23 Ağustos 2012 Perşembe

Said-i Nursi(Said Okur)'nin küfre götüren büyük hataları

Said Nursî’nin hemen hemen, bütün risâle’lerinde tekrarladığı (Esâsen, risâle’ler birbirinin usandırıcı birer tekrarından ibârettir.) çok önemli, fâhiş, te’ville, tashîh ile telâfisi mümkün olmayan, “eski Said, yeni Said,” tekerlemeleriyle geçiştirilmeyecek, inananları küfre kadar götürecek hatâ’larla doludur. 

Fâhiş ve küfrü mültezim büyük hata’lar zinciri: 
1- Teslis Akîde’sine sâhip, müşrik Hıristiyan’ların, şehîd olduklarını ve cennete girebileceklerini iddia etmiştir;
“Bir zaman, eski Harb-u Umûmî’de, düşmanların, ehl-i İslâm’a ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pekçok müte’llim oluyordum. Fıtratımda, şefkat ve rikkat ziyâde olduğundan, tahammülüm haricinde azap çekerdim. Birden kalbime geldi ki, o maktûl ma’sumlar şehid olup velî olurlar; Fânî hayatları, bâkî bir hayata tebdil ediliyor; ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup, bâkî bir mal mübâdele olur. Hattâ, o mazlumlar kâfir de olsa âhirette kendilerine göre o dünyevî âfattan çektikleri belâlara mukâbil rahmet-i İlâhiye’nin hazînesinden öyle mükâfatları var ki, eğer Perde-i Gayp açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tazâhür-ü rahmet görünüp, “yâ Rabbî! Şükür elhamdülillâh” diyeceklerini bildim ve kat’î bir suretle kanaat getirdim. Ve İfrat-ı Şekfat’dan gelen şiddetli te’sir ve elemden kurtuldum.” (Kastamonu Lâhikası, (49), Yeni Asya Neşriyatı, İstanbul, Temmuz 2004, 3. Baskı)...


“Birden ihtar edildi ki, böyle musîbet’lerde kâfir de olsa hakkında bir ne’vi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musîbet ona nisbeten pek ucuz düşer. Böyle musîbet-i Semâviyye ma’sumlar hakkında bir nev’i şehâdet hükmüne geçiyor. O musîbet-i Semâviyye’den ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun, şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi, büyük mükâfat-i Ma’neviyyeleri, o musîbeti hiçe indirir. 

On beşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfâtı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü ahirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem ahirzamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslamiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten teselli buldum.” (Kastamonu Lâhikası, Yeni Asya Neşriyatı/İstanbul/2004 Baskısı/Sahife 79) 

Antakya’lı bir Yahûdî olan (Saint Paul) kısaca, Pavlus, tarafından dizayn edilen günümüz Hıristiyanlığı “Uknûm-ü Selâse”, üç esas, baba, oğul ve Ruhu’l-Kudüs, yâni, teslis akidesini esas alır. Teslis akidesine sahip olanlar, şüphesiz, kâfirdirler. Kâfir’lerin, kıyâmet gününde, Allah’ın rahmetine mazhar olması, hele hele, cennete girmesi, Kur’ân-ı Kerim’in, sarih nas’larına göre aslâ mümkün değildir. Aksini iddia etmek sarih, kat’î naslarla sâbit olanı inkâr veya aksini iddia etmek kesinlikle küfürdür. 

“Şüphesiz, Allah, Meryem oğlu Mesih’dir,” diyenler andolsun ki kâfir olmuşlardır.” (Mâide 5/17)...
“Yahûdî’ler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh (İsa) Allah’ın oğludur, dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!” (Tevbe 9/30)
Yukarıda meallerini verdiğim âyet’ler ve benzeri diğer âyetler dikkate alındığında, günümüz Hıristiyan ve Yahûdî’lerinin, kâfir ve müşrik olduklarında aslâ şüphe yoktur. 

Müşriklerin, Hıristiyanların, Yahûdî’lerin, münâfıkların aslâ cennete giremeyecekleri, cehennemde ebedî kalacakları ise sayısız âyeti Kerime’nin sarih, kesin hükmüdür.
“(Âyet’lerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah’ın meleklerin ve tüm insan’ların la’neti onların üzerinedir.” Onlar ebediyyen la’net içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların üzerine bakılır.” (Bakara 2/161, 162)...

“Bizim âyet’lerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız.” (A’raf 7/40) 

(Devenin iğne deliğinden geçmesi, adeten muhaldir. Dolaysiyle kâfir’lerin cennete girebilmeleri muhal bir şarta bağlanmıştır ki, kâfir’lerin cennete girebilmeleri muhal ötesi bir şeydir.)
“Ehl-i Kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.” 
“Gerçekten inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, onların hiçbirinden -fidye olarak dünya dolusu altın verecek olsa- dahî kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır. Hiç yardımcıları da yoktur.” (Âl-i İmran 3/91) 

Fetret devri mes’elesi: 

Fetret devri, yeryüzüne Peygamber gönderilmeyen asırlar için geçerlidir. Bu ma’nada Fetret Devri Hazret-i İsâ ile Sevgili Peygamber’imiz arasında geçen 600 küsûr senelik, Peygambersiz geçen devreye denilir. Hazreti Peygamber’imizin bi’setinden sonra kıyâmete kadar hiçbir devre, fetret devri denilemez. Olsa olsa, yeryüzünün ba’zı bölgelerinde tebliğ ve da’vetin ulaşamadığı yer’lerden bahsedebiliriz. Tebliğ ve da’vetin ulaşmadığı yerdeki insanlar da, akıllarını kullanarak, enfüsî ve âfakî delillerle, Allah’ın varlığını ve birliğini bulmaya mecburdurlar. Bunlar, Allah’ın varlığını ve birliğini buldukları takdirde şer’î hükümlerle mükellef değildirler.
Dolaysiyle, Said Nursî’nin kâfirler için uydurduğu “Fetret Devri” ma’zereti de geçerli değildir. 

Kâfirlerin çocuklarına gelince: 

Müslüman anne ve babadan doğan ve büluğ çağına ermeden vefat eden, sabî’ler, Müslüman anne ve babaya teb’an cennete girerler. Ehl-i Kitap’tan bir anne ile Müslüman bir baba’dan doğan ve büluğ çağına ermeden vefat eden sabî’ler, Hayru’l-Ebeveyn olan baba’ya teb’an yine cennete girerler. Ancak, günümüzde daha doğrusu asr-ı Saâdet’den sonraki Hıristiyan ve Yahûdî’ler arasında Ehl-i Kitap yoktur. Hıristiyan’lar teslis akîdesine sahip oldukları, Yahûdî’ler de Üzeyr veya Soraya Allah’ın oğludur, dedikleri için müşrik olmuşlardır. Bir Müslüman’ın belli şartlarda ve zarûret halinde, ehl-i Kitap bir kadınla evlenebilmesi câiz ise de, müşriklerle evlenmesi aslâ câiz değildir, aralarında kıydırdıkları nikah İslâm Hukukuna göre nikah akdi olmayıp, aralarındaki münasebet gayr-i meşrû olup bu birliktelikten doğan çocuklar da Veled-i Zinâ’dır. 

Müşrik’lerin, Hıristiyan ve Yahûdî’lerin, münâfıkların, büluğ çağına ermeden vefat eden çocukları hakkındaki hüküm ise, cennete girmek için kendilerinin herhangi bir amelleri bulunmadığından, anne ve babası da Müslüman olmadığı, en azından anne ve babasından birisinin Müslüman olmadığı dikkate alındığında ebeveyn’e tab’iyet veya Hayru’l-Ebeveyn’e teb’iyyet de söz konusu olamayacağına göre cennete giremeyeceklerdir. 

Müşrik’lerin, kâfir’lerin, Hıristiyan, Yahûdî ve münâfıkların büluğ çağına ermeden ölen çocukları kıyâmet gününde ne olacaklardır? 

Kur’ân-ı Kerim’de, Cenab-ı Hakk, “Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi: “Keşke toprak olsaydım!” diyecektir.” (Nebe Suresi 78/40)
Ekserî müfessirler bu âyet-i Kerime’nin tefsirinde, kıyâmet günü insan’larla birlikte hayvanlar da haşredilecek, insanlarla hayvanlar, hayvanlarla yine hayvanlar arasında çetin bir hesaplaşma olacaktır. Hak sahipleri haklarını aldıktan sonra, insanlardan ba’zıları cennete, ba’zıları da cehenneme sevkedilecekler. Hayvanlar ise Mahşer Meydanı’nda, insan’ların gözlerinin önünde toprak haline geleceklerdir. 

Cehenneme sevkedilen, kâfirler, hayvanların toprak olduğunu görünce, “Ah! Keşke bizler de hayvanlar gibi toprak olsaydık da, bu çok acıtıcı, aşağılayıcı ebedî azap’ta kalmasaydık,” diyeceklerdir,” diye tefsir etmişlerdir. 

Hicrî, İkinci Bin’in Müceddidi, büyük Mutasavvıf, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Farık Sirhindî (K.S.) Hazretleri, keşfen, Arafat günü hayvanlar gibi, kâfirlerin, Hıristiyanlar, Yahûdî ve münâfıkların, büluğ çağına ermeden vefat eden çocukları da toprak olacaklardır. Kendi çocuklarının toprak olduklarını görenler, “Ah! Keşke bizler de çocuklarımız gibi toprak olsaydık da, ebedî cehennem azabından kurtulsaydık,” diyeceklerdir, buyurmuştur.
Mustafa Akkoca
18 Haziran 2012
oncevatan.com.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.