27 Ağustos 2012 Pazartesi

“Ölünün Ardından Kur’an Okunmaz” diyen Vehhabi'lere Reddiye


Cenaze namazında ölü için dua meşru kılındığı gibi, defin sonrası istiğfar ve dua da meşru kılınmıştır. Bir hadiste “Kardeşiniz için bağışlanma dileyin. Onun için (kabir sualine cevap vermede) muvaffakiyet isteyin. Çünkü şu anda hesaba çekiliyor”[45] buyrulmaktadır. Bu konuda İbn Kudâme de şöyle demektedir: “Ölü için dua etmenin, istiğfarda bulunmanın ve onun adına sadaka vermenin ona fayda vereceği ve sevabının kendisine ulaşacağı hususunda âlimler arasında ihtilaf yoktur. Bu ameller, ister ölünün çocuklarından ister akrabalarından isterse diğer müminlerden olsun durum aynıdır. Evlatların, namaz, oruç, Kur’an tilaveti gibi sırf bedenî ibadetlerinin de ölüye faydası varken diğer müminlerin zekât, kefaret gibi sırf malî ibadetlerinin ecirleri de ölüye ulaşır.

Hanefilerin görüşüne göre dua, istiğfar, sadaka, Kur’an tilaveti, zikir, namaz, oruç, tavaf, hac, umre vb. ibadetlerin ve yapılan her türlü iyiliğin sevabını dirilere ve ölülere bağışlayanların bu bağışları o kişilere ulaşır.
Hanefi fakihi Zeyla‘î (ö.762/1360) bu konuda şöyle diyor: “Bir kişinin yaptığı amelden ölüye bir faydanın ulaşması aklen imkânsız değildir. Zira bu durumda kişi kendine ait bir ecri başkasına bağışlamıştır. O ecri, bağışladığı kişiye ulaştıracak olan da Allah’tır. Onun buna elbette gücü yeter. Herhangi bir amel bu konuda istisna da edilmemiştir.”[46]

İbnü’l-Kayyim de “er-Ruh” adlı kitabında şöyle diyor: “Ölüye bağışlanacak amellerin en faziletlileri, sadaka, ölü için istiğfar, dua ve onun adına yapılacak Hac’dır. Kur’an okunup sevabı karşılık beklemeksizin Allah rızası için ölüye bağışlandığında, oruç ve haccın sevabının ölüye ulaştığı gibi Kur’an tilavetinin sevabı da ulaşır. Bu ibadetleri sevabını ölüye bağışlamak niyetiyle yapmak evladır. Fakat bunu dil ile söylemek şart değildir.”[47]

İbn Kudâme ise el-Muğnî adlı eserinde “insanın yapıp sevabını ölmüş bir Müslümana bağışladığı herhangi bir ibadet Allah’ın dilemesiyle ölüye fayda verir” diyor. Niyeti gerektiren vacipleri (ibadetler) yapmak da bu kabildendir.

Buhârî ve Nesâî, İbn Abbas Radıyallâhu Anhumâ kanalıyla şu hadisi naklediyor: “Cüheyne kabilesinden bir kadın Hazreti Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e gelerek “Annem haccetmeye niyetlenmişti fakat hac yapamadan öldü. Onun adına hac yapabilir miyim?” diye sordu. Hazreti Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’de “Evet onun adına hac yapabilirsin. Annenin üzerinde bir borç bulunsaydı onu ödemez miydin? Allah’a olan borçları da ödeyin. Zira Allah, vefa gösterilmeye en layık olandır” şeklinde cevap verdi.”[48]

Hanbelilere göre, ölmüş kimseler için yapılan hac, oruç, dua, istiğfar vb. ibadetlerde olduğu gibi definlerinden önce ve kabirleri başında ölüler için Kur’an okumak da onlara fayda verir ve sevabı kendilerine ulaşır.
Hanbeli mezhebinde el-Mukni‘ metni üzerine yazılan eş-Şerhu’l-Kebir’de şöyle denmektedir: “Ölünün yanında Yâsin suresi okunabilir.” Çünkü Ma‘kıl b. Yesâr’ın rivayetine göre Hazreti Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem “Ölülerinize Yâsin okuyun” buyurmuştur.[49]


Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği bir hadiste de şöyle buyruluyor: “Yâsin suresi Kur’an’ın kalbidir. Bir kimse Allah’ın rızasını ve ahiret yurdunu isteyerek bu sureyi okursa günahları bağışlanır. Hastalarınıza da Yâsin suresini okuyun.”[50]

Hasan b. Ahmed el-Verrâk şöyle diyor: “Ali b. Musa el-Haddâd -ki o saduk bir ravidir- bana şöyle anlattı: “İmam Ahmed b. Hanbel ve Muhammed b. Kudâme el Cevherî’nin de bulunduğu bir cenaze merasimindeydim. Ölü defnedildiğinde Darîr kabri başında oturup Kur’an okumaya başladı. İmam Ahmed kendisine “Ölünün kabri başında Kur’an okumak bid‘attir” dedi (Bunun üzerine o da Kur’an okumayı bıraktı). Kabristandan çıktığımızda Muhammed b. Kudâme, Ahmed b. Hanbel’e “Ey Ebû Abdullah! Mübeşşir el-Halebî hakkında ne dersin?” diye sordu. O da “sika birisidir. Yoksa ondan bir rivayet mi yazdın?” dedi. Bunun üzerine Muhammed, “Mübeşşir’in bana naklettiğine göre, Abdurrahman b. Ali b. Leccâc’ın babası, kendisi ölüp defnedildikten sonra kabri başında Bakara sûresinin başından ve sonundan bir bölüm okunmasını oğlu Abdurrahman’a vasiyet etmiş ve İbn Ömer Radıyallâhu Anhumâ’nın da böyle bir vasiyette bulunduğunu işittiğini söylemiş” deyince İmam Ahmed b. Hanbel “geri dön ve Darir’e söyle, ölü için okuduğu Kur’an’a devam etsin” dedi.”[51]

İbnü’l-Kayyim, Zâdu’l-me‘âd adlı kitabının “Cenazeler” bölümünde şöyle der: “Kabri başında veya başka bir yerde ölü için Kur’an okumak, bid‘at-i seyyie’dir.” Onun bu sözü yine kendi eseri er-Rûh’ta söyledikleriyle ve İmam-ı Âzam dışında diğer fakihlerden naklettikleriyle çelişmektedir. Sadece Ebû Hanife’den, ölünün kabri başında Kur’an okumanın tenzîhen mekruh olduğuna dair bir görüş nakletmektedir. Oysa Hanefîlerde tercih edilen görüş, Ebû Hanife’nin bunu mekruh görmediğidir. (…) Fakihlerin bu konudaki görüşlerine itimat etmek gerekir.[52]

Kütüb-ü Sitte müelliflerinin İbn Abbas Radıyallâhu Anhumâ’dan naklettiklerine göre, Hazreti Peygamber Sallallâhu aleyhi ve Sellem Medîne-i Münevvera’da bir kabristana gittiğinde, orada iki kabirden azap gören iki insan sesi işitmiş ve şöyle buyurmuştu: “Bu ikisi azap görüyorlar. Azap görmelerinin sebebi de büyük bir şey değildir. Onlardan biri, idrar sıçramasından sakınmazdı. Diğeri de koğuculuk yapardı. Sonra Hazreti Peygamber Sallallâhu aleyhi ve Sellem yaş bir hurma dalı istedi ve onu ikiye ayırdı. Her iki kabre birer parça dikti ve “Ey Allah’ın Rasûlü! Niye böyle yaptınız?” diye sorulduğunda “Bu dallar kurumadıkça onların azabının hafifletileceğini umarım” buyurdu.[53]
Bu hadiste, Kur’an okuma sebebiyle Allah’ın inecek olan geniş rahmetinin ölüye fayda vereceğine dair güçlü bir delil vardır. İmam Nevevî bu hadisin şerhinde şöyle diyor: “Âlimlerimiz bu hadisi delil getirerek, ölünün kabri başında Kur’an okumayı müstehap görmüşlerdir. Zira yaş bir dalın teşbihi sebebiyle azabın hafifletileceği umuluyorsa, bu durum, Kur’an tilaveti sebebiyle evleviyetle beklenir.”[54]

Hattâbî de bu hadisle ilgili olarak şunları söyler: “Yaş hurma dalının kabre dikilmesinin anlamı, onun yaş kaldığı sürece tesbih etmesidir. İşte bu tesbihin bereketiyle azap hafifletilmektedir. Ağaç olsun veya olmasın içinde canlılık bulunan her şey için bu mana geçerlidir. Zikir ve Kur’an tilaveti gibi içinde bereket barındıran şeyler ise fayda vermesi yönüyle daha üstündür.”

“Kişi öldüğünde ameli sona erer…”[55] hadisini Kur’an okumanın ölüye fayda vermeyeceğine delil getirmeye gelince, böyle bir çıkarım doğru değildir. Çünkü hadiste Hazreti Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem, ölünün sadece kendi amelinin sona ereceğini haber verdi, ‘amellerin faydası sona erer’ demedi. Başkasının ameli ise yapana aittir. Eğer onu ölüye bağışlarsa sevabı ona ulaşır. Ulaşan, ölünün kendi amelinin sevabı değildir. Çünkü sona eren farklı bir şeydir, ulaşan ise farklı bir şeydir.
Sözün özü; delillerden çıkardığımız, Kur’an okumanın sevabının ölüye ulaşacağı ve ona fayda vereceğidir. Ölü için yapılan dua, istiğfar vb. ameller de böyledir. Bunların evde veya kabri başında yapılması arasında fark yoktur. Şu hadisler de delilimizdir:

İbn Abbas Radıyallâhu Anhumâ Rasûlüllah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu haber veriyor: “Ölülerinize “Lâ ilâhe illallah”ı telkin ediniz. Ölüm esnasında kelime-i tevhid’i söyleyen Müslüman mutlaka kurtulur.”[56] Hazreti Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in “Ölülerinize “Lâ ilâhe illallah”ı telkin ediniz” dediğini Ebû Sa’îd el-Hudrî Radıyallâhu Anh’de nakletmiştir.[57] Eğer ölüler “Lâ ilâhe illallah” telkininden faydalanmayacak olsaydı telkinin de bir anlamı olmazdı. Eğer durum Hazreti Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in yaptığının hilafına olsaydı, Hazreti Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem kendisi doğruyu yapmadığı gibi doğru olmayanı emretmiş olurdu.

[1] el-Beyân fî Nemâzeci li-eşyâi lem yef’alhe’n-Nebiyyü Aleyhi’s-Selâm, Mektebetü’l-Kahire, Kahire, birinci baskı, 1423/2002.
[2] Hasan es-Sendevî, Ta‘liku’l-İhtifâl bi’l-Mevlidi’n-Nebevî, el-İstikâme, 1948.
[3] el-Mâverdî, el-Hâvî’l-Kebîr, I, 292.
[4] Dr. İzzet Ali Atiye, el-Bid’atü Tahdîdühâ ve Mevkıfu’l-İslâmi minhâ, III, 198 (s.411-412) Daru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut.
[5] es-Sekenderî, el-Mevrid fi’l-Kelâmi alâ Ameli’l-Mevlid

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.