Dr. Ebubekir Sifil
Soru:
"Yukarda Allah var" tarzı sözler halk arasında çok yaygın. Bu gibi sözler insanları küfre götürür mü?
Cevap:
Allah
Teala'ya mekân isnadı anlamına gelen bu türlü sözlerin itikadî bakımdan
çok tehlikeli olduğunu bilmemiz gerekir. Evet belki mekân isnadı niyet
ve iradesiyle söylenmiyor, belki sadece ağız alışkanlığı ve bu yönüyle
mazur görülebilir bir "masumiyet" telakkisiyle karşılanabileceğini
düşünenler çıkabilir. Ancak Allah Teala hakkında "tenzih akidesi"yle
bağdaşmayan her türlü düşünce, tasavvur ve sözü dilimizden de
kalbimizden de uzak tutmak zorundayız. Bu türlü sözlerin dilimizde yer
etmesi demek, bir süre sonra tasavvurumuzu da etkilemesi demektir. Yani
bu türlü sözleri söyleye söyleye bir süre sonra Allah Teala'nın
"yukarıda" olduğu gibi bir telakkiye kapılmak mümkün olabilir. Allah
Teala'ya bir yön ve mekân isnadı ise O'nun cisimlere mahsus özelliklerle
tavsifi demektir. Oysa Allah Teala bundan yüce ve münezzehtir.
Bu
soruyu vesile edinerek İmam Ebû Hanîfe'nin hayli istismar edilen bir
ifadesi üzerinde durmak istiyorum. İmam, el-Fıkhu'l-Ebsat'ta şöyle
diyor: "Rabbimin gökte mi yoksa yerde mi olduğunu bilmiyorum diyen kimse
kâfir olur. Aynı şekilde, "Allah Teala Arş'ın üzerindedir; Arş'ın gökte
mi yoksa yerde mi olduğunu bilmiyorum" diyenin durumu da böyledir."
Bu
sözlere sarılarak İmam Ebû Hanîfe'nin, Allah Teala'nın –haşa– gökte
olduğunu söylediğini ileri sürmek doğru değildir. Zira burada İmam,
Allah Teala'nın gökte veya yerde olduğunu söylemekle O'na bir mekân
isnad edilmiş olacağını vurgulamaktadır. Buradaki tekfirin anlamı budur.
Nitekim
İmam Ebû C'afer et-Tahâvî'nin naklettiği "Akîde"de şöyle denmektedir:
"Allah, varlığı için birtakım sınır ve son noktalar bulunmasından,
erkân, aza ve edevattan yüce ve beridir. Mahlukatı ihata eden altı yön
O'nu ihata edemez."
Mezhebin üç büyük imamının itikadî çizgisini
yansıtan el-Akîdetu't-Tahâviyye'nin matbu şerhleri arasında İbn
Ebi'l-İzz'e ait olanı, bu ifadeyi şöyle açar: Allah Teala mahlukatından
ayrı[1] bir varlığa sahiptir ve bu anlamda Allah Teala için bir sınır
tayin etmemek O'nun varlığını nefyetmek olur."[2] Hayli yaygın olmasına
rağmen bu şerhin "aykırı" tarzı burada da kendisini göstermektedir.
Buna
mukabil mesela Abdülganî el-Guneymî el-Meydânî'nin izahı şöyledir:
"Allah Teala'yı altı yön ihata edemez. Zira Allah Teala o altı yönü
yaratmadan önce de var idi ve O, önceden nasıl idiyse şimdi de öyledir.
Diğer varlıklar ise böyle değildir…"[3]
Hasan Kâfî el-Akhisârî de
şu izahı yapar: "Çünkü altı yön muhdestir ve altı yön tarafından ihata
edilmiş olmak, muhdes alemin özelliklerindendir. Allah Teala ise
kadimdir. O var iken ne mekân, ne zaman, ne üst, ne alt, ne de başka
birşey vardı! Altı yönün sair mahlukatı ihata etmesi gibi herhangi bir
şey O'nu içine alamaz, ihata edemez. Bilakis ilmi, kudreti, kahrı ve
saltanatı ile O her şeyi ihata eder; gökte ve yerde O'nun ilminden zerre
miktarı bir şey bile gizli kalmaz.."[4]
[1] Buradaki "ayrı" kelimesi "farklı" anlamında değil, "munfasıl, mahlukata bitişik olmayan" anlamındadır.
[2] Bkz. İbn Ebi'l-İzz, Şerhu'l-Akîdeti't-Tahâviyye, 219.
[3] el-Meydânî, Şerhu'l-Akîdeti't-Tahâviyye, 75.
[4] Hasan Kâfî el-Akhisârî el-Bosnevî, Nûru'l-Yakîn fî Usûli'd-Dîn, 157.
Bir önceki yazıdan devam:
Boşlukta
bir yer tutmak, belli bir yönde bulunmak, belli bir özgül ağırlığı,
sınırları, uzuvları bulunmak … gibi mahlukata/cisimlere mahsus
özelliklerin Allah Teala'ya izafesinden sakınılması gerektiği konusunda
sadece İmam Ebû Hanîfe değil, diğer büyük imamlar da hassas
davranmışlardır. Bir önceki yazıda naklettiğim gibi, "Allah Teala
mahlukatından ayrı bir varlığa sahiptir ve bu anlamda Allah Teala için
bir sınır tayin etmemek O'nun varlığını nefyetmek olur" diyen İbn
Ebi'l-İzz ve aynı çizgideki "Selefîler"in aksine, dört mezhep imamından
nakledeceğim ifadeler, bu meselede teşbih ve tecsimden şiddetle
kaçınılması gerektiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
İmam
Ebû Hanîfe'nin tavrını bir önceki yazıda kısmen yansıtmaya çalışmıştım.
Allah Teala'nın Arş'a istivası meselesindeki tavrı da aynı
paraleldedir: "Allah Teala, kendisi için bir ihtiyaç ve (Arş'ın üzerine)
istikrar (yerleşme, mekân tutma) olmaksızın Arş'a istiva etmiştir. O,
Arş'ı da diğer mahlukatı da korumaktadır. Eğer (Arş'a ve bir yerde
yerleşip mekân tutmaya) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi alemi
yoktan var etmeye ve idareye muktedir olamazdı. (Bir mekânda) oturmaya
ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ı yaratmadan önce Allah Teala
nerede idi? Yüce Allah bundan münezzehtir."[1]
İmam Mâlik de
Allah Teala'nın varlığı için yukarıda zikredilen hususların söz konusu
edilemeyeceğini belirtir ve "Sınır tayinine gitmeksizin ve teşbihe
düşmeksizin" diyerek genel ilkeyi çizer.[2]
İmam eş-Şâfi'î,
kendisine nisbet edilen el-Fıkhu'l-Ekber isimli eserde[3] şöyle der:
"Eğer "Allah Teala, "Rahman Arş'a istiva etmiştir" buyurmuştur" denirse
şöyle cevap verilir:
"Bu (türlü) ayetler bunlara ve benzerlerine,
ilimde derinleşmek arzusunda olmayan kimseleri cevap vermede şaşkınlığa
sürükleyen müteşabihattandır. Yani bu kimseler bu türlü ayetleri olduğu
gibi kabul edip, araştırma yapmamalı ve bunlar üzerinde konuşmamalıdır.
Çünkü kişi ilimde rüsuh (derin kavrayış) sahibi olmadığı zaman şüpheye
ve vartaya düşmemekten emin olamaz. Onun, Allah Teala'nın sıfatları
hakkında, zikrettiğimiz gibi inanması gerekir. Allah Teala'yı hiçbir
mekân ihata edemez. O'nun üzerinden zaman geçmez. O, hudut ve son
noktalara sahip olmaktan münezzehtir; mekân ve yönlerden müstağnidir.
"O'nun benzeri hiçbir şey yoktur." (42/eş-Şûrâ, 11)[4]
İmam Ahmed
b. Hanbel'in görüşü de diğerlerinden farklı değildir. el-Hallâl, onun
şöyle dediğini nakletmiştir: "Allah Teala Arş'a, kendisi için bir sınır
söz konusu olmaksızın, sıfatsız (keyfiyetsiz) olarak, vasfedilmeyecek
bir tarzda, dilediği gibi ve dilediği şekilde istiva etmiştir."[5]
Elbette
konu hakkında imamlardan yapılabilecek nakiller bunlardan ibaret
değildir. İlgili çalışmalarda detaylı bilgi mevcuttur.[6]
[1] İmam Ebû Hanîfe, el-Vasıyye, 73.
[2] Ebû Bekr b. el-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'ân, IV, 1740.
[3]
Bkz. Keşfu'z-Zünûn, II, 1288. Kâtip Çelebi, belirttiğim yerde bu eserin
İmam eş-Şâfi'î'ye nisbetindeki şüpheye dikkat çeker. Ancak Fuad Sezgin
hoca Târîhu't-Turâs'da (I, 491) Ezher kütüphanesinde bu eserin hicrî 292
yılında istinsah edilmiş bir nüshasının bulunduğunu belirtir ve şöyle
der: "Eğer bu tarih doğru ise, söz konusu kitabın eş-Şâfi'î'ye
nisbetindeki şüphe ortadan kalkar."
[4] İmam eş-Şâfi'î, el-Fıkhu'l-Ekber, 17.
[5] Bunu el-Kevserî, el-Hallâl'ın es-Sünne'sinden nakletmiştir. Bkz. İbnu'l-Cevzî'nin Def'u Şübehi't-Teşbîh'i, 28 (1 nolu dpnt).
[6] Örnek olarak bkz. Ebubekir Sifil, Çağdaş Dünyada İslamî Duruş, 144 vd.
Kaynak: Milli Gazete, 7-8 Ocak 2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.