17 Ocak 2013 Perşembe

Muhammed Zahid el-Kevserî Rahimehullah’a atılan İftiralar



Bazı internet sitelerinde meydanı boş gören cühelâ takımı asrımızın büyük âlimi Muhammed Zahid el-Kevserî rahimehullah’a iftiralar atan yazılar neşrediyorlar. Bu müfteriler/iftiracılar iftiralarını desteklemek için kaynak göstermekten de çekinmiyorlar. “Ne de olsa kimse gidip kaynaklara bakmaz” diye düşünen müfteriler, bakalım yalan ve iftiraları açığa çıkınca ne yapacaklar?

İmam Kevserî’nin yerle bir ettiği son asırdaki mücessime ve müşebbihe artıkları, günümüzde mevcut cehalet ortamından faydalanarak, insanları Kevseri’nin eserlerinden uzak tutmak maksadıyla işbu iftiraları atmaktadırlar. Çünkü Kevseri’nin eserleri çağdaş Mücessime fırkasını son derece rahatsız edici, susturucu ve müdellel bir mahiyete sahiptirler. Önce Arab dünyasından Kevseri’ye dair yazılmış iftira dolu bir yazı, Türkiye’deki Mücessime fırkası mensuplarınca tercüme edilmiş ve birtakım sitelerde neşredilmiştir,[1] bundan sonra da çeşitli internet sitelerinde dolaşır olmuştur. İşte bir internet sitesinde yayınlanan bir yazı ve attığı iftiralara cevaplarımız:


İmam Kevseri Büyük Sahâbî Enes İbnü Malik’e ‘Bunak’ mı Dedi?

Müfterî: Zahid el-Kevseri'nin Makâlâtında sahabe hakkında söylediği sözler ile başlayalım mı? El-Kevseri, Peygamber sav'in sahabelerine dil uzatan, hakaret eden birisidir; büyük sahabi Enes İbni Malik (ra)'e “bunak” diyor. Büyük sahabi Enes'in fıkıh bilmediğini, fakih olmadığını iddia ediyor (et-Te'nib, s.117; et-Terhib, s.332)” Enes, en çok hadis rivayet eden sahabelerdendir. En alim ve en fakih olan sahabelerdendir. Bütün ümmet bunda ittifak etmistir. Oysa Kevseri kalkmış Enes'e “bunak” diyor, “fakih değildi” diyor. Selef imamları da der ki; eğer sahabelere dil uzatan birini görürseniz bilin ki, o, bid'at ehlidir, sapıktır. Allah Rasulü de (s.a.v), sahabelere dil uzatanlara la'net etmiştir.

CEVÂB:
“Bunak” ne demektir?
[“BUNAMAK: Çağatay (lehçesi) –lâzim- bön, yani şaşkın ve sersem olmak. Bunamak; ihtiyarlayıp, ma’tûh (aklı kıt) ve fertût (Bunak’ın Fârîsîcesi) olmak, ateh (akıl noksanlığı) getirmek, fersûdeleşmek (eskimek, aşınmak, yıpranmak, Lüğat-i Nâcî) ”Hüseyin Kâzım Kadri Bey, Türk Lüğatı:2/800]

Enes radıyallahu anhu’ya “bunak” diyene de, İmam Kevserî’ye bu iftirayı atana da Allah celle celâlühû adaletiyle muâmele etsin. Meydanı boş bulunca nasıl da Kevserî’ye iftira atıyorsunuz. Siz hitâb ettiğiniz câhil kitlenin verilen kaynakları okuyamayacağını, ufak tefek okuyanların da maslahat icabı iftiraya sessiz kalacağını nasılsa biliyorsunuz. Ama biz belki iyi niyetli birinin işine yarar maksadıyla o kaynakların basılmış halini ve bir kısmını tercümeleriyle vereceğiz:

Kevseri, Te’nîb (s.117)’de şöyle diyor:
“Enes yaşlılığı zamanında rıdh’ı/belli olan paydan başka bir mal vermeyi rivâyet etmekte tek kalmıştır. Nitekim O, Katade rivâyetinde deve sidiklerini içme rivayetinde ve Uranilerin cezalandırılması hikayesini rivâyet etmekte tek kalmıştı. Ebû Hanîfe’nin görüşünden biri de Sahabe âdil (Allah celle celâlühû’dan korkan, dindar ve yalan söylemeyen) kimseler ise de okur-yazar olmamaktan kaynaklanan zabtı az olmak ve yaşlılık gibi şeylerden masum değillerdir. Rivâyetlerin çelişmesi halinde, yanılmış olmak zan mahallinden uzak kalmak için, Sahabe’nin fakih olanının rivâyeti fakih olmayanının rivayetine, yaşlı olmayanın rivayeti de yaşlı olanın rivayetine, tercîh edilir.” (Bkz. Resim 1)

Kevserî, et-Terhîb, s.332’de de Yemânî’nin et-Tenkîl’inde “Kevseri Enes radıyallahu anhu’ya ve Hişâm İbni Urveye tan etmekle haddi aştı.. Hatta O’na yalan isnad etti.” şeklindeki sözü münasebetiyle şöyle diyor:
 “Bu sözü, Onun/Yemânî’nin, yolunda olduğu da'vâda en açık iftirâları söylemekten (bile) kaçınmayacağının en açık delillerindendir. Çünki bu, iki tarafıyla da diğer iftirâları gibi apaçık bir batıldır. Zîrâ benim Enes radıyallahu anhu hakkında en çok yaptığım, Ebû Hanîfe’nin mezhebinin O’nun rivayetlerinden bazılarını seçmek olduğunu nakletmektir. Bu da ilim sahiblerinin kitablarında meşhûrdur. Bunda Enes’e bir ilişme yoktur. Yaşın büyük olması yaşayacak olanlar için kaçınılamayacak bir husustur. Yaşlılık, kişinin hafızasını gençlik zamanında olduğu gibi bırakmasa da Allahın nimetlerindendir…” (Bkz. Resim-2)

Bu sözlerden ‘bunak’ sözünü anlayabilmek için harbi bunak veya hâin bir iftirâcı olmak gerekmez mi?
Evet, biz dahî, Enes ve Ebû Hureyre de dâhil olmak üzere Sahâbeye dil uzatan alçakların bid’at çı ve mel’ûn olduğuna inanıyor, ilâve olarak da Allahın laneti onların ve yalancı iftirâcıların üzerine olsun, diyoruz. Aynı zamanda kasıdlı olarak Mü’minleri kandıranlara da.

İmam Kevserî Sahâbî Muâviye İbnü’l-Hakem’e Hakaret mi Etti?

Müfterî: “Aynı el-Kevseri: büyük sahabi, Mu'aviye İbnü Ebi'l-Hakem (ra)ya da dil uzatır, o'na hakaret eder. Bu sahabi için, o'nun fakih olmadığını söyler, o'nun namazda konuşacak kadar (cahil) olduğunu(!) söyler, belasını bulmuş biriydi, kafayı yemiş, hadisleri ma'na ile rivayet ederdi, der (Ta'likat, s. 421; Tebdil ez-Zalam, s.94; Makalat, s.349).

CEVÂB:
Evvela sahabinin ismini düzeltelim: “Mu'aviye ibni ebi'l Hakem” değil, “Mu'aviye İbnü’l-Hakem.”
Hangi “talikât”? Papağan gibi konuştuğunuz besbelli ve bir yerlerin dolduruşuna geldiğiniz zâhir… Kevserî gösterilen yerlerde (s.94)’de  “Câriye Hadîsi” diye bi linen rivâyetin sened ve metin bakımından Muztarib/çelişik bir rivâyet olduğunu, büyük bir Muhaddis dirâyetiyle ortaya koymaktadır. Cesaretiniz varsa buranın metnini o “kafasını bulandırmayalım” bahanesiyle uyutmaya çalıştığınız adamlarınıza doğru bir şekilde tercüme edin de kararı onlar versinler, olmaz mı? Resim-3’te yer alan 94. sayfaya bir bakın bakalım ne göreceksiniz? (Bkz. Resim-3)

Kevserî, Tebdîdü’z-Zalâm’ının 95. sayfasında üstü çizilen satırlarda Muaviye hakkında sadece şöyle diyor (Bkz.Resim-4):
“Hâdiseyi anlatan/Muâviye Sa hâbe’nin fakihlerinden değildi. Tahkikte bu hadisden başka rivâyeti de yoktur. Aksine O, namaz hakkında konuşan bir A’râbî idi.” Bununla O’ndan çok daha ileri olan Sahâbe’nin mekân bildirmeyen rivâyetlerinin O’nun rivâyetine tercîh edileceğini, değilse “eyne”/nerede sözünün “hangi makamda ve rütbededir” manasında olduğunu söylemektedir. Bunda hangi hakaret vardır?. Bir mü’min böyle bir iftirâya nasıl cesaret edebilir?

Yine, el-Makalât (s.349)’da bu iftirâlardan hiçbirisi bulunmadığı gibi Muâviye hakkında da tek bir söz söylenmemiştir. Bu kaynakta sadece şöyle denilmektedir:
“Eyne”/nerede süâli hakkında gelen Câriye Hadîsi’ne gelince… Senedinde ve metninde Iztırâb vardır. Nitekim ben bu ıztırâbı İbnü’l-Kayyim’in en-Nûniyye’sinin Reddinin (es-Seyfu’s-Sakil’in) Tekmilesinde (s.90-95) ve el-Esmâ ve’s-Sıfât üzerine yaptığım Tâ’lik’de şerhettim.” (Bkz. Resim-5)

Burada şu iddiâların hangisi var behey müfterî!..

Müfteri: “Bütün bunları onun rivayet ettiği Müslim hadisini inkar etmek için yapar. Çünkü Mu'aviye ibni Ebi'l Hakem, Müslim'de gelen cariye hadisinin sahibidir. Bu hadiste, cariye, Allah'ın gökte olduğunu söyler ve Allah rasulu sav onu tasdik eder. O cariye icin "bu, mu'minedir" der. (sahih muslim, kitab'ul mesacid) ki ehl-i Sunne vel cemeat itikad olarak Allah cc'ın gökte olduğunu kabul etmektedir. Zahid el-Kevseri ise Tc'nin klasik akidesinin görünümündedir ve Allah cc'ı ''zamandan ve mekandan münezzeh''tir gibi yuvarlak cümleleri sarfedenlerin akidesindedir...

CEVÂB:
Allah celle celâlühû’ya adres arayıp göstermek ve O’nun Mekân manasında olarak göklerde olduğu inancı, Ehl-i Sünnet’in değil, Firavun ve yolundakilerin inancı idi. Bu husustaki sapıklığınızı en iyi bir Şekilde Muhaddislerin İmâmı Ebû’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Def’u Şübehi’t-Teşbîh’inde sergilemektedir. İsterseniz onu bir okuyun, olmaz mı?

Hem, Kevserî, sizin iddiâ ettiğiniz gibi bu hadîsi temelden inkâr etmiyor, mekân manasında olmayan lafızlarını kabûl edip mekân manasında olanları şâzz kabûl ediyor ve bu vasfıyla Allah celle celâlühû’nun sıfatlarında delîl olamayacağını söylüyor, o kadar. Şâzz olmanın isnâdın sahîhliğine mânî' olmayacağını öğrenip de gelin, olmaz mı?..



İmam Kevserî İbnü Teymiyye’yi Tekfir mi Etti?
Müfterî: “Sizi bilmem ama el-Kevseri'nin İbn. Teymiyye rh'a karşı sanki anadan doğma bir kini var sanki.. Bugün Hanefi-Maturidi-Sofi olanların, İbni Teymiye'ye ve İbni Kayyim'a kafir demeleri de, Kevseri'nin papağanlığını yapmalarından dolayıdır. Kevseri'nin, İbni Teymiye'ye kafir demesi, sahabelere dil uzatması cürmünün yanında nedir ki?!!!

CEVÂB:
Yanlış biliyor ve yanlış konuşuyorsunuz. Kevseri İbnü Teymiyye’ nin eserlerini okuduktan sonra ona Allah için buğzetmiştir ve -Allahu a’lem- ecir sâhibi de olmuştur. Yoksa İbnü Teymiyye, size göre masum mu idi? Kevseri O’na kâfir de dememiştir. En çok söylediği, Ehl-i Sünnet âlimlerinin Cumhûruna göre, -O bunu lafta kabûl etmese de- sâhib olduğu tecsîm ve teşbîh inancının küfür olduğudur. O’nun Sahâbe’ye dil uzattığı iddiası adi bir iftirâdır. Sahabe’ye dil uzatana da, bilerek Mü’minlere bühtân edenlere de lâ'net olsun…

İmâm Kevserî Fakih Olmayan Sahâbîlerden Hadis Almıyor muydu
Müfterî: “Aynı el-Kevseri, Ebu Hureyre gibi, Enes gibi bazı büyük sahabelerden hadis almaz. Onların fakih olmadığı, sadece muhaddis olduğu gerekçesi ile (et-te'nib, s.223).”

CEVÂB:
Burada da âdî bir iftirâ var. Kevserî, verilen kaynakta sadece, fakih olan ravinin rivâyetinin, fakih olmayan ravinin rivâyetine, veya daha fakih olanın az fakih olanın rivâyetine tercîh edileceğini söylemektedir. Bu hususta Hatîb el- Bağdâdî’nin el-Fakih ve’l-Mütefakkıh’ine -bakabiliyorsanız- bir bakınız. Kevserî verdiğiniz kaynakta Enes’den hiç bahsetmemekte, Ebû Hureyre’den de fakihliği rivâyetinden öne alınarak şöyle söz edilmektedir (s.223-224):

“Ebû Hanîfe’nin usûlünden biri de, (rivâyetin kabûl edilmemesinin sebeblerinden birinin) râvînin yaptığı rivâyetle amel etmemiş olmasıdır. Ebû Hureyre’nin, köpeğin sudan içmesi sebebiyle kabın yedi defa yıkanacağına dâir olan rivâyeti gibi. Çünki bu rivâyet O’nun fetvâsına terstir.” (Bkz. Resim 6-7)

Şimdi bu Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz iftiracıya soruyoruz: Burada şu iftirâlarınızdan hangisi vardır? Tam aksine, bu kaynakta Ebû Hureyre’nin fakihliği ön plana çıkarılmaktadır…

İmam Kevserî Selef İmamlarına Dil mı Uzattı?
Müfterî: el-Kevseri, selef imamlarına ve onların kitaplarına da dil uzatır, onları sapık olmak, cehmiyye ve mücessime olmakla suçlar. Bunlardan bazıları şunlardır;
1-İmam Ahmed'in oğlu Abdullah, babasına sorular sorar, bu soruları ve aldığı cevapları bir kitapta toplar. bu kitabın adı "es-Sunne"dir. bu kitab, akide ve menhecde, ehli sunnetin temel kaynaklarındandır. Kevseri, bu kitabın, sapıklığın, Mücessime'nin ve Müşebbihe'nin kitabı olduğunu söyler. bu kitapta yazılanların, putçuluğun satırları olduğunu söyler. (makalat, s.320, 324, 301, 307, 325, 329, 332, 338)

CEVÂB:
 (1)Kevserî, (s.320, Bkz. Resim-8) de Abdullah İbnü Ahmed’den hiç bahsetmez. Sadece İbnü Teymiy ye’nin bozuk fikirlerinden söz eder. Yoksa siz hulûliyyeden olup İmam Ahmed’in İbnü Teymiyye’nin içine girdiğini veya İbnü Teymiyye’nin onda eridiğini, dolayısıyla İmam Ahmed’in İ. Teymiyye, İ. Teymiyye’ nin Ahmed olduğuna mı inanıyorsunuz?!...
(2) Kevserî (s.324, Bkz. Resim-9)’de, Ahmed İbnü Hanbel’i her bakımdan över, ölmeden on üç sene evvel, Müsned’ini tehzîb etmeden (ihtiyarlığın getirebileceği unutkanlıktan dolayı) hadîs rivâyet etmeyi bıraktığını, kelâm ilminde kitâb yazmak şöyle dursun talebelerini fetvalarını kitablaştırmak’tan nehyettiğini Zehebî’ye de dayandırarak ifade eder… Sonra, oğlu Abdullah’ın babasından kalma bir hatırının olduğunu Kütüb-i Sitte sahiblerinden yalnız Nesâî’nin O’ndan iki hadîs rivâyet ettiğini, yalınız, kendini alakadar etmeyecek hususlara dalmamak hususunda babasının yolunda gitmediğini, babasının ölümünden sonra Haşevîlerin/müşebbihe ve mücessime’nin baskısı altında bu es-Sünne kitabı’nı te'lîf ettiğini, kitabına -maalesef- Allah’ın dininden uzak ve Allah celle celâlühû’ya imana zıt olan şeyleri soktuğunu, ilim ehlinin bu kitabı gizlediğini ama Müsteşriklerin onu bulup ortaya çıkardığını…. söylemiştir ve doğru da demiştir.
Müfterinin Ehl-i Sünnet’in temel kitaplarından olduğunu söylediği es-Sünne kitabında neler denmiştir? Belki merak edenler olur. İşte bazıları:
-“İstivâ, oturmaktan başka bir şeyle mi olurmuş?(s.5)
-“Rab Kürsî’ye oturduğu vakit, Kürs’î’nin yeni bir eğerin zırzır diye ses çıkarması gibi ses çıkardığı duyulur.”(s.70)
-“Kürsî’de oturduğu vakit kenarında dört parmak yer kalır.”(s.71)
Zehebî bu iki haberde yer alan Abdullah İbnü Halîfe hakkında az kalsın tanınmayacak birisidir, dedi. Ebû İshak aklı karışan biridir, dedi.
-“Onu, biri adam suretinde bir melek, diğeri arslan suretinde bir melek, diğeri öküz suretinde bir melek, diğeri de kerkenez kuşu suretinde bir meleğin taşıdığı altından bir kürsînin üstünde, yeşil bir bahçede ve altından bir yatak olduğu halde gördü.”(s.35)
-“ ‘Allah Mûsâ aleyhisselâm’a nasıl konuştu?’ ‘Ağız ağıza’ dedi.” (s.64)
-“Benî İsrâîl Mûsâ aleyhisse lâm’a, ‘Rabbin sana konuştuğunda sesi yaratılanlardan neye benziyor du’? dediler. O, ‘dönmeyeceği zaman gök gürültüsüne’ dedi.” (s.63)
-“Günün başında müşrikler kalktığı vakit, Rahmân Arşı taşıyanlara ağır geliyordu, tesbîh edenler kalktığında da Arşı taşıyanların yükü hafifletilir.”(s.142)
-“Allah celle celâlühû Tevrât’ı sırtını kayaya dayayarak eliyle dürrden levhalara yazdı, kalemin cızırtısı duyuluyordu. Onunla Allah arasında perdeden başka bir şey yoktu.”(s.67)
-“Allah celle celâlühû eliyle Âdemden başkasına dokunmadı. Onu eliyle yarattı. Cennet’e ve Tevrat’a da dokundu. Tevrat’ı eliyle yazdı. Allah celle celâlühû bir inci tanesini eliyle sert ve düz yaptı ve onda bir dal dikti ve ona ‘benim râzı olmama kadar uza ve iznimle içindekini çıkar’ dedi. O da nehirleri ve meyveleri çıkardı.”(s.68)
-“Bir parçasını ortaya çıkardı”(s.149), “Diğer eli boştur, onda bir şey yoktur,” “Nihayet elini eline koydu.” (s.164), “Bir kısmına dokunur”, “donuma tut.” (s.165), “Nihâyet bir kısmını bir kısmı üzerine koydu.”, “Ve nihâyet ayağına tutar.”(s.167)
-“Allah celle celâlühû dağlara, ‘sizden birinin üzerine ineceğim’ diye vahyetti. Bunun üzerine dağlar uzandılar. Tûr-i Sînâ tevazu edip, ‘benim için bir şey takdîr edildiyse, bana gelir’ dedi. Allah celle celâlühû da ‘tevazuun ve kaderime râzı olman sebebiyle senin üzerine ineceğim’ diye vahyet-ti.”(s.149)
-“Rabbin yer yüzünde dolanmaya başladı.”(s.156)
-“Sonra yürüyerek bize gelir.”(s.48)
İşte Ehl-i Sünnetin Akıdesinin kaynağı(!)..

Kevserî Muharref Tevrât’ın şu İsrâiliyyat hurafelerine ne diyecekti? Evet, bu haliyle şu kitabın Şirk kitabı olduğuna biz de inanıyoruz. Bize tevâtürle veya şöhret yoluyla, yâhud da sahîh isnâdlarla gelen hangi Sünnet kaynağımızda bu şirk inançları vardır?...

Bizim ağırlıklı kanaatimiz, bu kitabın Abdullah İbnü Ahmed’e iftirâ edildiğidir. Kevserî merhûm da za ten, Onun zâtına değil, söylenilenlere karşı çıkmaktadır.

  İmam Kevserî, İbnü  Huzeyme’nin Kitabu’t-Tevhid İsimli Eseri İçin Ne Dedi?
Müfterî: Yine el-Kevseri, büyük imam ibni Huzeyme'nin, "et-Tev hid" adlı kitabına dil uzatır. Oysa bu kitap da Ehli Sünnet’in akide ve tevhidde en büyük kaynak kitaplarındandır. Hep hadislerle yazılmıştır. Kevseri, bu kitabın, tevhid kitabı değil, bilakis şirk-Allah'a ortak koşmanın kitabı olduğunu soyler. bu kitabda yazılanların, putçuluğun görüşleri olduğunu söyler. (makalat, s.330)

CEVÂB:
 İmam Kevserî, o kitabda yazılan yorumlar ve çıkartılan putperest akideler bakımından yerden göğe kadar haklı idi. Kevserî, Sahîh sahibinden başka birisi olan bu İbnü Huzeyme’nin büyük bir fakih ve muhaddis olmakla beraber sahasının dışına çıkıp konuştuğunu ve battığını söylemekle hakkı söylemiştir. (El-Esmâ ve’s-Sıfât Tâ’lîk’i: 340-341, “Okumakla okunanın arasındaki fark Bâbın”da yakın olarak onuncu sayfada. İlmiyye baskısı.)

İbnü Huzeyme emâneti ehline vermesini bilemedi. Halbuki O, Kelâm ilminden anlamadığını kendisi de i'tirâf etmiştir. Onun kitabında pek çok tevhide aykırı yorum ve akide varsa da biz burada nakletmeye gerek görmüyoruz.

Müfteri yazar “Kevseri, kelamcı-felsefeci Razi'nin bu kitab için, şirk'in kitabı, dediğini nakleder. (et-te'nib, s.108)” demekle de yine bir aldatmaca da bulunuyor. Çünkü -verilen kaynakta böyle denilmemiş olmakla ve bu husustan hiç bahis olmamakla beraber- Kevserî, Râzî’den bu sözü bir başka yerde nakleder ve doğru söyler. Şu iftira ve iddiaların kopya olduğu ne kadar da belli değil mi?

Müfterî: Kevseri İbni Huzeyme'yi cahil olmakla suçlar, bu cehaleti ile böyle bir kitab yazmaması gerektiğini söyler. (ta'likat, s.267)

CEVÂB:
Bu da O’na yapılan bir iftirâ. Yukarıda da geçtiği gibi Kevserî İbnü Huzeyme’nin büyük bir Fıkıh ve Hadîs âlimi olduğunu itirâf eder; lâkin, onun İlm-i Kelâmı iyi bilmediğini itirâf ettiğini Muhaddislerin imâmlarından İmam Beyhakî’nin isnâdıyla yaptığı rivâyete dayanarak söyler. (El-Esmâ ve’s-Sıfât: 340)

Şu Vehhâbî bozuntusu sahte Selefîlerin ne kadar müfterî ve mübtezel olduklarını görebilmek için birazcık aklı ve insâfı olanlara -ilimleri olmasa bile- bu kadarı yeter de artar bile…
| Osman Akyıldız.
[1]    Bkz. http://ebumuaz.blogspot.com/2008/01/kevserinin-iyz.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.