Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü
teâlâya hamd olsun! Onun sevgili Peygamberine salât ve selâm olsun! İnsanda
bulunan bütün kemâller, iyilikler hep (Vücûb) “te’âlet ve tekaddeset” mertebesinden gelmişdir. Onun ilmi,
o mertebeden, kudreti de, o mertebenin kudretindendir. Bütün yükseklikler de,
hep böyledir. Fekat, her mertebenin kemâli, o mertebeye göredir. İnsanın ilmi,
o mukaddes mertebenin ilmine göre, sonsuz var olanla yok olanın
karşılaşdırılması gibidir. Bunun gibi, insanın kudreti, gücü, Vâcib-i teâlâ ve
tekaddesin kudretine göre, bir üflemesi ile yerleri ve gökleri ve dağları ve
denizleri yok eden güc sâhibinin, kendini dokumacı ustası sanan örümcekle
karşılaşdırılması gibidir. Bu ikisinden başka olgunlukları da, bunlardan
anlamalıdır. Başka kelime bulamadığımız için, bu karşılaşdırmayı yapdık. Yoksa,
fârisî mısra’ tercemesi:
Toprak nerede, temiz âlemler nerede?
Bundan anlaşılıyor ki, insandaki
kemâller, Vücûb “te’âlet ve tekaddeset” mertebesinin kemâllerinin sûretleri,
görüntüleridir. İnsandaki kemâllerin, Vücûb mertebesindeki kemâllere yalnız
ismleri benzemekdedir. Bunun içindir ki, hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, Âdemi kendi sûretinde yaratdı) buyuruldu. (Kendini
anlayan, Rabbini anlar) sözünün inceliği, buradan anlaşılmakdadır. Çünki insanın nefsinde
bulunan herşey, birer sûretdir, görüntüdür. Bu sûretlerin hakîkati, aslı, Vücûb
mertebesindedir “te’âlet ve tekaddeset”. İnsanın halîfe olmasının inceliği
buradan anlaşılmakdadır. Çünki, birşeyin sûreti, o şeyin halîfesidir.
Vekîlidir. Zındıklar ve Allahü teâlâya madde diyen (Mücesseme) kâfirler, burada çok
yanıldılar. Allahü teâlâyı insan sûretinde, şeklinde sandılar. Ahmak oldukları
için, Allahü teâlânın, insanlarda olduğu gibi organları, duygu âletleri var
dediler. Böylece, doğru yoldan sapdılar. Çok kimseleri de sapdırdılar. Allahü
teâlânın sûreti ve misli gibi şeyler söylemek, benzeterek anlatmak içindir.
Yoksa, benzetilen şeyin kendisidir demek olmadığını anlıyamadılar. Çünki
sûretin, görüntünün hakîkati, aslı, parçalardan, zerrelerden meydâna gelen bir
toplulukdur. Vücûb mertebesinde ise, böyle şey olamaz. Kadîm olan, sonsuz olan,
parçalanamaz, ayrılamaz. Kur’ân-ı kerîmdeki (Müteşâbihât) denilen âyet-i kerîmeler de, böyledir. Bildirdikleri
şeylerin kendileri anlaşılmamalıdır. Uygun olan başka şeyler anlaşılmalıdır.
Âl-i İmrân sûresi yedinci âyetinde meâlen, (Bu âyet-i
kerîmelerin bildirdiklerini yalnız Allahü teâlâ bilir) buyuruldu. Demek ki, müteşâbih
olan âyet-i kerîmelerin ne demek olduğunu, ancak Allahü teâlâ bilir. Bu âyet-i
kerîme gösteriyor ki, müteşâbih olan âyet-i kerîmeler, gösterdiklerinden başka
şeyleri bildirmekdedir. Allahü teâlâ da, bu başka şeyleri bilmekdedir. (Ulemâ-i
Râsihîn) denilen
derin Ehl-i sünnet âlimlerine de, bu başka bilgiler ihsân olunmuşdur. Bunun
gibi, gayb olanları yalnız Allahü teâlâ bilir. Peygamberlerin yükseklerine bu
bilgisinden ihsân etmekdedir.
[(Gayb) demek, âyet-i kerîme ile ve
hadîs-i şerîfler ile bildirilmemiş olan ve his organları ile, tecribe ve hesâb
ile anlaşılamıyan şeyler demekdir].
Müteşâbih olan âyet-i
kerîmelere, anlaşılandan başka ma’nâ vermeğe (Te’vîl) denir. Te’vîli yanlış anlamamalıdır. Âyet-i kerîmedeki (El) kelimesine kudret demek ve (Yüz) kelimesine,
Allahü teâlânın kendisi demek, te’vîl olmaz. Böyle kelimelerin te’vîli ince,
gizli bilgilerdir. Ancak, seçilmişlerin seçilmişlerine bildirilmişdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.