Aşağıda, Osmanlı Devleti ile İran
arasında yapılan anlaşmaların tamamında yer alan ilginç bir ayrıntıya temas
edeceğim. Okuyunca, “vay be, ecdadımız demek bu konulara bu kadar özen
göstermiş” diyeceksiniz.
Ama önce, İran konusunu hangi
vesile ile ele aldığımıza da kısaca temas edelim.
Önümüzdeki günlerde dünyanın
gündemini büyük ölçüde İran oluşturacaktır.
Nitekim dünya yeni haftaya
konusunu İran’in oluşturduğu 2 yeni haberle giriyor. Bunlardan ilki, İran
Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın Cuma günü yapılan 9. dönem parlamento seçimlerinde
umduğu sonucu alamaması ve radikallerin oylarını artırması…
Diğeri de, Alman Die Welt gazetesinin
dün ortaya attığı, İran’ın Kuzey Kore ile birlikte 2010 yılında atom bombası
denemesi yaptığı iddiası…
İran seçimlerinin hemen ertesinde
gündeme getirilen bu iddia, tıpkı Irak işgali öncesinde yapılan yalan
haberlerde olduğu gibi İran’a yapılması muhtemel saldırıyı meşrulaştırmak için
ortaya atılmış asparagas haber de olabilir, doğrulanmış bir bilgi de…
Eğer bu deneme 2 sene önce
yapılmışsa ve ABD ve İsrail’în gizli servisleri bunu zamanında tespit
edememişlerse, bu servislerin gücü gereğinden fazla abartılıyor demektir…
Eğer atom bombası denemesi gizli
servislerce zamanında tespit edilmiş ve bu bilgi şimdi el altından medyaya
servis edilmişse, yeni senaryo hazırlıklarından söz etmek mümkündür.
Dün, Amerika İsrail Kamu
Bilgilendirme Komitesi’nin yıllık politika konferansında konuşan ABD Başkanı
Barack Obama, ABD çıkarlarını korumak için gerektiğinde İran’a karşı güç
kullanmakta tereddüt etmeyeceklerini söylemiş
Nitekim İsrail Başbakanı
Netanyahu’nun bugün Washington’da ABD Başkanı Obama’yla gerçekleştireceği
görüşmede, “İran’a askeri müdahale” pazarlığıyapması da
bekleniyor.
Bakalım önümüzde süreçte bir ateş
topunu andıran bölgemizde hadiseler hangi istikamette seyredecek. Geçtiğimiz
günlerde yaşanan MİT krizini de bu gelişmelerden tamamen bağımsız
değerlendirmek imkansızdır. İç içe geçmiş hadiseler yumağında yeni bir dönemin
kapıları aralanıyor bölgemizde.
Hazır konu İran’a gelmişken, Türk
– İran ilişkilerinin geçmişinden bir kaç ayrıntı vermek istiyorum.
Osmanlı’nın Hz. Ebubekir – Hz. Ömer hassasiyeti…
16. Yüzyılın sonlarında İran, bir taraftan Osmanlı Devleti tazyikinde, diğer yandan Özbek baskısı altındaydı. Savefiler için vaziyet son derece umutsuz görünüyordu.Bu şartlarda Osmanlılara daha fazla karşı koyamayacaklarını anladılar. İran Şahı Abbas sulh istedi. Bu amaçla şehzade Haydar Mirza’yı rehine sıfatıyla İstanbul’a gönderdi. Maiyetinde 600 kişi vardı. 29 Ocak 1590’da Padişahın huzuruna kabul edildiler.
Uzun müzakelerden sonra, 21 Mart 1590’da anlaşma imzalandı.
Anlaşmanın maddeleri arasında, Peygamberin sahabileri, ictihad sahibi imamlar ve Hz. Aişe Annemiz hakkında “şetm ü la’n ve kazf u ta’n” (küfür etme, lanet okuma, zina suçlaması ve kınama) olunmaması hükümü de vardı. Bu şartla taraflar arasında barış anlaşması imzalandı.
17 Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması’nda da, Osmanlı Devleti’nin Kanuni zamanından beri İran’la yaptığı anlaşmalara öncelikli şart olarak koyduğu Peygamber Efendimizin en yakın kader arkadaşları Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e sövüp sayılmaması (Şeyheyne seb’ ve şetm’ edilmemesi) hükmü anlaşmadaki yerini almıştır.
İran’la gerçekleştirilen ve Kasr-ı Şirin Anlaşması’nı bir bakıma teyit eden 17 Ekim 1736 tarihli yeni anlaşmada da, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e sövüp sayılmaması hükmü yer aldı. Bununla birlikte, İran Şahı Nadir Şah’ın anlaşma öncesi Caferi mezhebinin dört mezhep dışında 5. Mezhep olarak tasdik edilmesi önerisi ise reddedildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.