cevşen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cevşen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Ekim 2012 Pazar

Said Nursi'nin Övdüğü Cevşen Nedir?



Said Nursî ve şakird’leri, Cevşenü’l-Kebîr veya Cevşenü’l-Sagîr’i tanıtırken, “Hazreti Peygamber Salla’llâhu Aleyhi ve sellem’e Cebrail Aleyhisselâm’ın vahiy ile getirdiği ve zırh’ı çıkar bunu oku dediği ve binbir Esmâ-i İlâhiye sarîhan ve zımnen işaret eden gâyet yüksek ve çok kıymettâr bir müncaat-ı Peygamberî’dir ki, Zeyne’l-Âbidîn (R.A.)’den tevâtürle rivâyet edilmiştir,” diyorlar.

Yukarıdaki ta’rif, “Allah tarafından bir melek (Cibril-ü Emîn) tarafından indirilen ve Peygamber’e okunan, “Vahy-i Metlû” (tilâvet olunan, okunan vahiy) ki, bu doğrudan Kur’ân’ın ta’rifidir. Yalnız bir şeyin tam ta’rifi, o şeyin “Efrâdını Câmi, Ağyarını Mâni,” olmalıdır. Nitekim, onu da tamamlıyorlar, “Zeyne’l-âbidîn tarafından tevâtürle rivâyet edilmiştir.” İşte, Kur’ân’ın tam ta’rifi... Ne var ki, Said Nursî ve şakird’ler, İslâmî ilimlere en azından bir mızraklı ilmihâl seviyesinde sahip olmadıklarından asgarî bir hadis usûlünde çakmışlardır. İslâmî ilimlere birazcık vukuf kesbedenler bilirler ki, tek bir kişinin rivâyet ettiği, tevâtür, meşhûr olmaz, ancak Haber-i Vâhid olur. Haber-i Vâhid ile rivayet edilenler, başka delillerle te’yid edilmemiş ise dâima şüpheyle karşılanır.

Kaldı ki, bütün Hadis Külliyatı arasında, “Hadis-i Cibrîl” gibi tevâtürle sabit olan hadis sayısı pek azdır, güvenilir kaynaklar, tevâtürle sâbit olan hadis sayısını 19 adet olarak vermişlerdir.
Tevâtürle sabit olan Hadis-i Şerif’leri inkâr etmek de tıpkı, “Vahy-i Metlû” olan, Âyet-i Kerimeleri inkâr etmek gibi küfrü muciptir. 

Hâşâ! Sümme Hâşâ! Said Nursî ve şakird’lerin ifade ettikleri gibi, Cevşenü’l-Kebîr ta’rif ettikleri gibi, Cebrail Aleyhisselâm tarafından getirilmiş ve tevâtürle rivâyet edilmiş olsaydı, elbette Kur’ân’dan bir âyet-i Kerime olurdu. 

Kur’ân-ı Kerim’deki âyet’lerden herhangi birisini âyet saymamak, hükmünü inkâr etmek nasıl küfür ise, Kur’ân’da olmayan, âyet niteliği taşımayan herhangi bir metni kutsallaştırmak, ona âyet hüküm vermek de küfürdür. 

“Şüphesiz o (Kur’ân), çok şerefli bir Resûlün sözüdür.” (Resûl, elçi, Peygamber veya Cebrail vasıtasıyla tebliğ edildiğinden, “söz” Resûle (elçiye) nisbet edilmiştir.) 

“Ve o, bir şâir sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz?” “Bir kâhin sözü de değildir (o), ne de az düşünüyorsunuz!” “O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.” “Eğer (Peygamber) bize atfen ba’zı sözler uydurmuş olsaydı.” “Elbette Onu kıskıvrak yakalardık.” “Sonra onun can damarını koparırdık.” (Onu yaşatmazdık) “Hiç biriniz buna mâni olamazdınız.” “Doğrusu o (Kur’ân) takvâ sahipleri için bir nasîhattir (öğüttür)..” (Hâkka Sûresi 69/40-48)... 

Doğrudan vahy’e muhatap, Peygamber hakkında, “Allah tarafından vahyedilmediği halde, kendiliğinden tek bir kelime bile uydurmuş olsaydı, onu kıskıvrak yakalar, can damarını koparır hayatına son verirdik” buyuruyor. 

İYİ DE BU CEVŞEN NEME NE BİR ŞEYDİR? 

4 Ekim 2012 Perşembe

Said Nursi ve Cevşen



 Hem mesela, Kur'an'ın hakiki ve tam bir nevi münacatı ve Kur'an'dan çıkan bir çeşit hulasası olan Cevşen-ül-Kebir namındaki münacat-ı Peygamberi'de (A.S.M.)(...)
Sözler, 424, Onbirinci Şua Olan Meyve Risalesi'nin Onuncu Mes'elesi Emirdağ Çiçeği

(...) hem "Cevşen-ül-Kebir" münacatının seksenaltıncı ukdesinde: (...) diye olan gayet arifane münacat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) beyanı gösteriyor ki; (...)
Şualar, 88, Yedinci Şua/ayetü'l-Kübra/Mukaddime

Kur-an'dan ve münacat-ı nebeviye olan Cevşen-ül-Kebir'den aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak, Rabb-ı Rahimimin dergahına arzetmekte kusur etmişsem; kusurumun affı için Kur'an'ı ve Cevşen-ül-Kebir'i şefaatçi ederek rahmetinden niyaz ediyorum.
Şualar, 48, Üçüncü Şua/Münacat; Lem'alar, 445, Münacat; asa-yı Musa

(...) Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam, Cevşen-ül-Kebir namındaki münacat-ı azamında marifetullahda gayet yüksek ve gayet cami' derecede marifetini göstererek böyle demiştir; biz de, hayalen o zamana gidip Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselamın dediğine "amin" diyerek, (...)
Lem'alar, 415, Otuzuncu Lem'a/Hatime

(...) Al-i Beyt'in manevi ve gayet mühim bir mirası ve maden-i feyzi olan Cevşen-ül-Kebir'i kendine üstad eden ve bidayette her günde bir defa bazan üç defa tamamını okuyan ve talebesine tavsiye eden adam, Risale-i Nur müellifidir
Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 164, Yirmisekizinci Lem'a/Keramet-i Aleviyenin Neticesi

Binbir Esma-i İlahiyyeye sarihan ve işareten bakan ve bir cihetle Kur'an'dan çıkan bir harika münacat olan ve marifetullahda terakki eden bütün ariflerin münacatlarının fevkınde bulunan ve bir gazvede "Zırhını çıkar onun yerine bu Cevşeni oku" diye Cebrail vahy getiren "Cevşen-ül-Kebir" münacatı içindeki hakikatlar ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler, (...)
Şualar, 484, Onbeşinci Şua/Elhüccetü'z-Zehra/Üçüncü Medrese-i Yusufiye'nin Tek Bir Dersinin Üçüncü Kısmı/Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Külli Şehadetler.

Cevşen Nedir Faziletleri Nelerdir?

Cevşen, "örme zırh" anlamında Fars'ça bir isimdir. Cevşen-i Kebir ise, büyük zırh demektir.

Anlatıldığına göre Asr-ı saadette cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud'da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, Hz. Peygamber ellerini açarak Allah'a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve, “Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” demiştir.

Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile Allah'a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehitleri derecesinde 900 bin şehit sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.

Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez. Cebrail, Hz. Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere talim etmesini istemiştir. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivayet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.

3 Ekim 2012 Çarşamba

İmam Gazali Hz. celcelutiye ve Said Nursi



Madem Celcelutiye vahy yolu ile Peygamber Aleyhissalatü Vesselama nazil olmuştur. Ve Allam-ül-Guyubun ilmiyle ifade-i mana eder...
(Sikke-i Tasdik-ı Gaybi)

Hem madem Celcelutiyenin aslı vahy'dir. Ve esrarlıdır. Ve gelecek zamana bakıyor; ve gaybi umur-u istikbaliyeden haber veriyor...
(Sikke-i Tasdik-ı Gaybi)

***

Sırf kendi bozuk mezheplerini yüceltmek için binlerce hadis uyduran Şii'lerin Hazreti Ali adına uydurdukları Celcelutiye denen saçmalığına vahiy ve vahiy kaynaklı diyen Said nursi'nin bu mesnetsiz iddiasına İmam Gazali Hazretleri delil gösterilmektedir , gerçekten İmam Gazali Hazretleri bu şianın celcelutiye denen kitabını şerh etmişmidir? 

Said Nursi, Celcelutiye'nin vahyen Hz. Peygamber'e inzal edildiği yönündeki iddiasına İmam Gazali'yi de ortak kılmak istemiştir. Bu kasideyi şerh ettiği iddiası da kendisine atılan bir iftiradır. Nitekim:

Bazı eserler her ne kadar İmam Gazali'ye nisbet edilmekteyseler de, ihtiva ettikleri bazı fikirler itibarıyla, onun kaleminden çıkmadıkları, yahut tahrife uğradığı hususunda kuvvetli şüpheler uyandırmaktadır. Gayeye erişmek için her vasıtayı mubah gören Batıniye taifesi, kitap uydurmakta ve tahrif etmekte şeytana parmak ısırtacak hünerler göstermişlerdir. (...) İmam Gazali'ye nisbet edilen, fakat bozuk fikirler ihtiva eden bazı kitapların ve sahifelerin de bozuk mezhepliler ve dinsizler tarafından uydurulduğunu müdekkik alimler beyan ediyorlar.

Mevlana Şıbli, Sırru'l-alemin kitabı hakkında şunları yazıyor: “Bizce bu kitap şüphesiz düzmedir. Bunun yazılış şekli ve ifade tarzı Gazali hazretlerinin yazı ve ifade üslubundan tamamen ayrıdır. Düzme eseri hazırlayanlar öyle bir hileye başvurmuşlar ki, yer yer İmamu'l-Harameyn'in ders verdiğinden ve hocalık yaptığından bahsetmişler ve akıllarınca -böyle yazmakla- bu kitabı İmam Gazali'nin kitaplarından saydırmak için iyi bir tedbir olarak düşünmüşlerdir. Fakat onların bu tedbiri, kitabın düzmece olduğunu ispata yeterli bir delildir. Çünkü, Gazali'nin adeti, hocalarını ve şeyhlerini kitaplarında ismen zikretmemektir.”
(Ubeydullah Küçük, İhya Tercümesinin Önsözü, Bedir Yayınevi, İstanbul 1989, LXIII-LXV.)

İmam Gazali'ye isnat edilerek uydurulan kitaplardan birçok yazar bahsetmektedir.
[Bak. Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 2/460; M. Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler, DİB Yayınları, Ankara 1984; M. Said Çekmegil, Tetkiklerde Metod ve Tenkit, Sanih Kütüphanesi Yayınları, Malatya 1979, 48-49.]

Gazali, böyle uyduruk kasidelere şerh değil, bilakis Batıniye'yi ret kabilinden birçok kitap yazmıştır.
["Huccetu'l-Hakk, Mufassalu'l-Hilaf, Kitabu'd-Derac, el-Kıstasu'l-Mustakim, Mevazinu Hamse" bunlardandır. Bak. Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 2/459]

Celcelutiye denen kitabın vahiy yada vahiy kaynaklı olması, bunuda Müçtehid Alimlerimizin ve binlerce ehli sünnet Alimlerinin içinde sadece İmam Gazali Hazretlerinin şerh etmesi O na atılan bir iftira olduğuna apaçık delildir.

Ehli sünnet kitapları içinde sadece Ziyauddin Gümüşhanevi hazretlerinin Celcelutiye'yi Mecmuatul-Ahzap isimli kitabına alması Celcelutiye'nin vahiy yada vahiy kaynaklı olması ve ehli sünnet uleması tarafından muteber kabul edildiği anlamına gelmez.

Şia kaynaklarında yer alıp hiç bir ehli sünnet kaynağında yer almayan "cevşen" adlı uydurma hadisi de aynı kitaba alan Ziyauddin Hazretleri için Hüseyin Avni Hoca(1) şöyle buyurmaktadır;
"Ehl-i Sünnet kaynaklarında, Cevşen ile alakalı olarak bir rivayet bilinmemektedir. Bunun ancak Şia kaynaklarında geçtiği söylenmektedir. İmam Gazali’ye nisbet edilmesi, Ona yapılan bir iftiradır; isbat edilmemiştir ve edilemeyecektir. Cevşen’in, Ehl-i Sünnet tasavvufunun yüz küsür sene evvelki dönemdeki büyüklerinden birine aid bir eserde yer almış olması ise sadece itimada dayanan bir zühul(yanılgı) olup, O (A.Ziyauddin hz)zatın bi hakkın büyüklüğüne zarar vermez."(2)

Celcelutiye'nin de cevşen'in de İmam Gazali Hazretlerine nisbet edilmesi iftiradan başka bişey değildir.

 ***
Madem Celcelutiye vahy yolu ile Peygamber Aleyhissalatü Vesselama nazil olmuştur. Ve Allam-ül-Guyubun ilmiyle ifade-i mana eder. Hem madem Celcelutiye mana-yı mecazi ile o kasidenin hakikatını isbat eden Risale-i Nur'a sarihan; ve onun onüç ehemmiyetli risalelerine işareten haber vermekle beraber Risale-i Nur müellifi ve bunun onüç ehemmiyetli vakıat-ı hayatına imaen, remzen, işareten mana-yı mecazi ile haber veriyor.
(Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 136, Sekizinci Şua/İmam-ı Ali'nin (Radıyallahü anhü) Risale-i Nura dair üçüncü bir kerametidir)

Celcelutiyenin üzerinde önemle duran Said Nursinin asıl gayesi bu kitapta Risalei Nurun ve kendisinin Hazreti Ali tarafından müjdelendiğini söylemekten başka bir şey değildir, kimsenin bu iddiayı Hz Ali Efendimize soramayacağını bildiği için delilleri yine kendi hayel ve vehimleridir.

Sonuç:
Said Nursi itikadını ehli sünnet Alimlerinin bildirdiğine göre değil kendisine gelen ilham,sunuhat,zuhurat gibi hayellere vehimlere, celcelutiye ve cevşen gibi uydurma kitapların üzerine inşa etmiştir.

-------
Dipnot:
1-Hüseyin Avni Hoca kimdir; İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'nden mezun olmuştur. İzmir'in büyük ilim adamlarından Fevzi hocadan da dersler almışlardır.

2-http://www.darusselam.com/sorular-ve-cevaplar/157-ceven-ile-alakal-rivayetin-asl-varmdr-.html#comments

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Cevşen bir Şia Uydurmasıdır



 Cevşen Nedir Faziletleri Nelerdir?

Cevşen, "örme zırh" anlamında Fars'ça bir isimdir. Cevşen-i Kebir ise, büyük zırh demektir.

Anlatıldığına göre Asr-ı saadette cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud'da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, Hz. Peygamber ellerini açarak Allah'a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve, “Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” demiştir.

Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile Allah'a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehitleri derecesinde 900 bin şehit sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.

Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez. Cebrail, Hz. Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere talim etmesini istemiştir. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivayet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.

Uydurma Cevşene Reddiye;

1- Efendimiz'e vah yen gelmiş kendisi Arapça, ismi Farsça olan cevşen dışında başka hiç bir metin yoktur.

2- Peygamber Efendimiz Uhud'da zırhını çıkarmamıştır aksine üzerinde iki zırh birden giymiştir. Peygamber Efendimiz daha sonraki savaşlarda da zırh giymiştir hatta Mekke’nin fethinde şehrin içine bile başından miğferi olduğu halde girmiştir;
...Enes b. Malik'den (rivayet olunduğuna göre) Rasûlullah (s.a.) fetih yılında Mekke'ye başında miğferle girmiş...
(Buhari, cezaü's-sayd 18, cihad 169, el-Meğazi 47 libas 17; Müslim, hac 450; Tirmizi, cihad 18; Nesai, menasık 107; ibn Mace, cihad 8; Darimi, menasık 88; siyer 20; Mu-vatta', hac 247; Ahmed b. Hanbel, III, 109, 163, 180, 186, 224, 231, 232, 240.)

"Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Uhud günü (üst üste giyilmiş) iki zırhdan (destek) gördü."
[Ebu Davud, Cihad 75, (2590); İbnu Mace, Cihad 18, (2806).Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin isnadı, Buhari'nin şartı üzere sahihtir]

Rasulullah'ın herhangi bir gazvede zırhını çıkardığına dair hiçbir rivayet yoktur. Bilakis, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu sabittir:
"Bir Peygambere, zırhını giydikten sonra, onunla düşmanları arasında Allah Teala hükmünü vermedikçe zırhını çıkarması yaraşmaz."
Hadisin tahrici: İbni Hişam, 2/63, 66; İbn İshak'tan, o da Zühri ve bir başkası yoluyla mürsel olarak rivayet etmiştir.
Hadisin tamamını ve bir benzerini Ahmed b. Hanbel (3/351) de rivayet etmiştir.
Darimi (2/129, 130) ise mevsul olarak İbni Zübeyr yoluyla Cabir'den aktarmıştır, ravileri sikadır.
Bu hadisin İbn Abbas'tan rivayet edilen şahidini ise Hakim (2/128, 129, 296, 297) ve Ahmed b. Hanbel (290) rivayet etmişlerdir. Hakim isnadı sahih görmüş

Üstelik Cebrail (a.s.), Hz. Peygamber'e zırhını çıkarmasını değil, çıkarmamasını emretmiştir. Uhud savaşından sonra gerçekleşen Hendek Harbi'nde kafirlerin dağıldığı gecenin sabahı Müslümanlar Medine'ye dönüp silahlarını bıraktıkları sırada, Cebrail, Rasulullah'a gelmiş ve "Zırhını çıkarıyor musun? Melekler, henüz silahı bırakmadılar. Allah Teala, sana Beni Kurayza üzerine yürümeni emrediyor; ben de onlara gidiyorum." demişti. (Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 6/3886. Muslim, Cihad ve's-Siyer, 22/65; 23/69.)

Yine aynı savaşta Rasulullah'ın başında miğferi de vardı ve aldığı darbe ile miğfer kırılmış; Peygamberimiz de yaralanmıştı. (Buhari, Megazi, 26/113; Muslim, Cihad, 37/101)

Cenab-ı Hak buyurmuştur ki: "Biz ona (Davut'a), sizin için, sizi savaşın şiddetinden korumak için, giyecek (zırh) yapma sanatını da öğretmiştik. Şimdi siz, şükreden kimseler misiniz?" (Enbiya, 21 / 80.)

Katade (R.a) Hazretleri der ki:
"İlk zırh yapan kimse, Davud (a.s.)'dur. Çünkü, zırhın yapıldığı o malzeme, daha evvel geniş levhalar halindeydi. Binaenaleyh, onu delip de ören ve böylece bedene giyilecek hale getiren ilk kişi, odur."

(...) ("Sizi savaşın şiddetinden korumak için"in) manası, "Sizi yaralanmaktan, öldürülmekten, kılıçtan, oktan, mızraktan korusun diye..." demektir. (...) Allah, "Şimdi siz, şükredenler misiniz?" buyurmuştur. Yani, "Bu sanatı size muyesser kılmasından ötürü, Allah'a şükrediniz..." demektir. (Razi, Tefsir-i Kebir, 16/193-194.)

Bu zırh çıkarma uydurması, hem Hz. Davud (a.s.)'a bir küfran-ı nimet, hem de Allah'a şükredilmesi gereken bir konunun Hz. Peygamber için iptal edilmesi anlamına da gelmektedir.

3- Cevşen'in Sünni kaynaklarda bulunmaması, Şiiler'ce muteber kabul edilen Kutub-ul Erbaa'da bulunması, bunun uydurma olduğunu gösterir.
Cevşen ile ilgili rivayetlerin, hadis usulünde kabul edilen rivayet usulleri ve özellikle hadisin kabulünü gerektiren mütevatir, sahih, hasen kategorileri içerisinde olmaması, Cevşen'in sıhhati hakkında epeyce ipucu vermiştir. Üstelik bunun Musa el-Kazım - Ca'fer es-Sadık - Muhammed el-Bakır - Zeynelabidin - Hz. Hüseyin ve Hz. Ali tarikıyle Hz. Peygamber'e isnad edilmesi, yani hep Şia'nın sahip çıktığı şahsiyetler yoluyla intikali, Sünni alimlerin ve toplumunun bu rivayeti göz ardı etme neticesine götürmüştür.
Cevşen'in mana ve muhtevası ne kadar güzel ve müsbet olduğu varsayılsa bile İlim erbabı Sünnilerce mevzunun sened tenkidi açısından yapılan değerlendirmeye itibar edilmektedir. Öyle de olmalıdır. Hadis usulü ilim dalı boşuna oluşmamıştır. Metni güzel diye tüm uydurma hadisleri sahihlersek ortalıkta uydurma ve zayıf hadis bırakmayız.
Altının değerini sarrafı bilir misali Hadisin değerini (sahihliğini) de hadis usulü ilmine vakıf alimler bilir. Hiçbir hadis usulü alimi cevşen hakkındaki bahsedilen metne sahih diyememişlerdir.

4- Cevşen fazileti diye yazan;
“Cevşen'i okuyan dört semavi kitabı okumuş gibi olur",
"Bunu okuyan asla Cehennem'e girmez" ,
"Üzerinde Cevşen yazılı kefenle gömülen kişi kabir azabı görmez" ,
"Her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir"
"Cebrail, Hz. Peygamberden duayı kafirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere talim et"

gibi İslam Akaidine tamamen taban tabana zıt olan akıl almaz hurafelere inanmak mümkün değildir , Kur-an'ı Kerimi ezberlese dahi kafire hiç bir faydası olmaz iken cevşenin kafire ne faydası olur, bu saçmalıklar hem Hz Cebrail'e hem Peygamber Efendimize atılan iftiradan başka bişey değildir.

5- Madem bu dua Peygamber Efendimizi koruyacaktı da Efendimiz, Uhud harbinde niye yaralandı?

Hz. Ebu Hüreyre  (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Uhud günü: "Peygamberine böyle yapan bir kavme Allah'ın öfkesi arttı" dedi ve (kırılan) dişine işaret etti. Ve ilave etti: "Allah'ın gadabı, Resulullah'ın Allah yolunda öldürdüğü kişiye de Allah'ın öfkesi şiddetlendi." [Buhari, Megazi 24; Müslim, Cihad 106, (1793).]

Hani bu dua zırhtan daha iyiydi?
Bu savaştan sonraki savaşlarda niye yaralanmalar oldu?
Peygamber Efendimiz mübarek dişini niye yitirdi?
70 kadar sahabi neden şehit oldu?

Ters köşeye yatan Cevşen savunucuları bu seferde Cevşenin Uhud savaşının sonunda indiğini iddia ediyor, Sahabe Efendilerimiz, Tabiin ve daha sonraki Müslümanlar çok sayıda savaşlar yapmış bir çok yer fethedilmiş bu savaşlarda çok sayıda Müslüman şehit olmuş ve yaralanmıştır, bu durumda Sahabelerin Cevşenden haberi yokmuyduki çok sayıda Sabehe Efendimiz şehit oldu ve yaralandı!  Ne önceki ne sonraki savaşlarda Sahabe Efendilerimizin cevşen takdığı yada okuduğu ne duyulmuş ne görülmüştür ayrıca sonraki savaşlarda da Müslümanlar zırh giymiştir.

6- O halde bu hadis nerede geçiyor diye araştırdığımızda şu sonuca varırız ki, bu olay ehl-i sünnetin ne birinci derece hadis kitaplarında, ne de ikinci derece hadis kitaplarında geçmemektedir. Peki bu uydurma şey bize nasıl ulaştı diye bakarsak şu sonuca varırız ki cevşen bir şia uydurmasıdır.

Cevşen ile Alâkalı rivayetin aslı varmıdır ?

Soru: Cevşen ile Alâkalı rivayetin aslı varmıdır ve söylendiği gibi insana koruma sağlarmı ?

Cevap:
Ehl-i Sünnet kaynaklarında, Cevşen ile alakalı olarak bir rivâyet bilinmemektedir. Bunun ancak Şia kaynaklarında geçtiği söylenmektedir. İmam Ğazâlî’ye nisbet edilmesi, Ona yapılan bir iftirâdır; isbât edilmemiştir ve edilemeyecektir. Cevşen’in, Ehl-i Sünnet tasavvufunun yüz küsür sene evvelki dönemdeki büyüklerinden birine âid bir eserde yer almış olması ise sadece îtimada dayanan bir zühûl(yanılgı) olup, O zatın bi hakkın büyüklüğüne zarar vermez. İşin rivâyet açısından sâbit olmamasını, akla ve müşâhadeye de ters düşmesi dahi teyid etmektedir. Zira günümüzdeki eşkıyânın, boynunda cevşen asılı olan nicelerini öldürdüğü, nice cevşenli cesedlerin yerde yattığı görülmektedir. Üstelik böyle bir kıyak, Cebrâil tarafından Nebi sallallahu aleyhi ve selem’e ve arkadaşlarına bile yapılmamıştır. Onların, ‘zırhı çıkarmak’ yerine ‘zırhı giymek’le emredilmeleri ve hep zırh giymeleri akıllıları düşündürmelidir.

Hüseyin Avni

Cevşen Duası Nedir?

Diyalogcuların bir sembol haline getirdiği, Vatikan Katolik Kilisesi temsilcisi George Marovich’in (diyalog toplantılarında gördüğümüz kadarıyla) dilinden düşmeyen cevşen’in dinimizdeki yeri nedir sorusuna cevap arayalım.

Diyanet Ansiklopedisinin Cevşen maddesinde özetle diyor ki:
Farsça asıllı olduğu kabul edilen cevşen kelimesi sözlükte, “zırh, savaş elbisesi” anlamınagelmektedir. Terim olarak Şii kaynaklarında Ehl-i beyt tarikiyle Hz. Peygambere isnat edilip, Cevşen-i Kebir ve Cevşen-i Sağır denilen iki duanın ortak adıdır. (s.462-464)

Cevşen-i Kebir: Anlatıldığına göre Asr-ı saadette cereyan eden savaşların birinde (bir rivayette Uhud’da) muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada, Hz.Peygamber ellerini açarak Allah’a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve, “Ya Resulullah, Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır” demiştir.

Olayla ilgili Şii kaynaklarına göre Allah Cevşen-i Kebiri dünyayı yaratmadan 50 bin yıl önce arşa yazmıştır. Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse, dünyada her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile kendisi arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen-i Kebir ile Allah’a münacatta bulunan kimseye, Bedir şehidleri derecesinde 900 bin şehid sevabı verilir. Bu duayı kefeninin üzerine yazan mümin ise azap görmez.

Onu okuyan kimse, dört semavi kitabı okumuş gibi olur, her harfi için kendine Cennette iki ev ile iki zevce verilir, ayrıca insan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır, asla Cehenneme girmez. Cebrail, Hz.Peygamberden duayı kâfirlere öğretmemesini, sadece mümin ve takva sahibi kişilere tâlim etmesini istemiştir. Kefenlere de yazılmış, Cevşen-i Kebir özellikle Şii dünyasında oldukça rağbet görmüş, gerek müstakil olarak gerekse çeşitli dua mecmuaları içinde birçok defa basılmıştır Cevşenin Şii dünyasında bu derece rağbet görmesinde, Ehl-i beyt tarikiyle rivâyet edilmiş olmasının yanında, faziletleriyle ilgili haberlerin de büyük etkisi olmuştur.

Dua, Şia bölgelerinde özel matbaalarca kefen üzerine yazılmakta ve cenazenin kefenlenmesinde kullanılmaktadır.Cevşen-i Kebir Türkiye’deki bazı Sünni müslümanlar arasında da ilgiyle karşılanmıştır.Duayı, A. Z. Gümüşhanevi, tarikatla ilgili Mecmuatül-ahzab adlı eserinde nakletmiş, daha sonra özellikle Risale-i Nur cemaati tarafından müstakil olarak birçok defa basılmış ve Türkçe’ye de tercümeleri yapılmıştır. Ayrıca Şii kaynaklarında zikredilen metinle bu eserlerdeki metin arasında bazı eksiklik veya fazlalıklar göze çarpmaktadır.

Cevşen-i Kebir diye bilinen ve Musa el-Kazımdan itibaren imamlar yoluyla Hz. Peygambere nispet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen, yaklaşık 15 sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Zira bu metin, bilinen bir olayı, bir kıssayı veya tarihi bir vakayı anlatan,hafızada tutulması kolay metinlerden farklı olarak, her kelime ve cümlesinin büyük bir titizlikle raptedilip tekrarlanması, Hz. Peygamberden alınıp rivayet edilmesi imkansız denecek kadar güçtür.

Duanın Sünni hadis mecmualarında yer almaması, ayrıca Şii hadis külliyatının ana kaynağı durumundaki Kütüb-i erbeada da bulunmaması, sadece dua mecmuaları gibi ikinci derecede kitaplarda mevcut olması da bu görüşü desteklemektedir.

Sonuç:
Cevşen, Kaynaksız Mesnetsiz Şii Duasıdır.Fazileti hakkında söylenenler uydurmadır.

***

Said-i Nursi'nin risalelerinin onlarca yerinde Cevşen'in faziletine dair yazdığı abartılı sözlerin de hiç bir şer'i kaynağı yoktur. "Onun kalbine ilham olundu da öyle yazdı" diyenlere diyoruz ki, "kalbe gelen ilhamlar ile eser yazmak muteber değildir. Başkaları da çıkıp 'Bizim kalplerimize de şu şekilde ilham olundu.' derse ve başka bir görüş savunursa ne olacak?"

İslam dininin dört kaynağı vardır. Her alim, her hususu bu dört temele dayanarak izah etmek ZORUNDADIR. Sorulduğunda bu dört kaynak ile ilmi delil getiremeyen alimin iddiası/izahı batıldır. Şer'an bağlayıcı değildir.

Bu kaynaklar;
- Kur'an
- Sünnet
- Ümmetin İcması/ittifakı
- Kıyas'tır...

En büyük evliyaullah, en büyük kutuplar hatta her devirde bir tane olan kutbul aktab bile, her sözünü şeriatin dört kaynağı ile desteklemek ve bu şekilde şer'i delillerini getirmek zorundadır. Onlar dahi dört hak mezhepten birine tabi olmak zorundadır ve hep olmuşlardır.

Kimsenin rüyası ve kalbine geldiği iddia edilen ilhamı hiç bir başka mü'mine şer'i delil değildir. Muteber rüyalar, muteber keşf ve ilhamlar da sadece kişinin kendine delildir.

O halde yüz de doksanı kalbe geldiği iddia edilen ilhamlara dayanan Risale-i Nur'un hiç bir ilmi bağlayıcılığı ve itibarı yoktur. Zaten yazarın risalelerinde yalan yazdığı da biraz ilim sahibi olup da bunları inceleyen gözlerin önünde bariz bir şekilde durmaktadır.

Bir müslümanın karşısına bir başka müslüman çıkıp da "Bu ilmi konuda ben rüyamda şu şekilde bir işaret gördüm" dese, yada "Bu ilmi konuda Allahü Teala doğrusunu benim kalbime ilham etti." dese o kimseye inanmamanın, onun rüyası ve ilhamı ile hareket etmemenin İslam şeriatinde hiç bir vebali yoktur. Böyle bir durumda görülen rüyanın ve alınan ilhamın şeriatin dört kaynağına uyup uymadığına bakılır. Kişi bunlarla kendisi amel eder. Ama isabet eder ama edemez. Başka biri bunları kaale almak zorunda değildir. Zira kimse kimsenin kalbini ve rüyasını bilemez. Buna gücü yetmez. Gücü yetmediğinden de mesul tutulmaz. Kim nasıl bilebilir bu iddiadaki kişinin kalbine gerçekten ilham gelip gelmediğini? Gelse bile bu ilhamın veya gördüğü bu rüyanın Rabbani mi yoksa Şeytani mi olduğunu da kim nasıl bilebilir?

Kaynak: