetmektedir. Artık o kuru ve cahil arabi, bir defacık Resûlüllahın nazarına mazhar olmakla, ilim ve hikmetle konuşan bir insan haline gelivermektedir." (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 529.)

İmam-ı Kastalanî hazretleri diyor ki:

"Resulullah aleyhisselamın yüceliği, risalet makamının yüksekliği, nübüvvetinin nuru, öyle bir mertebede idi ki, şerefli bakışıyla baktığı kimse bir ahmak arabî de olsa, Allah'ın hikmetiyle söylemeye başlardı." (Mevahib, c.1, s.509)

Ahmed Cenneti : Sünnilerle ” Cihad” Edin !

İranın en önemli resmi-dini kurumlarından birisi olan İran Anayasa Koruyucular Derneği Başkanı  Tahran Cuma Hatibi fanatik Şii Ayetullah Ahmet Cenneti son hutbesinde gayet açık ve net bir şekilde Şii Araplara seslenerek Beşşar Esad rejimini savunmak için “cihad” edin dedi.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Şia, Sebeciler, Rafiziler ve Caferilerin Belini Kıran Sorular



Adına Şia, ceferilik, sebecilik, rafizilik, husilik hurufilik denilen fırka ile, dini meselelerimiz tartışılmaz. Takıyye adı altında münafıkça hareket ediyorlar.

Aslında 1400 senedir uğraştıkları mesele, basit bir mesele değildir. Dini kökten tahrif meselesidir. Çünkü eshab-ı kiram kötülenince, bunların mürted, münafık oldukları güya ispatlanınca, müslümanlar arasında yayılınca, kabul görünce, din otomatikman yıkılmış olacaktır. Çünkü Kur’anı da dini de bize bildiren onlardır. Onlar mürted yani kâfir olunca bildirdiklerinin ne önemi kalır. Ortada din kalır mı?

28 Şubat 2012 Salı

Şii’lerin Hz.Ömer’den Nefret Sebebi ve Şİİ İRAN GERÇEKLERİ…


Şiiler namazlarında, türbelerinde, dualarında, dini bayramlarında Hz. Ömer’e lanet ettikleri gibi, işleri ters gittiğinde “Hay lanet Ömer’e!” derler.
Hatta İran devleti Hz. Ömer efendimizi Şehid eden Ebu Lü’lü kafirinede türbe yaptı. Mubarek bir zat gibide ziyaret edip ona hayır dua ederler.!!!

23 Şubat 2012 Perşembe

Şia 'nın Hz. Ömeri Şehit Eden "Mecusi Ebu lü'lü" Sevgisi



Şiiler Ebu lü’lü ye kabir yapmışlar ve kabrini ziyaret edip burada dua ediyorlar. Kabrin üzerindede Ebubekr’e ölüm, Osman’a öüm yazıyor. (Radıyallalahu Teala Anhum) Bu adam (Ebu lü’lü) Hazreti Ömer’i şehid eden daha sonrada intihar ederek hayatına son vermiş bir mecusi kafiridir. Fakat Şiiler böyle olduğunu bile bile kendi dualarında Mecusi kafiri Ebu Lü’lü ile birlikte haşredilmesini niyaz ediyor. Buda tabi hazreti Ömer’e olan nefretlerinden ileri geliyor.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Mukteda Sadr'dan Sünni Katline Fetva !

Sapitanlar.com/Türkiye’de belirli kesimlerin ısrarla direniş yanlısı, müslümanların birlik ve beraberliğini isteyen bir kişi gibi propagandası yapılan Şii lider Mukteda Sadr adlı şahsın gerçek yüzünü TÜRKÇE İLK DEFA YAYIMLANAN bu belge ile kamuoyuna göstermeye devam ediyoruz…

20 Şubat 2012 Pazartesi

Humeyni'nin Sapık İnancı!


Suriyeli büyük alim Üstad Said Havva’nın hacmi küçük fakat değeri oldukça büyük eseri “Humeynicilik”i bölümler halinde yayınlıyor. Türkiyeli okuyucuya ulaşmaması için adeta sansürlenen eserinde Üstad Said Havva, Humeynicilik’in iç yüzünü açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor.

Şia’nın aykırı inançları ve Humeyni’nin onları benimsemesi:
Şia tarihi boyunca birçok aykırı görüş ortaya çıkmış ve Şiilik adına birçok asılsız inanç Müslümanların arasına sokulmuştur. Şiilik, birçok küfür düşüncenin sızmasına ve İsmailiye, Nusayrilik ve Dürzilik gibi aşırı fırkaların türemesine yol açmıştır. Bu fırkalar, Oniki İmam Şiasının da, Ehli Sünnet ve’l-Cemaat’in de küfür olarak gördüğü batıni fırkalardır.
Bununla birlikte Oniki İmam Şiası bu fırkaların küfür olduğuna hükmetmesine rağmen kendisi de birçok asılsız inanca sahiptir. Oniki İmam Şiası bu aşırı fırkaların küfür olduğunu söylemekle birlikte Ehli Sünnet ve’l-Cemaat’e karşı onları desteklemektedir. Bu fırkalar usûlde ve furûda Oniki İmam Şiası’ndan farklı olsa da, Oniki İmam Şiası, insanın ilahlığı ve benzeri sapık inançlara sahip olan bu fırkaları kendisine Ehli Sünnet ve’l-Cemaat’ten daha yakın hissetmektedir ki bu bile başlı başına tehlikeli bir sapmanın delilidir.
Burada bu sapmanın yönlerini tüm ayrıntılarıyla ele almayacağız ve sadece Oniki İmam Şiası’nın ve Humeyni’nin benimsediği ve savunduğu aykırı inançlardan bazılarına değinmekle yetineceğiz.

İmamlar Hakkındaki Aşırı İnanç
Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i kendilerine rab edindiler.) (1) Hıristiyanların Mesih’i rabb edindikleri bilinmektedir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, hahamlarını ve papazlarını nasıl rabb edindiklerini izah ederken hahamların ve papazların onlara haramı helal ve helali haram kıldıklarını ve onların da buna itaat ettiklerini söyler.
Şia da bu konuda aşırı gitmiş ve imamlarına masumiyet sıfatı vermiştir. İmamların masumiyetine inanmayı mezhebin asıllarından saymıştır. El-Kuleyni “El-Kâfi”de, İbni Bâbeveyh El-Kummi “Akâidu’ş-Şia El-İmamiyye”de, Eş-Şeyh El-Müfid “Evâilu’l-Makâlât” ve “Tashihu Akâidi’ş-Şia El-İmamiyye” isimli kitaplarında bunu ispat eder. Şia’nın eski ve yeni imamları, imamların bilerek veya bilmeyerek hata yapmaktan, dalgınlıktan ve unutkanlıktan masum (korunmuş) olduğu inancında birleşmişlerdir. Onlara göre imamlık makamı peygamberlik makamından daha üstündür. (2) Helal ve haram kılmada mutlak özgürlüğe sahiptirler. Şiilerin önde gelen alimlerinden El-Kuleyni Usûlu’l-Kâfi’de Allah’ın Muhammed’i, Ali’yi ve Fatıma’yı yarattığını ve onların bin yıl kaldığını, daha sonra bütün her şeyi yarattığını ve onları bu yaratılışa şahit kıldığını, yaratılan her şeyi onlara itaat ettirdiğini ve idaresini onlara bıraktığını, onların diledikleri şeyleri helal ve diledikleri şeyleri haram kıldıklarını söylemiştir. (3)
Şiilerin imamları hakkında bu şekilde aşırı gitmeleri, imamlarını kainatın idaresi ve düzeninde Allah Subhânehu’ya ortak koşmalarına yol açmıştır. Oysa Allah azze ve celle kainatın idaresinin yalnızca kendine ait olduğunu bildirmektedir: (İşleri düzene koyan Allah’tır.)(4)

Yine Şiilerden bazıları aşırı giderek imamları gaybı bilmede ve her şeyden haberi olmada Allah’a ortak koşmuştur. El-Kuleyni, “El-Kâfi”de, “İmamlar geçmişte olanı ve gelecekte olacağı bilirler, hiçbir şey onlara gizli kalmaz” adıyla bir bölüm açmıştır. (5) Bütün bunlar Allah Teâlâ’nın (O, gaybı bilendir. Kendi gaybını kimseye açmaz. Ancak elçilerinden hoşnut oldukları müstesna.) (6) buyruğuna ters düşmektedir. Biz, Allah’ın kullarına keramet olarak gaybından bazı şeyleri bildirmesini inkar etmiyoruz. Bilakis bunun her hangi bir yaratılmış için temel hak olduğu inancını reddediyoruz.
Bu sapıklıklar her sapık ve deccale kapıları sonuna kadar açmış ve bazı insanların peygamberlik makamının üzerinde bir makama sahip olduklarını ve İslam şeriatını diledikleri gibi değiştirebileceklerini iddia etmelerine neden olmuştur. Oysa hak ehlinin inancına göre peygamberlik özel bir makamdır ve Allah Teâlâ dilediğini o makama seçer. (Allah, meleklerden de insanlardan da elçiler seçer.) (7)
Humeyni, bu aşırı inancı destekleyerek daha da derinleştirmiştir. Bu dinin mutlaka bilinmesi gereken hükümlerini inkardır ve apaçık bir küfürdür. Humeyni’nin imamlar hakkında nasıl aşırı gittiğine, onlara nasıl masumiyet, kainatı idare ve ilahi ilim sıfatları verdiğine ve onları nasıl peygamberlik makamının üzerine çıkardığına bir bakın. Humeyni, “El-Hukumeti’l-İslamiyye” (İslam Devleti) isimli kitabında şöyle diyor: “Şüphesiz imamların övgüye layık bir makamı, yüce bir derecesi ve kainattaki oluşum üzerinde etkileri vardır. Kâinattaki bütün zerreler, onların velâyetine ve yönetimine boyun eğer. Mezhebimizin temel inançlarından biri de, imamların, mukarrab bir meleğin veya gönderilmiş bir peygamberin ulaşamayacağı bir makama sahip oldukları inancıdır. Elimizdeki rivayetler ve hadislere göre, Rasul-ü Azam sallallahu aleyhi ve sellem ve imamlar (Allah’ın selamı onların üzerine olsun), bu dünyaya gelmeden önce nurdular. Allah onları Arş’ının etrafında toplamıştır… Onların şöyle dedikleri nakledilmiştir: Bizim Allah ile öyle hallerimiz var ki, hiçbir mukarrab melek veya gönderilmiş peygamber ona ulaşamaz.” (8)
Humeyni, adı geçen kitabının bir başka yerinde şöyle der: “İmamların öğretileri hiç şüphesiz Kur’an’ın öğretileri gibidir. Belirli bir nesle özel değildir. Bilakis Kıyamet’e kadar her çağda ve her yerde herkes için geçerli, uygulanması ve uyulması farz olan öğretilerdir.” (9) Ayrıca, onlar için (yani imamlar için) unutkanlık ve gaflet düşünemediğini söyler. (10)
Dipnotlar:
(1) 9/et-Tevbe/31
(2) Hayatu’l-Kulûb; El-Meclisi, 3/10
(3) Usûlu’l-Kâfi; sf: 287. Humeyni, Keşfu’l-Esrâr’da bu hadisin sahih olduğunu söyler. ( El-Kafi Şianın en muteber kitabıdır.)
(4) 10/Yunus/3
(5) Usûlu’l-Kâfi; sf: 160. Daha fazla ayrıntı için bkz: “El-Bâbu’l-Hâdiy Aşera” ve “Keşfu’l-Murâd Şerhu Tecridi’l-İ’tikâd”; İbnu’l-Mutahhar Eş-Şii
(6) 72/el-Cin/26-27
(7) 22/el-Hacc/72
(8) El-Hukumetu’l-İslamiyye; sf: 52. Kahire baskısı, 1979. Tahran baskısı: Mektebetu Berzek el-İslamiyye. Diğer başka ayrıntılar için Allâme Ebu’l-Hasen En-Nedvi’nin “Sûretâni Mutedâddetâni” (İki Zıt Tablo) isimli eserine (sf 77 ve sonrası) bakınız.
(9) El-Hukumetu’l-İslamiyye; sf: 122
(10) A.g.e. sf: 91

17 Şubat 2012 Cuma

Cevşen Sahih Değildir !


  Diyalogcuların bir sembol haline getirdiği, Vatikan Katolik Kilisesitemsilcisi George Marovich’in -diyalog toplantılarında gördüğümüz kadarıyla-dilinden düşmeyen cevşen’in dinimizdeki yeri nedir sorusuna cevap arayalım.
Diyanet Ansiklopedisinin Cevşen maddesinde özetle diyor ki: 

Şii'lerin Muta Nikah Fiyatları

Şii'lerin Muta Nikah Fiyatları

Bakire bacılarımızdan ilk defa Mut’a nikahı yapacak olanlara bekaretibozulduğundan ötürü 150.000 Tümen (150 Dolar) verilecektir!”

İslam dinince bidatfırkalardan biri olarak nitelendirilen Şii (Caferi, İmamiye) Mezhebininkendisince helal olarak kabul ettiği; ancak diğer tüm Müslümanların İcma İleSabit haram kabul ettiği Mut’a nikahı’nın İran’da resmi olarak kabul edildiğibiliniyor. Yine Şii merci makamlarınca ve dini teşkilatlarca bu iş teşvikediliyor. Kamuoyunda ilk defa yayımlanacak olan İmam Rıza Türbesi yakınındakurulacak olan, çeşitli kılıflar uydurulan ancak aslında bir nevi “genelevi”işlevi görecek eyleme dair belge…
Besmele ile başlayan ilanda Mut’a nikahı denilen çirkin eylemin Hz. Muhammed(sav)’in sünneti olduğu iftirasını utanmadan ileri sürülmektedirler.!Yaptıkları pisliğe kılıf aramaktanda geri durmuyorlar.!
“İki Yıllık Evlilik

Asitân-ı Kudüs Rızavi (Meşhed eyaleti Rıza şehri) İmam Rıza Aleyhissalamtürbesi yakınında kısa süreli olacak bir merkez oluşturma niyetinde olduğunuduyurmaktadır. Bunu da eşlerinden uzak bir şekilde sekizinci imamın hareminiziyaret eden bu ziyaretçi kardeşlerimizin ruhaniyet ortamlarını ve kalprahatlığını temin etmek, toplumumuzdaki manevi havayı artırmak için yapıyoruz.
Bu nedenle teşkilatımız yaşları 12 ila 35 yaş arasındaki bakiremümin bacılarımızın hepsini bu işe yardım etmeye ve katılmaya davet etmektedir!El Rızavi teşkilatı ile sözleşme imzalanması gereken bu iki yıllık işin süresiMut’a taahhütleri boyunca her ayda 25 gün olacaktır. Akdin süresi işin(ilişkinin) biçiminin bir parçası olarak uzatılacak ve her formatın zamanaralığı her bir erkek için günde 5 ila 10 saat arasında olacaktır.

Her format için belirlenen meblağ aşağıdaki şekildedir:
5 Saatlik Mut’a: 50.000 Tümen (50 Dolar)
Bir Günlük Mut’a: 75.000 Tümen (75 Dolar)
İki Günlük Mut’a: 100.000 Tümen (100 Dolar)
Üç Günlük Mut’a: 150.000 Tümen (150 Dolar)
Dört Gün ila 10 Gün Arası Mut’a: 300.000 Tümen (300 Dolar)
Bakire bacılarımızdan ilk defa Mut’a nikahı yapacak olanlarabekareti bozulduğundan ötürü 150.000 Tümen (150 Dolar) verilecektir!”

Şia' ların ŞOK edici Sapık İnançları!!!


İran’ın resmi devlet ideoloji olarak başını çektiği Şii mezhebine dair kamuoyunda oldukça yanıltmalar ve yanlış yönlendirmeler söz konusu. Bizler sitemizde bizzat Şiilerin (12 İmamcılar, Caferiler, İsna Aşeriye, Ehli Beyt, Alevi, Nusayri vs. gibi etiketler taşıyorlar) tarihten günümüze kadar gelen en temel eserlerine,mevcut Ayetullahları, Merciiyyet makamı alimleri ve düşünürlerinin kitaplarını,fetvalarını ve demeçlerini yayımlamaktayız. 1979 İran’daki Humeyni devrimi ileaslında Müslümanlar arasında vahdetin temin edildiği, Sünni-Şii arasında farkın olmadığı gibi sloganlar ile tüm dünyada sahte bir birliktelik rüzgarları estirildi. Oysa başta Humeyni olmak üzere hiçbir Şii alimin,düşüncesini şekillendiren temel mezhep eserlerini, alimlerini ve kitaplarınıinkar ettiğini, bunların içeriğini kabul etmediğini, yeni bir şey getirdiğini hiç kimse söyleyemez! Bu inkarı mümkün olmayan; ancak üstü son derece sinsi şekilde belirli çıkarlar doğrultusunda gizlenmeye çalışılan hakikat yeniden açığa çıkartılmalıdır. Şiilerin en temel inanç eserlerini, düşünce yapılarını, yaşayışlarını, diğer Müslümanlara bakış açısını ve Ortadoğu başta olmak üzere İran eliyle Şii oluşumların yürüttüğü projeleri, faaliyetleri ve planları irananaliz sitesi olarak kamuoyu ile paylaşmaya devam edeceğiz.


Onlarca şii mezhebine ait eserleden şii'lerin temel inançları;