2 Haziran 2012 Cumartesi

İmam Azam, Filanın "Hakkı İçin" Dua Etmek Mekruh Demiş midir?


İmam Azam Ebu Hanife efendimiz, evet, "Hakkı İçin Dua Etmek Mekruh" demiştir. Ancak bu Tasavvufu, vesileyi, tevessülü (yani sebeb kılmayı) inkar edenlerin anladığı gibi bir manada denilmemiştir. Bu yazımızda 4 kısa nakil (alıntı) yaparak, İmam Azam efendimizin aslında ne söylediğini bildirmek istiyoruz:
Orada "Hakkı için" ifadesi özellikle Tasavvuf ve Tarikatı inkar edenlerin öne sürdüğü anlamda değildir. İmam efendimizin kullandığı manada "Hakkı için": Allah Teala'yı mecbur tutmak, ona vacip kılmak demektir. Elbette böyle bir dua ve tevessül batıldır. İmam Azam Hazretleri bu tür bir duaya caiz dememiştir.
Fakat bir kimse hakkı için derken, "sebebiyle" "vasıtasıyla" "onun hatırına" gibi manaları kastediyorsa haktır. Caizdir.

Taberani, İbni Hıbban ve Hakim’in sahih kabul ettiği bir rivayete göre Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, Hz. Ali’nin annesi Fatıma binti Esed (Radıyallahu anha)’yı kabre indirirken yaptığı duada: “Ey Allah! Peygamberin ve ondan önceki Peygamberler hakkı için annem Fatıma binti Esed’i bağışla ve kabrini genişlet” demiştir. (Taberani, el- Mu’cemü’l-kebir, no: 871, 24/352) Zaten “Onların hakkı” demek onların Allah katındaki derece ve makamları demektir, yoksa Allah Teala’ya bir şey vacip olur anlamında değildir. 



İmam Ebu Hanife ise bu sözü, kimse Allah'ın üzerinde başkasına ait yapması lazım olan bir hakkı olduğunu kuruntu etmesin diye söylemiştir. Çünkü Ehli sünnetin inancına göre Allah hiç bir şeyi yapmak zorunda değildir. Dolayısıyla mutezile fırkası bu hususta sapıtarak Allah'ın, itaatkar kullarını mükafatlandırmak zorunda olduğunu söylemişlerdir ki bu söz küfürdür.

İşte İmam Ebu Hanife böyle bir kuruntuya düşülmesin diye o sözü hoş görmemiştir, yoksa "sebebine, hürmetine, vasıtasıyla, vesilesiyle" manasındaki böyle bir tevessüle karşı olduğu anlamına gelmez. Çünkü sabit olan bir hadis vardır ki onda bizzat Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) camiiye çıkarken okunulacak duayı öğrettiğinde: "Ya Allah, senden bu yürüyüşümün ve senden dileyenlerin hakkı için..." denilmesini bildirmiştir.

Bu hadisi İbni Mace süneninde, İmam Ahmed müsnedinde (3/21) Taberani dua kitabında (2/990) Beyhaki dua kitabında (1/47) rivayet etmişlerdir. Hafız ibni Hacer, hafız Dimyati, hafız Hasen el-Mekdisi ve hafız el-İraki ise bu hadisi hasen olarak değerlendirmişlerdir. Şu halde bu hafızların bu hadisi hasen olarak değerlendirmelerinden sonra bunu kendince zayıf olarak değerlendirmeye kalkan el-albaniye aldırılamaz.

-------------------------------------------------------------------------
“Falancının Hakkı İçin” Bir Şey İstemek Ne Demektir?
-------------------------------------------------------------------------

Evet, Hanefî fıkıh kitaplarının Kerâhiyye ve İstihsân yâhud, Hazar ve İbâhe bahislerinde "falancanın veya falan şeyin hakkı için", Allah celle celâlühû’dan bir şeyler istemenin Ebû Hanîfe’ye göre mekrûh olduğu geçmektedir.

Lâkin, Hanefî âlimlerinden ve muhaddislerinden İmâm Aliyyü'l-Kârî özet olarak şöyle demiştir:


Bu mekrûhluk hakk sözüne vâciblik/mecbûriyyet ma'nâsı yüklendiği takdîrdedir. Zîrâ, vâciblik veya mecburiyet manasında kimsenin Allah celle celâlühû üzerinde hakkı yoktur. Ancak hürmet ve tâ'zîm manasında kullanıldığı zaman bu tevessül babındadır. Allah celle celâlühû, Ona varmaya vesile arayın, [29] buyurmaktadır. Bu (hürmetine, hatırına, vesilesiyle demek) Hısnu'l-Hasîn’de [30] de söylenildiğine göre, duânın adabından kabûl edilmiştir. Şu hususta (yukarıdaki) hadîs gelmiştir. [31]

Yine, Hanefi âlimlerinden İbnü Abidîn Reddü'l Muhtâr’ında
[32], bunu, O'ndan kabûllenerek naklediyor. Bunlardan önce, "Falancanın hakkı" için ifadesinin "hürmetine" demek olduğunu, "vaciblik (mecbur tutmaklık)" demek olmadığını ve bunun (yani hürmetine anlamında Hakkı İçin ifadesinin) hadîslerle sabit olduğunu İmâm Sübkî de söylemiştir. [33]

Demek ki "falancanın hürmetine, demek câiz değildir" sözü, mutlak ma'nâda ise, boş bir gürültüdür… Aksine bunun Sünnet'e uyan şekli mevcûddur ve duânın âdâbındandır; sünnet veya müstehâbdır.

(Çeşitli zamanlar görüldüğü üzere; ) Ulemânın küçük bir kısmının, belli şart ve kayıdlarla sınırlı olarak, en çok mekrûhdur dediği, başka yönlerle ise mahzûrlu olmayan, hatta Sünnet olan bir mes'eleye şirktir damgasını vurmak, herhalde çağdaş mukavva müçtehidlik îcâblarından olmalıdır…


[29] Mâide, 35
[30] El-Hısnu’l-Hasîn (Hazînetü’l-Esrâr Hâmişi): 14 (Eski Baskı, Târîhsiz)
[31] Fethu Babi'l-İnâye (3/30)
[32] İbnü Abidîn, Reddü'l-Muhtâr (5/540)
[33] Şifâu's-Sikâm (138)

------------------------------------------------------------
Yasaklar ve Mubahlar Kitabı -Alış veriş faslı
-----------------------------------------------------------
Metin Kısmı [ Durr-u Muhtar i ilgili Bölümün Tamamı.]

Tatarhâniye'de el Münteka'ya nisbet edilerek Ebû Yûsuf'tan rivayet edilir. O da Ebû Hânife'den rivayet ediyor:

Hiçbir kimse için Allah'a zatından, sıfatlarından başka hiç birşeyle çağırmak uygun değildir.

İzin verilen ve emredilen dua Cenab-ı Hakkın şu âyetinden anlaşılan dua şeklidir:

«En güzel isim ancak Allah'ındır. Binaenaleyh Allah'ı o isimlerle çağırınız.» (A'râf, 180)

Müellif:

Böylece hiç kimse Peygamber'den başka bir kimseye salevât getiremez demektedir. Kişinin: «Peygamberlerinin, velilerinin, hakkı için buna şunu ver» demesi de mekruhtur. Veya: «Kabe'nin hakkı için bana ver» dese yine mekruhtur. Çünkü hiçbir mahlûkun, Yüce Halik üzerinde herhangi bir hakkı yoktur.

Eğer bir kişi başka bir kişiye: «Allah'ın hakkı için veya Allah için şunu yap!» dese en uygunu onu yapmak ise de; yemine maruz kalan kişinin onu yapması lazım gelmez.

Dürer

İZAH KISMI [REDDUL MUHTAR]

«Peygamberlerinin hakkı için demesi mekruhtur ilh...» Burada Ebû Yûsuf, İmam Azam'a muhalefet etmemiştir. Ama metinde geçen meselede İtkanî'nin ifade ettiği gibi, muhalefeti vardır. Hatta Tatarhâniye'de geldiğine göre; eserlerde bunun caiz olduğuna delâlet eden ifadeler vardır, denilmektedir.

«Çünkü hiçbir mahlukun halik üzerinde hakkı yoktur ilh...» ibaresine gelince; Allah'a vacib olan (Allah Teala’yı mecbur tutan) bir hakları yoktur, denilebilir

Fakat Allah, faziletinden onlar için bir hak kılmıştır. Veya haktan maksat, hürmet ve azamettir. Bu takdirde şu âyette geçen vesile kabilinden oluyor. Cenab-ı Hâk âyette: «Ona vardıran vesileyi arayınız» (Maide, 35) buyurmuştur.

Hısn'de sabit olduğuna göre, tevessül duanın edeplerinden sayılmıştır.

Bir rivayette şu varid olmuştur, Resulullah Efendimiz:

«Ey Allah’ım, ben servin katında dileyenlerin hakkıyla senden istiyorum. Sana atılan adımların hakkıyla senden istiyorum. Kesinlikle ben fitneci ve saldırgan olarak çıkmadım

Molla Ali el-Kârî'nin Nihâye üzerindeki şerhinden nakletmiştir.

Muhtemel ki: «Peygamberlerin hakkından maksat, bizim boynumuzdaki onlara iman etmek onları tazim etmek görevimiz olmasıdır

Yakubiye'de şu hüküm yer alıyor: Hak kelimesi mastar olabilir; sıfat-ı müşebbihe değil. O taktirde manâ: «Peygamberlerin hakkıyetiyle senden istiyoruz» demek olur. O zaman herhangi bir mani (engel) yoktur. Düşünülsün.

Yani ibarenin manâsı: Onların hak olmaklığıyla senden istiyoruz olur, onların senin katında müstahak oldukları bir hakkı vardır da ondan istiyoruz, demek değil.

Derim ki: Lâkin bütün bunlar, bu lafızdan insanın zihnine ilk anda gelen ibareye muhalif düşen ihtimallerdir. Lafız caiz olmayan bir şeyi iham ettirirse; sadece bu, onu kullanmaktan men (yasaklama) için yeterli olur. Nitekim bu durumu da önceden söyledik.

Binaenaleyh ahad haberlere zıt düşmez. Bunun için -Allah her şeyi daha iyi bilir- bizim imamlar bu tür ibarelerin kullanılmasının memnu olduğunu mutlak olarak söylemişlerdir. Bu manâların irade edilmesi takdirde Allah'dan 'başkasıyla yemin etme vehmi’ dahi vardır. Bu da ikinci bir manidir. Düşün.

Evet Allame Münâvî, «Ey Allah’ım, Rahmet Peygamberi olan Peygamberlerinle sana yöneliyor ve senden istiyorum» hadisinin şerhinde İzzuddun b. Abdüsselâm'dan rivayet etmiştir ki:

Bu sadece Hz. Muhammed efendimiz hakkında söz konusudur. Ve Hz. Muhammed'den başka hiç kimseyle Allah'a ant verdirmek uygun değildir. Bu Resulü Ekrem'in özelliklerindendir.

Münâvî der ki: «Sübki dedi ki: Peygamber ile Peygamberin Rabbine tevessül etmek güzeldir.»

Seleften ve haleften İbni Teymiyye hariç hiç kimse bunu mekruh görmemiştir, inkâr etmemiştir. İbni Teymiyye ise, kendisinden önce hiç-bir âlimin söylemediğini söylemiştir

--------------------------------------------------------------------------------------
İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Rahimehullah’ın Bu Husûstaki Görüşü
---------------------------------------------------------------------------------------

İmâm A’zam’a nisbet edilen Falancının hakkı ile, Allah celle celâlühû’dan bir şey istenmez, bu söz ile duâ etmek mekrûh veya harâmdır sözü ne demektir?

Burada şunu da ilâve edelim: Hanefi fıkhı kitâblarında falancanın hakkı ile duâ etmenin mekrûh [113] olduğu mevcûd ise de bunu iyi anlamak lâzımdır.

Çünkü,

Bir: Bu hüküm ve fetvâ, ittifakla değildir. Zîrâ, Ebû Yûsuf, buna benzer bir mes’elede, gelen hadîs sebebi ile beis (sakınca) görmemiştir. [114]

Bu ifâde hakkında da en azından Hasen olan bir rivâyet vardır. İleride de anlatılacağı üzere, Alîyyü’l-Kârî bu hadîsi getirerek böyle de duâ edilebileceğini nakletmiştir.

İki: Bu tâbîrin mahzurlu bulunmasının sebebi şudur: (Hak sözünde vâciblik ma'nâsı da bulunmaktadır. Hâlbuki hiçbir kimsenin Allah celle celâlühû üzerinde vâciblik ma'nâsında hakkı yoktur. Oysa bu tâ'bîrde böyle bir yanlış ma'nânın anlaşılma ihtimâli vardır.

Şöyle bir ifadeden falancanın Allah celle celâlühû’nun üzerinde, ona vermeye mecbûr olduğu bir hakkı varmış gibi bir zan uyanabilir. Bu sebeble, böyle bir tehlikeye düşmektense, Mütevâtir olmayan bir haberle amel etmemek evlâ olur), denilmiştir.

Falancının hakkıyla ifadesinin mahzurlu görülmesi işte bu görüşe dayanmaktadır. [115]

Üç: Ancak Aliyyü’l-Kârî’nin de dediği gibi, şöyle de denmektedir: Kulun Allah celle celâlühû üzerinde mecbûriyet manâsında hakkı yoksa da Allah celle celâlühû’nun lütfen ve fazlından kabûl buyurduğu hakkı olabilir. [116]

Bu takdîrde vesîle (ve tevessül) babından olmuş olur. Allah celle celâlühû O'na varmaya vesîle arayın buyuruyor. (Büyük Muhaddis İmâm Cezeri’nin eseri) El-Hısnu’l-Hasîn’de de yer aldığına göre, Nebîler aleyhimusselâm ve velîlerle tevessül etmek duânın adabından sayılmıştır.

Bu husûsta, Peygamberimizden Ey Allah’ım isteyenlerin sendeki hakkıyla (hürmetiyle) senden istiyorum haberi gelmiştir. [117]

Dört: Hanefî âlimlerinden bazıları, falancanın hakkıyla sözüyle, kul üzerine yemîn etme ma'nâsının da bulunduğunu söylemişse de bunun doğru olmadığını yukarıda Kevserî beyan etmiştir.

Beş: Sonra, Aliyyu'l-Kârî Hanefî âlimlerinin ileri gelenlerindendir. O'nu neden hesâba katmazsınız?

Altı: Hem, sizce ne zamandan beri açık hadîslerin olduğu yerde âlimlerin yeterince anlaşılmayan sözleri delîl olabiliyordu?

Yedi: Sübkî [118] ve Kevserî [119], istiğase (medet, imdat ve yardım isteme), istiâne (yardım isteme) ve tevessülün (varılmak istenen bir şey içün sebeblere tutunmanın) aynı kapıya çıkacağını söylüyorlar. Nitekim Buhârî’nin aşağıdaki hadîsi bunu gösteriyor.

...

[113] Burhânüddîn el-Merğînânî, el-Hidâye (4/96), Kâsânî, el-Bedâyi’ [(Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye): 6/504], İbrâhîm el-Halebî, Multekâ (Mücerred Metin): (192), Allîyyü’l-Kârî, Fethu Bâbi’l-İnâye: (3/30)

[114] Kâsânî, Bedâyi’ (Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye): 6/504
[115] [Bedâyius-Sanâi' 5:126, (İstihsan bahsi)], Fethu Bâbi’l-İnâye (hâşiyesi): 3/30
[116] Ve de vardır. Zîrâ, Ebû Saîd’in rivâyet ettiği bu hadîsimiz ile İbnü Adiyy ve İbnü Asâkir’den buna dâir rivâyetler vardır.
[117] Aliyyu'l-Kârî, Fethu Bâbi’l-İnâye: 3/30
[118] Şifâu’s-Sikâm: 132
[119] Makalât: 395

***
Sonuç: İmam Azam Ebu Hanife efendimiz, "Hakkı İçin dua mekruhtur" derken "Allah Teala'yı bir şeye mecbur tutabilirmiş, Allah'ın üzerinde herhangi bir kimsenin hakkı/mecburiyeti varmış gibi" dua etmenin mekruh olduğunu söylemiştir. Yoksa tevessülü yasaklamamıştır.
Kendilerinin Hanefi olduğu şüpheli bulunan bir takım kimselerin, Allah Tealaya duanın edeplerinden sayılan "vesilesiyle, hürmetine, hatırına" isteme şeklini inkar etmeleri; bu inkarlarına destek İmam Azam Hz.lerinden delil getirdiklerini zannetmeleri; sonuçta bu konuyu her yerde yazarak İmam Azam Hz.lerini kullanmaları (istismar etmeleri) SAMİMİ değildir. İmam Azam efendimizin sözünü öne çıkarıp öğrencisi İmam Ebu Yusuf'a bakmamak; "Hanefiyseniz, İmamınıza uyun" deyip Hanefi alimlerine dikkat etmemek; hele de Hanefilerin Aliyyu'l Kari gibi en meşhur alimlerini ve Hısn gibi en muteber eserlerini ihmal etmek dürüstlük de değildir. Samimi ve dürüst olsalardı, bir de insaflı; İmam Azam Hz.lerinin o sözünün aslında neyi yasakladığını da iyi anlamış olurlardı. Ve hak bir sözle batıl bir dava peşinde koşmazlardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.