Ali Bulaç:
Peki hocam, bir Hıristiyan Peygamberimiz için ne demelidir?
H. Karaman:
İyi bir insan, iyi bir Müslüman ve Peygamber olduğuna da inanmalıdır. Biz üç dinin mensupları şuna inanmalıyız; Hz. İsa Allah'tan vahiy almıştır, Hz. Musa, Allah'tan vahiy almıştır. Hz. Muhammed de Allah'tan vahiy almıştır. Buna inanmak durumundayız.
*****
HAYRETTİN KARAMAN BEY
NE DEMEK İSTİYOR?
Hüseyin AVNİ
اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ
الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه
اَجْمَعِينَ
Bundan sonra…
------------------------------------------
Mukaddime
------------------------------------------
Hayrettin Karaman Bey,
Yeni Şafak’ta Ahmed Ali Aksoy Bey’in diyaloğ ile alâkalı makâlesine
karşı kaleme aldığı üç cevâbî yazısında debelendikçe daha da batıyor. Şu
yazılarda, önceki, sahîh îmânı yok edecek olan bâtıl iddiâlarını te'yîd
edebilecek yeni hiçbir Şer’î delîl getiremediği gibi, tatmin edici aklî bir
îzâh da ortaya koyamamıştır. O, yazılarında açık yalan ve iftirâlarıyla gûya
sözüm ona zevâhiri kurtarma yolunu seçmiş, değil bir ilim adamı sıradan bir
vatandaşın bile anlayış ve idrâk seviyesini yakalayamamıştır. Sözün kısası,
yapılan başarısız ve kalitesiz bir muğâlata/demagoji. Sözü uzatmadan ve dediklerinden
hiçbir şey kırpmadan onunla diya-loğa başlamak istiyoruz. Bakalım,
Allah’a çocuk sâhibi ve yedi mağlûl olmak/cimri olmak sıfatlarını
revâ gören, Îsâ aleyhisselâm ve Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e
sahtekâr, İncil ve Kur’ân’a da hurâfe diyen Yehûdi-lere
gösterdiği hoşgörüyü bize gösterebilecek mi? Son Resûl sallallâhu aleyhi
ve sellem’e yalancı ve Kur’ân’a uydurma sıfatlarını yakıştıran ve Teslîs
inancına sâhib olan Hristiyânlar’a gösterdiği hoşgörüyü bize çok mu
görecek? Bu diyaloğumuzla diyaloğ iddiâlarındaki samîmiyeti ve asıl maksadı
test etmiş olacağız. Biz -hâşâ- ne Allah, ne bir Peygamber, ne bir Melek ve ne
de bir gerçek asğarî müctehid olmayan zât-ı şâhânelerine, açık olduğuna
inandığımız delîllere dayanarak (değişik bir ma’nâda) bir çeşit ictihâd
edip en fazla yalan söylemek ve iftirâ etmek sıfatlarını münâsib
gördük. Bize kızmasınlar. İctihâda
pek hevesli olmayı ondan öğrendik. Biz hakîkî müctehidlere nisbetle mücte-hid
değil isek de O ve O’nun gibi müctehidlere kıyâs ile -öğünmek gibi olmasın ama-
pek a’lâ ictihâd ederiz. Şu ictihâdımızda dahî yanılmış isek affola… Küfür,
Kâfirlik ve dinden çıkmak sıfatlarını ise Ona veya bir başka şahs-ı muayyen’e
değil, münâsib düşen herkese izâfe ettik. Şu münâsibliği tâ’yîn işini de
kişilerin kendilerine bıraktık. Onlar bilirler. Sırtlarına uyanlar bizim
kaftanları giyebilirler. Müsâademiz ve iznimiz vardır.
------------------------------------------
Karaman Ne Demiş, Ona
Ne Denilmiş, Şimdi Ne Diyor?
------------------------------------------
Karaman Diyor ki,
Sayın Ahmet Ali Aksoy internette "Bu nasıl bir
diyalog, bu gidiş nereye?" başlıklı biz yazı yayınlamış, bana da geldi. Bu
yazıda "Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Kültürlerarası Diyalog
Platformu" tarafından periyodik olarak tertib edilen "DİYALOG"
toplantılarından birini tenkit ediyor. Bu toplantıda Ali Bulaç, Ali Erbaş, Arif
Gökçe, Cemal Uşak, Faruk Tuncer, İlyas Üzüm ve Niyazi Öktem ile beraber,
Vatikan temsilcisi George Marovitch, Dozideos Anagnasdopavios ve Yusuf Altıntaş
gibi Kilise ve Havra mensubları bulunmuştu. Ben huzurlarında
"DİYALOG" mevzûunda bir konuşma (sunum) yaptım, toplantıya katılanlar
sorular sorarak ve görüşlerini açıklıyarak katkıda bulundular. Daha sonra bu
konuşma "Polemik Değil Diyalog" isimli bir kitabda neşredildi.
Sayın Aksoy yanlış bulduğu ifadelerimi -bazılarına
cevap da vererek- nakletmiş. Birkaç örnek vereyim:
"Bütün insanların Müslüman olmaları'
dinin, Kur'ân'ın hedefi değildir." (Polemik Değil Diyalog, s. 41);
"Müslümanların çoğu 'Peygamberin, bütün
din sâliklerini İslâm'a çağırdığına' inanırlar" (Polemik Değil Diyalog, s.
35);
"Peygamberimiz 'Yahudiler mutlaka Müslüman
olsun!' demiyor, 'Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun!' demiyor."
(Polemik Değil Diyalog, s. 35);
"Diyaloğun hedefi, tek bir dine varmak,
dinleri teke indirgemek olmamalı" (Polemik Değil Diyalog, s. 36);
"Kur'ân-ı Kerîm'de Ehl-i Kita-b'la ilgili
devamlı vurgulanan şey; Allah'a iman, âhirete iman ve amel-i salihdir. Kur'ân
birçok âyette bunu söylüyor; yani 'Peygambere iman edin' demiyor."
(Polemik Değil Diyalog, s. 37);
------------------------------------------
Bir Veya İki Îmân
Esâsına Îmân Etmek Yeter mi?
Bunlara Îmân Diğer
Esaslara da Îmân Etmeyi Gerektirmez mi?
------------------------------------------
Cevâb: Evet, muhterem yazarımız Ahmed Ali Aksoy -bağışlasınlar,
darılmasınlar, aflarına sığınıyorum ama- Ğurabâ Mecmûasındaki yazısında
lüzûmundan fazla efendilik göstermişler; açık konuşup bu sözler bir Mü’mini
münâkaşasız olarak kâfir yapar, dememişler; yanlış yapmışlar. Zâten bu
hallere düşüşümüz umûmiyetle şu tavrımızdan doğmaktadır. Biz Bay Karaman’a dinden
çıktın ve küfre girdin demiyoruz. Kadâ ile İftâ ayrı ayrı şeylerdir.
Kadılık makâmında değiliz. O makamda olsaydık belli bir şahıs için kesin hüküm
verirdik. Sâdece, bu sözler, dînde olanı dînden çıkarır, küfre sokar deyip
ğayr-i muayyen bir şahıs üzerinden iftâ ile iktifâ ediyoruz. Gerisini biz
bilemeyiz; bu kendilerinin bileceği bir iştir.
Çünki, Kur’ân’da îmânla ve Küfürle alâkalı
olarak gelen âyetler,[1]
(Bir) Bâzen sırf Îmân’a
veya Îmân ve Amel-i Sâlih’e dâir âyet veya âyetler gelmiştir. Hiçbir
îmân esâsından bahsedilmemiştir. Kur’ân fihristinden neye îmân edildiği
gösterilmeden, sadece “îmân edenler” bahsedilen (258) âyet bulacaksınız.
(Îmân edip sâlih amel işleyenlere
gelince onlar içün Me’vâ Cennetleri vardır.) [2]
Nelere îmân edildiği gösterilmemiş. Tabiî ki, îmân
esaslarının tamâmına îmân edenler kasdedilmektedir. “Bu îmân, her hangi
bir tasdîkdir” deyip, Îmân esasları inkâr mı edilsin?
(İki) Bâzen sırf Allâh’a îmân’a
dâir âyet gelmiştir.
(Çünki O, azîm olan Allah’a
îmân etmezdi.)[3](Kim Allah’a îmân ederse Allah onun
kalbine hidâyet verir.),[4] (Kim Rabbine îmân
ederse, artık ne eksiklik’den ne de ğadirlikden/haksızlık’dan korkmayacaktır)[5](Artık kim Tâğût’u inkâr eder ve Allah’a îmân
ederse o sapasağlam bir kulpa sarılmıştır.)[6] Diğer
îmân esaslarından bahsedilmiyor. Âhiret ve diğer îmân edilecek şeyler inkâr mı
edilsin?
(Üç) Bazen sırf Allah’a, Peygamber’e
veyâ Peyğamberlere, îmân’a dâir âyet gelmiştir.
(Kim Allah’a ve Resûlüne îmân etmezse şübhesiz
biz kâfirler için bir alevli ateş hazırladık.)[7](O
halde Allah’a ve Resûllerine îmân ediniz.)[8](Allah’dan
korkun ve Resûllerine îmân ediniz ki, size rahmetinden iki pay versin.)[9] Âhiret ve diğer îmân esasları inkâr mı edilsin?
(Dört) Bazen sırf Kitâb’a veya
kitâblar’a veya Allah’dan İndirilenler’e îmân’a dâir âyet gelmiştir.
(Allah’ın âyetlerine
inanmayanları Allah hidâyet etmeyecektir.),[10] (Yalan
iftirâyı ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar yaparlar.),[11]
(Âyetlerimizi ancak kâfirler topluluğu inkâr eder.),[12]
(Şübhesiz sanabir takım açık âyetler indirdik. Onları ancak fâsıklar (kâfirler)
inkâr eder.)[13](Şübhesiz ki, Allah’ın âyetlerini inkâr
edenler için şiddetli bir azâb vardır.),[14] (Kim
Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, hiç şübhe yok ki, Allah, azâbı çok şiddetli
olandır.),[15] (Âyetlerimizi yalanlayanlar ve
büyüklenerek onlardan uzak duranlar. Onlar cehennemliklerdir.),[16] (Âyetlerimiz hakkında ancak kâfir olanlar (inanmamak,
inkâr etmek, bâtıl olduklarını ortaya koymaya çalışmak, cennete girebilmek için
onlara da îmân edilmesinin şart olmadığını iddiâ etmek gibi yollarlala)
mücâdele ederler.),[17] (Âyetlerimizi inkâr edenlere
gelince, onlar amel defterleri solundan verilecek olanlardır. Üzerlerinde
kapatılmış bir ateş vardır)[18] ve daha
niceleri… Allâh, Âhiret ve diğer îmân edilecek şeyler inkâr mı edilsin?
(Beş) Bazen sırf Âhiret Günü’ne,
îmân’a dâir âyet gelmiştir.[19] Allah ve diğer îmân
edilecek şeyler inkâr mı edilsin?
(Altı) Bazen sırf Meleklerle alâkalı
âyet gelmiştir.[20] Allah, Âhiret ve diğer îmân
edilecek şeyler inkâr mı edilsin?
(Yedi) Bazen sırf Kader’e Îmân’a
esas olacak âyet gelmiştir.[21] Allah, Âhiret ve diğer
îmân edilecek şeyler inkâr mı edilsin?
(Sekiz) Bazen sırf Allah’a, Âhirete
ve Meleklere îmân’a dâir âyet gelmiştir.[22]
Diğer îmân edilecek şeyler inkâr mı edilsin?
(Dokuz) Bazen sırf Allâh’a ve
Âhiret Günü’ne îmân’a dâir âyet gelmiştir.[23]
Diğer îmân edilecek şeyler inkâr mı edilsin?
(On) Bazen sırf Allah’a, Âhiret
Günü’ne îmân’a ve Sâlih Amel’e dâir âyet gelmiştir.[24]
Yine diğer îmân edilecek şeyler inkâr mı edilsin? Amel-i Sâlih îmân esası
mıdır; ona fırsat bulamayan veya sadece tenbellik îcâbı amel etmeyen cennete
gidemeyecek midir?
(On Bir) Bazen sırf Allah’a, Melekler’e,
Kitâblar’a ve Peyğamberler’e îmân’a dâir âyet gelmiştir.[25] Âhiret ve Kader inkâr mı edilsin?
Dikkatle bakılırsa başka şıklar da
bulunabilir.
Bunlardan birine veyâ bir kaçı’na inanmak veya
küfretmek (inkâr etmek, hafîfe almak, olsa da olur, olmasa da olur,
görmek) diğerlerine îmânı ve küfrü dahî bulundurur. Başka bir ifâdeyle birine
sahîh bir îmânın elde edilebilmesi diğerlerine de îmânı bulundurmayı, birine
küfür diğerlerine küfrü dahî lâzım getirir.Meselâ îmân esaslarından hiçbirini
bulundurmayıp sadece Allah’a îmân etmek makbûl değildir. Allah’a îmân diğerlerine
îmân etmek şartıyla sahîh olabilir. Diğerleri de böyledir. Hiçbirisi
birbirinden ayrı olarak îmân olmaz…Bunlara dâir âyetler yüzlercedir.
Bunca îmân âyetlerini
göre göre îmân esaslarını altıdan ikiye indirmek, Allah’a şirksiz îmân
Âhiret gününe îmân ve sâlih amel etmeyi cennete girmek için yeterli bulmak
birkaç ihtimâli bulundurur; diğerleri ya inkâr ediliyor, ya
mecbûrî görülmeyip kişiler bunlara îmânda muhayyer kabûl ediliyor veya
te’vîl ile Allah’a şirksiz îmân Âhiret gününe îmân ve sâlih amel çerçevesinde
kabûl ediliyor. Diğer îmân esasları bulunmadan Allah’a şirksiz îmân, Âhiret
gününe îmân ve sâlih amel sahîh olmaz, denilmek isteniyor. Bu üç ihtimâlden
ilk ikisi delîli olmayan bir ihtimâl olup bir mü’mine göre, îmânı olanın
îmânını yok eder. Üçüncü ihtimâl ise, bilhasa avâmı şaşırtmakla aklı
kıtları îmânlarından mahrûm bırakır. Hem, diğerlerinin mecbûrî îmân esası olup
olmadığının münâkaşa edildiği bir noktada böyle bir yola asla gidilemez;
gidilirse ya müdhiş bir câhillik ve ğaflet veya kasıdlı bir kafa karıştırma ve
saptırma bahis mevzûu olur. Düşüncesi ne olursa olsun böyle bir sözü bu
maksadla söyleyen, mü’minlerin îmânını soyan, malı ve canı almakla yol kesenden
daha büyük bir yol kesici olur.
Ayrıca, beşer tarafından yapılan ayıblı hukûkun
bile bütünlüğü ve bölünmezliği prensibi olur da îmân tecezzî/bölünme
kabûl eder mi? Bu husûsda sadece birkaç âyet getirmekle iktifâ edeceğiz.
Kader’e îmân da dâhil[26] îmân esaslarının tamâmı
Kur’ân’la sâbit olmanın yanında Sünnetle de sâbittir. Sünnetsiz zındıkları
hesâba katarak onu bir anlık bir yana koyarak sadece Kur’ân’dan birkaç âyeti
delîl getireceğiz:
Birinci Âyet: (Ayetlerimizi ancak kâfirler inkâr
eder.)[27]
Allah’ın bu âyetteki hükmü deli olmayanların
anlayabileceği açıklıktadır… Herhalde Kur’ân’ın Allah’ın âyetlerinden olduğu da
inkâr edilmez… Bir yanda bu âyete inandığını, öte yanda da Kur’ân Allah’ın
âyetlerindendir, diyen bir kimsenin, Kur’ân’ı inkâr edenin kâfir
olmayacağını söylemesi birkaç ihtimâli bulundurur:
Birinci ihtimâl: O, ne dediğini
bilmeyen bir kimsedir; sözleri hezeyândır. Burada ona, Allah şifâ versin
demekten başka söylenebilecek bir şey yoktur.
İkinci İhtimâl: O, bu kâfir olmayı
te’vîl ediyor.
Buradaki kâfir sizin bildiğiniz kâfir
değildir; (meselâ,) çiftçi yâhud nankör ma’nâsındadır, demek
istiyor. Bu, sâhibini ma’zûr yapmaya yetmeyecek bâtıl bir te’vîldir. Delîli
olmadığı gibi, ve zayıf bir karînesi bile yoktur. Hâlin ve şartların şâhidliği
böylesi bir te’vîli kesin ibtâl eder.
Üçüncü İhtimâl: O, bu âyeti
Kur’ân’dan saymıyor. Bu da Mü’minlerin söz birliği ile küfürdür.
Dördüncü İhtimâl: Kâfir olmanın
cennete girmeye mâni’ olmadığına inanmaktadır.
Böyle bir inanış (şübhe yok ki Allah, o
ikisini (cennetteki suyu ve cennetliklere verdiği rızkı) kâfirlere haram etti)
buyuran Allah’ı yalanlamak olmaz m? Bir Mü’min, kâfirlerin de cennete
girebileceklerini nasıl söyler? Ortada başka bir ihtimâl de yoktur.
Hâsılı, bir Mü’min
Kur’ân’a uydurma gözüyle bakanların veya onu îmânının bir rüknü olarak
görmeyenin cennet’e girebileceğine nasıl inanabilir? Bu aslâ olamaz…
------------------------------------------
Allah’ın Âyetlerini
Yalan Kabûl Etmenin Hükmü Nedir?
------------------------------------------
İkinci Âyet: (Onlar için âyetlerimizi
yalanlamaları yüzünden cehennemde ebedilik yurdu vardır.)[28]
Şu diyalogçular, Kur’ân’ı Allah’ın
âyetlerinden ya kabûl ediyorlar ya da etmiyorlar. Etmiyorlarsa canları
cehenneme… Ediyorlarsa, onu inkâr edenlerin cehennemlik olduklarına inanmaya
mecbûrdurlar. Her şeye rağmen yine de, cennete girmek için, Allah’a şirksiz
îmân Âhiret gününe îmân ve sâlih amel yeter, demeye devâm ediyorlarsa
onlara aşağıdaki âyeti bir oku deriz:
Üçüncü Âyet:
(Kitâb (Kur’ân)’ın bir kısmına îmân edip de bir kısmını inkâr mı edersiniz?)[29] îmânla alâkalı âyetlere birer îmân esâsı, amelle
alâkalı âyetlere de birer amelî esâs olarak küll/bütün olarak îmân edilmesi
lâzım geldiğini te’vîlsiz/yorumsuz ve tartışmasız olarak ortaya koymaktadır.
Demek ki, Kur’ân’ın değil tamâmına, bir parçasına bile (inkâr ve başka
yollarla) küfretmek Allah’a göre kişiyi kâfir etmeye yetiyor.
Dördüncü Âyet: (Yemîn olsun,
şübhesiz ki Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kâfir oldular.)[30]
Teslis’e inanmayan kaç Hristiyan vardır? Şu
anda, Karaman ve görüşünde olanlar, Teslîs inancında olanlar kâfirdirler,
diyebilecek midir?
------------------------------------------
Allah(a îmân etmek) ile
Peygamberleri(ne îmân etme)nin ve
(Îmân etmekte) Peygamberlerin
Aralarını Ayırmanın Hükmü Nedir?
------------------------------------------
Beşinci Âyet: (Allâh’a ve Peygamberlerine (Allah’a
îmân edip Peygamberlerine îmân etmemekle inkâr ve diğer yollarla) küfredenler, Allah
ile Peygamberlerinin arasını ayırmak isteyenler, (O Peygamberlerin) kimisine
îmân eder, kimisine de (îmân etmeyerek) küfrederiz diyenler ve bunu
arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar hakîkaten kafirlerin
tâ kendileridirler…. Allah’a ve Resûllerine îmân edenler ve Resûllerinden
hiçbirisinin arasını ayırmayanlara Allah ecirlerini verecektir…..)[31]
Burada birkaç noktaya parmak basalım:
Birinci Nokta: Demek ki, hem Allah
ile Peygamberlerinin hem de Peygamberlerin arasını gerek îman edip etmemek,
gerekse îmân etmeyi mutlak gerekli görüp görmemekle ayıranlar Allah’a
göre hakîkaten kâfir olan kimselerdir. Her iki şekil de Allah ile
Resûllerinin arasını ve Resûllerin arasını ayırmayı içinde bulundurmaktadır.
Öyleyse, Allah’a îmân edip de Nebilere inanmayan, böylece Allah’a îmân ile
Resûller’ine îmân’ın arasını ayıran filozoflar ve izlerini tâ’kîb edenler hakîkaten
kafirlerdir. Yine geçmiş Peygamberlere îmân ettiklerini iddiâ ettikleri
halde Îsâ aleyhisselâm ve Son Nebî ve Resûl olan Efendimiz sallallâhu aleyhi ve
sellem’in peygamber olmadığını, yalancı sahtekâr olduğunu söyleyerek veya
onlara îmân etmeyerek Resûllerin arasını ayıran ve böylece hakîkaten kafirler
olan Yehûdîler Allah’ın kâfirlere haram kıldığı cennete nasıl
girecekler?... Diğer Peygamberlere îmân ettiğini iddiâ etmelerine rağmen son
Peygamber, Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in Peygamber olduğuna
inanmayarak Resûllerin arasını ayıran böylece Allah’a göre hakîki kâfir
olan Hristiyânlar, kâfire haram kılınan cennete nasıl girebilecekler?...
İkinci Nokta: Bu âyette, cennete girmek için,
zâhirde -bir ayrıma gitmeden- Allah’a ve Resûllerine îmân etmiş olmak
yetiyor; Âhiret’e îmândan ve Amel-i Sâlih’den bahsedilmiyor. Âyet
okuyup, Cennete girmek için Allah’a ve Âhiret gününe îmân edip Sâlih amel
işlemek yeter diyenler, Mü’minlerce tartışmasız kabûl edilen ve mutlak
gerekli bulunan diğer îmân esaslarını, îmân etmiş olup cennete girmek için lüzûmlu
bulmayanlar, buradaki Allah’a ve Resûllere îmânla alâkalı âyete bakıp da
-başta Âhiret’e Îmân olmak üzere- diğer îmân esaslarını lüzûmlu
görmeyecekler mi?.. Hayır, hayır, bu eğer hâinlik değilse, sunturlu bir
geri zekâlılıktır. Ha, açıkça ve erkekçe ben bunlara îmân etmiyorum
diyenlere şu şartlarda Allah îman versin demekten öte diyebilecek bir
sözümüz yoktur. Yalnız sözümüz sadece Kur’ân’a îmân ettiğini söylediği halde
Mü’minleri kandıranlaradır.
Üçüncü Nokta: Hâsılı, her bir îmân esasının sahîh
ve geçerli olması, aynı zamanda diğerlerinin de sahîh ve geçerli olmasına
bağlıdır.
Beşinci Nokta: Allah’a îmân
ettikleri iddiâ edilen Ehl-i Kitâb hangi Allah’a inanıyorlar? Çocuk edinen
Allah’a mı? Uzeyr ve Îsâ aleyhisselâm’n -hâşâ- babası olan Allah’a mı? Sübhânellâh!...
Ne günlere kaldık…
------------------------------------------
Âhir Zaman Nebîsi
sallallâhu aleyhi ve sellem ve Kur’ân Ehl-i Kitâb’a da Gönderilmedi mi?
------------------------------------------
Bazı Tefsîr Profesörü şaşkınların iddiâ ettikleri
gibi, -hâşâ- Kur’ân âlemşumûl/evrensel değil midir?
Âyetler
Bir: ((Ey Resûlüm sallallâhu aleyhi ve sellem)
biz seni bütün insanlara sadece bir müjdeci ve korkutucu olarak
gönderdik.)[32]
Yehûdîler ve Hristiyanlar eğer insansalar bu
âyetin şümûlüne girmeleri ve Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in onlara da
gönderilmiş olması lâzım. Aksini iddiâ eden ya onların insan olduklarını veya
bu âyeti inkâr etmektedir.
İki: ((Ey Resûlüm sallallâhu aleyhi ve sellem) de
ki; ey insanlar! Ben göklerin ve yerin mülkü/tasarrufu sadece kendisinin
olan Allah’in sizin hepinize gönderilen bir Resûlüyüm)[33]
Üç: (Âlemlere (insanların ve cinlerin
hepsine) bir korkutucu ve îkâz edici olması için kuluna Furkan’ı (Kur’ân’ı)
indiren zât (Allah’ın şânı) ne büyüktür.)[34]
Dört:
(Ve (ey Ya’kûb aleyhis-selâm’ın nesli Yehûdîler!..) Yanınızdakini (Tevrât’ı)
tasdîk edici olarak indirdiğim(Kur’ân-ı Kerîm)’e îmân ediniz;
O’nu ilk inkâr eden olmayınız.)[35]
Beş: (Ey kendilerine kitâb verilenler
(Yehûdîler ve Histiyânlar)!.. Biz bir takım yüzleri silip arkalarına
çevirmeden, veya cumartesi halkına lâ’net ettiğimiz gibi onlara (o yüzlerin
sâhiblerine) lâ’net etmeden evvel yanınızdakini (Tevrât’ı ve İncîl’i) tasdîk
edici olarak indirdiğim(Kur’ân-ı Kerîm)’e îmân ediniz.)[36]
Altı: (Ey Ehl-i Kitâb!... Şübhesiz Resûlümüz,
size Kitâb(İncîl ve Tevrât)’tan gizlediklerinizden bir
çoğunu açıklayacak, bir çoğunu da affedecek olduğu halde geldi.
Şübhesiz ki size Allah’dan bir nûr ve Kitâb-ı Mübîn geldi.)[37]
Hadîsler
Bir: ((Benden önce) Nebî aleyhisselâm sırf kendi
kavmine gönderilirdi. Ben ise insanların tamâmına gönderildim.)[38]
İki: (Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in
canı elinde olan(Allah)’a yemîn ederim ki, bu Ümmetten beni bir Yehûdî ve
Nasrânî işitir de benimle gönderilen(kitâb Kur’ân)’a îmân etmezse O;
cehennemliktir)[39]
Bay Karaman’a bunları yalanlatan ilmî veyâ
îmânî bir sebeb mi var? İslâm âlimlerinin tamâmına göre Sahîh olan bu
rivâyetleri yalanlarken kimi yalanlanıyor? Açıkça söylensin.
------------------------------------------
Necât (Cehennemden Kurtulmak
ve Cennete Girmek) İçin Kaç Görüş
Vardır?
------------------------------------------
Karaman diyor ki;
Bu son ifâdem meşhur necat
(ebedi kurtuluş) meselesi ile ilgilidir.
"Son peygamber olan
Peygamberimiz geldikten sonra O'nun davetine uyarak Müslüman olmayan, Allah'a
şirk koşmadan, ahirete de şüphe etmeden iman eden ve "Salih amel"
işleyen (bütün dinlerde ortak olan iyi davranışlarda bulunan ve kötülüklerden
uzak duran) Yahudiler, Hristiyanlar (Ehl-i kitab) ahirette kurtuluşa erer
mi?" sorusuna İslam alimleri üç cevap vermişlerdir (kesinlikle
yalan ve aldatmaca H.A.): 1. Davetin ulaşması mümkün olmayan yerlerde yaşayanlar
müstesna bütün insanlar Son Peygambere inanmak mecburiyetindedirler;
inanmayanlar ahrette kurtuluşa eremez. 2. İmam Gazzalî'ye göre iman
mecburiyetinin iki şartı var a) Peygamber'in tebliğinin sahih olarak ona
ulaşması lazım. b) Nazarı muharrik olacak şekilde olmalı; yani tebliğ yoğun ve
tahrik edici olmalıdır. 3. Reşid Rızaların zamanından itibaren üçüncü bir
adımın daha atılmış olduğunu görüyoruz. Meselâ Abduh (öğrencisi Reşid Rıza
ekleme yaparak bunu anlatıyor) "Şüphesiz iman edenler, Yahudiler,
Hıristiyanlar ve Sabiîler(den) her kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve
amel-i salih işlerse, elbette onların Rableri katında mükafatları vardır. Onlar
için herhangi bir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyeceklerdir de" (Bakara:
2/62) mealindeki âyetin tefsirinde şöyle diyor: "Bu, Ehl-i fetret (Son
Peygamber'den sonra yaşayan ve Müslüman olmayanlar) için de geçerlidir."
Allah'a, ahiret gününe iman eden ve amel-i salih işleyen kimseler için
korkacakları bir şey yoktur, yani bunlar nâcidir (kurtuluşa ererler).
Cevâb:
Bir:
İslâm âlimlerinin üç görüşü olduğu iddiâsı, yanlış değil, kesinlikle
büyük bir yalandır. Doğrusu, “davetin ulaşması mümkün (ve vâkı’)
olmayan yerlerde yaşayanlar müstesna bütün insanlar Son Peygambere inanmak
mecburiyetindedirler; inanmayanlar Âhirette kurtuluşa eremez” şeklinde
verilen -görüş değil- akîdedir. Bu husûsta İslâm Ümmetinin İcmâ’ı vardır. İmâm
Ğazâlî’ye isnâd edilen ifâdeler de birinciden ayrı değil, bir bakıma onun
aslıyla çelişmeyecek îzâhıdır. Zîrâ, tabiîdir ki, yeterince anlatılmayan,
anlaşılmayan ve ehemmiyeti kavranmayan bir teblîğ, yok hükmündedir. Bunun böyle
anlaşıldığının en açık delîli, sadece Ğazâlî’ye nisbet edilebilen, Ondan
başkasına nisbet edilemeyen şu ifâdelerin diğer âlimlerce tenkîd edilmemesidir.
Aksi halde, şu ifâdeler, Karaman’ın anladığı ma’nâda olsaydı ve bütün âlimler
buna sussaydı bu sapıklıkta icmâ’ olurdu. Aksine onların susması ve bir şey
dememesi Ğazâlî’nin sözlerinin birinci maddenin ma’nâsına dâhil olduğuna dâir
sükûtî bir icmâ oldu.
İki: Avrupa’ya giderek oradan ma’hûd
düşünceleriyle dönen Abduh ile sâdık talebesi Reşîd Rızâ’nın, şu iki mason
birâderin zırvaları, İslâm Âlimlerinin tamâmının i’tikâdını çöpe
fırlatan görüşleri ne zamandan beri İslâm âlimlerinin görüşü, daha
doğrusu inancı oldu?... Efğânî’ye karşı olanlar için, Onun tahâret
bezi bile olamazlar şeklinde çirkin sözleriyle öttürülen ve çamur atmaya
çabaladıklarının necâseti bile olamayacak olan bir medyâ kekliğine de bu
dediklerimizi duyurmuş olalım.
Üç: Kaldı ki, mason birâderlerin şu sözü -âyetin
ma’nâsıyla alâkalı olmasa da- birinci maddeye, ters düşmez, uyar. Karaman,
parantez arası (Son Peygamber'den sonra yaşayan ve Müslüman olmayanlar)
sözüyle açıkça gösteriyor ki, onların sözünü ya anlayamadı veya kasden tahrîf
ediyor. Mason birâderlerin sözünden böyle bir ma’nâ çıkmaz. Çünki,
Dört: Fetret kelimesini şimdiye kadar
Ümmet’ten âlim ve câhil hiçbir kimse böyle anlayıp anlatmadı. Karaman bu
görüşte ilktir. Ve hiçbir delîli de yoktur. İki Peygamber arasındaki dönem
demek olan fetret nasıl böyle anlaşılır? Son Nebî sallallâhu aleyhi ve
sellem’den sonra hangi nebi gelecek ki Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den
sonraki dönem ara dönem olsun. Kelimelerle bu denli oynamak neyin nesidir?
Bilgisizliğin mi, ard niyyetin mi?
Beş: Söylenilenler eğer bir tıbbî ârıza veya
Mülcî bir ikrâh gibi ma’ziretler altın da söylenmemişlerse, bu Kur’ân’ın ve
Sünnet’in, yani dînin yok edilmesi için en sinsi bir plandır. Kevserî’nin
dediği çıktı: Mezhebsizlik dinsizliğe götüren bir köprüdür. Doğru… Ne büyük bir
kerâmet…
Altı: Kaldı ki, şu saçma iddiâ doğru bile olsa,
ortaya iki büyük mahzûr çıkar: Birincisi, fetret dönemlerindekileri amelle
mes’ûl tutmak; ki, bunu hiçbir İslâm âlimi dememiştir. Hattâ âyet açıkça
beyân etmiştir. İkincisi de, Âhir zaman Nebîsi sallallâhu aleyhi ve
sellem’e ve getirdiği Kur’ân’a inanmayı ve gereklerince amel etmeyi necât için
gerekli gördüğünüz sâlih amelin dışına çıkarmak; bunu nasıl
becerebildiniz?.. Bu nasıl bir tenâkuzdur; hattâ bu nasıl bir hezeyândır?...
Yedi: Amel-i Sâlih(’e, (bütün dinlerde
ortak olan iyi davranışlarda bulunan ve kötülüklerden uzak durmak) şeklinde
yeni bir tâ’rîf getirilmiş. Böyle bir söz delîlsiz bir iddiâdır ki saçma ve
bâtıldır; ne geçmişte ne de şimdilerde, -değil âlimlerden- aklı başında ve
hattâ dengesizlerden hiçbir kimse böyle bir tâ’rîf ve sınırlandırma
getirmemiştir. Bu da turfanda müctehidliğin alâmet-i fârikalarından olsa
gerektir. Çünki tek dîn olan İslâm’ın Şerîatlarının ortak müşterek noktaları
îmân esaslarının tamâmı ve amellerin hepsi değil, bir kısmıdır. O halde bir
Şâri’ kelâmı olmayan şu tâ’rîf, Mefhûm-i Muhalifiyle,[40]
dînin getirdiği fakat müşterek olmayan amelleri Sâlih Ameller’in dışında
bırakır. Dînin getirdiği amellerin bir kısmının Sâlih olmadığını
söylemek ise bir Mü’min için aslâ düşünülemez. Biz Karaman’a kâfir mi
diyoruz?... Ne haddimize?.. Belki İkrâh ve Usûl-i Fıkıh’da geçen diğer ehliyet
ârızaları ve ma’ziretleri vardır ki bunlar elde olmayan ve ayıb da sayılmayacak
şeylerdendirler. Biz, sözü edilen fiilin fâili için konuşuyoruz…
Karaman Diyor ki;
Ben anılan konuşmamda, bu
üç görüşü naklettim, her birinin delil ve dayanaklarını verdim ve özetle şunu
dedim: Başka dinlerde, ötekilere böyle bir bakış mevcut değil, ama İslam
düşüncesinde böyle bir görüş ve bakış mevcuttur. Kendim üçüncü görüşü
benimsediğimi söylemedim ve savunmadım, yalnızca naklettim ve delillerini
verdim. Ayrıca bu görüşün de savunulabileceği kanaatindeyim.
Cevâb
Bir: Üç görüş diye bir şey yoktur. Mü’minler
kandırılmak isteniyor. Aksi halde isbât edilsin ama zamânın zındıklarından isim
verilerek değil. Bunların delîli değil şübhesi bile yoktur. Âhir zamân nebîsine
sahtekâr, kitabına da uydurma diyenlerin bütün İslâmî delîller ve bir buçuk
milyonu aşkın İslâm âlemi ve geçmiş onca İslâm medeniyetleri önlerindeyken
ma’zûr görülmelerinin delîl bir yana hangi şübhesi olabilir?..
İki: Böyle bir bakış ne İslâm inancında ne de
sapık Mezheblere âid İslâm düşüncelerinde yoktur. Ortada süzme bir yalan,
katıksız bir kandırma ve iftirâ vardır…
Üç: Kat’î nasslar karşısındaki -görüş bile
olamayacak- bir hezeyânın görüş kabûl edilip savunulabileceğini söylemek,
eğer her düşeni/yitiği bir bulan çıkar şeklindeki bir Arab ata
sözü ma’nâsındaysa, doğru; evet ineğe ve sıçana tapınmayı bile savunan on
milyonlar var. Yok eğer meşrû çerçevede ve ma’kûl sınırlar içinde bu da
mümkindir denilmek isteniyorsa, Karaman’ın aksi inanca sâhib olduğu farz edilse
bile ortada bir acabası ve tereddütü vardır. Bu acaba da,
bir Mü’mindeki îmân’ı götürür.
Dört: Kaldı ki, mevzû bütünlüğü içinde asıl
savunulan görüşün bu olduğu karînesiyle şu görüş mücerred bir nakil olmaktan
çıkıp Karaman tarafından iltizâm edilmektedir. Kaçamak davranmanın âlemi
yoktur. Nitekim nakillerin bazen sâhiblenildikleri de olur ki, onlar o zaman
nakil olmakdan çıkıp da’vâ hâline gelirler.
Necat konusu (2)
"Hangi itikadda (din inancında) olanların,
eninde sonunda cennete girebilecekleri" konusunun adı "necat
meselesi"dir. "Necat ve İslam'ın, Müslüman olmayanlara yönelik
çağrısı" hakkında, "Polemik Değil Diyalog" isimli kitapta yer
alan konuşmamda söylediklerime itirazlar var. Bunlardan birini bir yazımda ele
almıştım, bu yazıda konuya devam ediyorum.
Evet ben diyorum ki:
1. İslam düşüncesinde "Şirk koşmadan
Allah'a, şüphesiz olarak ahirete iman eden ve salih amel işleyenlerin, Müslüman
olmasalar da cennete girebileceklerini" kabul eden bir yorum vardır.
Cevâb: Bu yorum’u kabûl edilmeyip naklediliyorsa,
soruyoruz: Bu yorum kime âiddir? İslâm âlimlerinde böyle bir yorum yoktur ve
olamaz. Çünki, bu yorum denilen hezeyân, te’vîl/yorum kaldırmayacak netlikteki
kesin nasslarla bâtıldır. Böyle bir hûsûsta yapılacak yorumlar yorum değil
saçmalama olur. Hâ, Vatikan ve beslemelerine âid vesvesât olabilir. Bunu zâten
kendileri açıkça söylüyorlar. Dolayısıyla saf Mü’minler lütfen kandırılmasın,
aldatılmasın.
------------------------------------------
“Peygamberimiz (Kur'an,
İslam) Ehl-i Kitabı Mutlaka ve Tek Seçenek Olarak Müslüman Olmaya Çağırmıyor”
mu?
------------------------------------------
Karaman Diyor ki,
2. Bu yorumu
benimseyenlere göre Peygamberimiz (Kur'an, İslam) Ehl-i kitabı, mutlaka ve tek
seçenek olarak Müslüman olmaya çağırmıyor; a) Müslüman olmaya, b) Müslüman
olmayı kabul etmezlerse (Musevi, İsevî… olmayı terk etmek istemezlerse) şirksiz
olarak Allah'a, şeksiz olarak ahrete iman etmeye ve salih amele c) Her ikisini
de kabul etmeyenleri belli şartlarla barışa veya teslim olup teb'a olarak
yaşamaya (zimmî olmaya) davet ediyor. d) İslam'ı ve barışı kabul etmeyip
Müslümanların yurtlarına ve dinlerine saldıranlarla da savaşıyor.
Cevâb:
Burada da yalan söyleniyor ve Mü’minler kandırılıyor. Ehl-i Küfrün maşaları
haline gelen zamane çorbacılarından başka şimdiye kadar Ümmet’in ne bir âlimi
ne de bir câhili böyle söylememiştir. Bizim sözümüz satılmış mürtedler değil,
İslâm âlimleri üzerindedir. Mü’minlerin inancında,
Bir: Önce İslâm’a da’vet
İki: Değilse, Zimmî olmaya da’vet,
Üç: Sonra da -onlar Mü’minlere harb açsın
açmasın- onlarla harbetmektir.
Dört: Aradaki (şirksiz olarak Allah'a, şeksiz
olarak ahirete iman etmeye ve salih amele) şeklindeki sözler uydurulup
İslâm’a atılan iftirâlardır. Bu, birinci maddeden ayrı düşünülemeyecek olan bir
şeydir ve onun bir parçasıdır. İslâm’da sadece müdâfaa/savunma harbinin
olduğunu savunanlar, ya İ’lâ-i Kelimetüllâh’ı ortadan kaldırmak ve cihâd rûhunu
söndürmek isteyen hâinler, ya onlardan tesirlenen cahiller veya İslâm’dan
utanan hilkat ğarîbesi mü’minimsilerden başkası değildir. Böylesi bir sapık
düşünce İslâm Ümmeti’nin icmâıyla bâtıldır.
------------------------------------------
Kaç Aded Dîn Vardır,
“İbrâhîmî Dinler” Ne Demektir?.
------------------------------------------
Karaman şöyle diyor:
Sözü edilen konuşmamda (s. 35) bu konuda
şunları söylemişim:
Ali Bulaç: Peki hocam, bir Hıristiyan
Peygamberimiz için ne demelidir?
H. Karaman: İyi bir insan, iyi bir Müslüman
ve Peygamber olduğuna da inanmalıdır. Biz üç dinin mensupları şuna
inanmalıyız; Hz. İsa Allah'tan vahiy almıştır, Hz. Musa, Allah'tan vahiy
almıştır. Hz. Muhammed de Allah'tan vahiy almıştır. Buna inanmak durumundayız.
Cevâb:
Bir:
Üç dîn diye bir şey yoktur. Tek bir dîn vardır ki, o da İslâm’dır.
Bozulmamış hâliyle olan ve Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem zamanından önceki
Yehûdîlik ve Hristiyânlık Şerîatları da buna dâhildir. Âhir zamân Nebisi’ne
yalancı sahtekâr, kitâbı Kur’ân’a da uydurma kitâb gözüyle bakanların şu İslâm
dîniyle alâkası kalmaz. Tâbiî ki önceden var idiyse…
İki: Sadece vahiy aldıklarına inanmak
Onlara îmân etmiş olmak içün yetmez; buna teslîm olmak ve getirdiği esasları
bütünüyle kabûl etmek ve Kur’ân ve Sünnet’e uymayan bütün inançlardan teberrî
etmek de lâzımdır. Bu, -İmâm Tahâvî’nin Şerhu Meânî’l-Âsâr’ında da ifâde ettiği
gibi- (diğer imâmların yanında) İmâmlarımız Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmâm
Muhammed’in inancıdır.
Üç: Biz onların Kitâbları ve Şerîatlarının
aslına inanıyoruz. Onlar bizim Kitâbımıza ve Nebîmize hakîkaten inanıyorlarsa
kendilerinin bugünkü değiştirilmiş dîn anlayışlarını reddetmek
mecbûriyetindedirler.
Dört: Yehûdîlik ve Hristiyânlık için İbrâhîmî
Dînler demek, Kur’ân’ı ve onu gönderen Allah’ı yalanlamaktır. Çünki, Allah
celle celâlühû (İbrâhîm (aleyhisselâm) ne Yehûdî ne de Nasrânî (Hristiyân)
değildi.)[41] buyurmaktadır.
Karaman Naklediyor ve Diyor ki,
İ. Üzüm: Peki ama hocam, Hıristiyanlar niye
inanacaklar ki? İnandıkları takdirde Müslüman olmazlar mı?
H. Karaman: Hayır, Müslüman olmazlar.
Cevâb: Evet, sâdece vahiy aldıklarına ve Peygamber
olduklarına inanmakla Müslümân olmazlar, doğru; ama yine de dinsiz îmânsız
kalırlar. Son Peygamberi kendilerine Peygamber olarak kabûl etmeye de
mecbûrdurlar. Sahîh bir kabûl edişle kabûl etmeleri, kendi yanlış ve yine Allah
tarafından vakti sona erdirilmiş anlayışlarını terk etmeye bağlıdır. Bu
olmadığı takdîrde de onların mü’min olduklarını söylemek tamâmen saçma bir
iddiâdır.
Karaman Yine Naklediyor ve Diyor ki,
İ. Üzüm: Olmaz ama bir
gevşeme, bir kopma…
H. Karaman: …Bir Hristiyan veya Musevi, "Hz.
Muhammed'in de Allah'dan vahiy aldığına inanıyorum," der. Sonra "bu Peygamber
(Hz. Muhammed) benden ne istiyor," sorusunu sorar. Yani, "Ben bir
Museviyim ya da Îseviyim, dinimi bırakıp şu ana kadar inandığım ve yaşadığım
şeylerden tevbe edip Müslüman olmamı mı bekliyor? Yoksa başka bir beklentisi mi
vardır? Ben diyorum ki, İslâm ulemâsı içinde, Kur'an-ı Kerim'e bakarak
Peygamberimizin beklentisinin bundan ibaret olduğuna inanlar var.
Cevâb: Kim ne diyorsa o onun olsun. Bizim Allahımız,
Resûlümüz’ü insanların tamâmına göndermiştir.[42] O,
Ehl-i Kitâb’a da gönderilen bir peygamberdir.[43]
Kitâb’ı Kur’ân’ımız da -bazı Müslümân olduğunu iddiâ eden ama gerçekte zındık
olanların dedikleri gibi belli kimselere değil de- bütün âlemlere gönderilmiştir.[44] Bu arada Ehl-i Kitâb’a da gönderilmiş ve onlar da
Kur’ân’a îmân etmekle emredilmişlerdir.[45]
Karaman: Peygamberimiz "Yahudi
mutlaka Müslüman olsun!" demiyor, "Hıristiyan mutlaka Müslüman
olsun!" demiyor. Diyor ki; "Yahudiler ve Hıristiyanlar tek Allah'a
inansınlar, ahirete inansınlar ve kendi kitaplarında da bulunan iyiliklere göre
yaşasınlar, (yani bizim amel-i salih dediğimiz şeyler) beni de sahtekârlıkla,
yalancılıkla itham etmesinler. Getirdiğim kitabı da şuradan buradan çalıntı
olduğunu söylemesinler." Dolayısıyla "Bu takdirde onlar da cennete
giderler" demiş oluyor.
Cevâb:
Bir: Bunlar da Allah’a ve Resûlüllâh sallallâhu
aleyhi ve sellem’e atılan iftirâlardır. Bu iddiâlar, yukarıda geçen (Sebe:28,
A’râf:158, Furkân:1, Mâide:15, Tekvîr: 27, Bakara:41, Nisâ:47) âyetleriyle
diğer âyetleri yalanlamakta, sözü edilen bu âyetler de şu iddiâları
yalanlamaktadır...
İki: Kezâ Müslim’in rivâyet ettiği,
(Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in canı elinde olan(Allah)’a yemîn ederim
ki, bu Ümmetten beni bir Yehûdî ve Nasrânî işitir de benimle gönderilen(kitâb
Kur’ân)’a îmân etmezse O; cehennemliktir)[46] hadîsi
Karaman’ı ve iddiâlarını, yalanlamaktadır. Aynı şekilde, Karaman’ın şu
iddiâları da Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’i ve şu sözlerini yalanlamaktadır.
Mü’min olan için başka söze ne hâcet?
Üç: Nasıl, kendi kitaplarında da bulunan
iyiliklere göre yaşasınlar, denilebilir? Halbuki Allah onların, kitâblarını
değiştirdiklerini haber vermektedir.[48]
buyurmaktadır. Demek ki, ortada değiştirilme vâkı’ası vardır. Bu
değiştirilenlerin neler olduğu bilinemeyebilir. Değilse, bu âyetleri ve sahîh
hadîsi inkâr etmenin temelinde yatmakta olan nedir? İnkârcılık mı, bilgisizlik
mi, hangisi?
Dört:
Kaldı ki, şu kitablar onlar tarafından değiştirilmeseler bile, onlardaki amelî
mes’elelerin birçoklarının Allah celle celâlühû ve Resûlüllâh sallallâhu aleyhi
ve sellem tarafından değiştirilmiş olduğunu Kur’ân’dan ve Sahîh Sünnet’ten
öğrenmekteyiz. Şu Nesh mes’elesini Yehûdîler, Hristiyânlar ve mason birâderler,
Efğânî, Abduh, Reşîd Rızâ ve yollarında giden kör mukallidller inkâr etse de
başta mezheblerin tamâmının imâmları olmak üzere bütün bir İslâm Ümmet’i kabûl
etmektedir. Bu husûsta muhâlif görüş sâhibi tek bir âlim gösterilemez.
Mu’tezile şeytânlarından olan Ebû Müslim’in zıd görüşü, Şerîatlar arasında
değil, İslâm’ın içindeki Nesh için bahis mevzûudur.
Karaman: Bu inançta olanlar var mı? Var. Bu inançta
olmayanlar var mı? Onlar da var… İşte sizin adına diyalog dediğiniz şey bu
zaten. Hep şunu söylüyorum; diyalog, "tek bir dine varmak, dinleri teke
indirgemek olmamalı." Böyle bir hedef olamaz zaten. Bu eşyanın
tabiatına aykırıdır. Ama diyalog, duvarları kaldırıp, birbirimizi görmemizi
sağlayabilir…
Cevâb:
Bir:
Bu inanç Allah celle celâlü-hû’nun ve Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in
emrettiği, Mü’minlerin de yüreklerinde sakladıkları bir inançtır. Bu inançta
olmayanlar, dünyanın zâlim ve zorbalarının zâlim siyâsetlerinin kurbânı çorbacı
zındıklardır…
İki: (Diyaloğun hedefi tek bir dine varmak,
dinleri teke indirgemek olma malı) sözü Vatikan’ın Müslümanları kandırmak
için uydurduğu Müslümanlardan olduğunu söyleyen birilerinin de yenilerde
sâhiblendiği bir aldatmacadır. Hakîkatte onlara göre diyaloğun hedefi
dinleri yok edip tek bir Hritiyânlık hurâfesini din diye yutturmaktır;
başka değil..
Üç: (Böyle bir hedef olamaz zaten. Bu eşyanın
tabiatına aykırıdır) derken (Dîn tamâmıyla sadece Allah’ın oluncaya kadar,
mücâdele)[49]emrini
veren Allah celle celâlühû’ya mı i’tirâz ediliyor, ne oluyor?... Allah ve Resûlü
eşyânın tabîatını herkesden iyi bilir. Onlar bu aykırılığı -hâşâ- göremediler
mi ki, yukarıdaki âyetler ve sahîh hadîs geldi?
Necat meselesi (3)
Karaman: Adam bir iki kitap okumuş, belki kitap da
okumamış,
Cevâb:
“Adam”a bakınız!... Bravo doğrusu!… Nasıl da cevâb veriyor!.. Maske
indirilmiş, alın gerilmiş, dişler sıyrılmış… Gözler hedefe çok dikkatlice
mıhlanmış ve iyice kurulmuş ve boşanmaya hazır bir zemberek gibi hedefe
çakılmak üzere ustaca vaziyet alınmış… Ve nihâyet çullanılmış…
Demek, bir iki kitâb okumuş, belki de
okumamış, ha!... Mâşâellah, ne de muazzam bir kehânet!... Yok canım,
birilerinin tekerine takoz, ayağına da çelme olacak kimselerin ne haddine,
kitâb okuyacaklarmış... Kitabı okusa okusa küfür cebhesinin çorbacıları okur.
Hem şu hezeyânların tesbît ve teşhîsi için kitâb okumaya bile hâcet yoktur. Yüz
bin -kitâb denilebilecek- kitâb okunsa bile, yine de şu saçmalamaların kitâbdaki
yeri gösterilemez. Zâhir o ki, ya kitâb okunmamış veya okunanlar kitâb
sayılmamış... Ayıb denen bir şey var!…
------------------------------------------
Kimleri dinlemek
Lâzım?
------------------------------------------
Karaman: Vaizleri, şeyhini, ağabeyisini
dinlemiş, duyduklarına ve okuduklarına inanmış…
Cevâb: İşte burada isâbet buyruldu… Birileri gibi,
Efğânî, Abduh ve Reşîd Rizâ misillü zındık ve mason birâderleri dinleyip onlara
inanmak varken, kimin ne haddine düşmüş şeyhini ve ağabeyini dinlemek… Onlardan
Buhârî ve Müslim ve başkalarının hadîslerini duymak… Üç kuruşluk dünyâ içün
dünyânın siyâset bezirganı zorbalarına dînini pazarlamış küfür cephesinin
piyonlarının kör taklîdçiliği varken İmâm A’zam ve benzeri müctehidlerin
yolundan gitmek kimin haddine düşmüş!…
Karaman: "Din ve mezhep budur, buna
uymayan inanç ve görüş batıldır, küfürdür" hükmünü benimsemiş…
Cevâb:
Evet, Zarûriyyât-ı Dîniye denilen katıyyâtı/sâbitliği ve ma’nayı göstermesi
tartışmasız kesin olan delilleri ve hükümlerini inkâr etmek bâtıl ve küfürdür.
Bunda âlimiyle ve câhiliyle Ümmet’in icmâ’ı vardır. Şimdilerde kendini Müslümân
gibi gösteren zındıklar, yâhud gelişen şartlara paralel olarak yenilerde henüz
zındıklaşanlar, dâhilî ve hâricî siyâsî şartların hıyânetlerine elverişli hâle
geldiği düşüncesiyle şu icmâ’ları yırtıp atmakla meşğûller…
Mezheb sâhiblerinin mezheblerine hayır; ama,
câhil ve sapık zındıkların ekollerine evet… Öyle mi?... Mezheb taasubu
dediler, samîmî, lüzûmlu ve isâbetli gayretler karalandı, en süflî bir bâtıl
mezheb taassubu sergilendi. Bâtıllârını tabulaştırıp bâtıl sâhiblerini de
totemleştirdiler. Olanca cehâlet ve dalâletlerine rağmen burunlarından kıl
aldırmaz oldular. Gelişen (daha doğrusu geliştirilen) yeni şartlar
için ictihâd lâzım geldiğini hararetle savunup, zâlim otoritelere
sırtlarını dayayarak Müctehidlerce halledilen ve hattâ bir çoğunun üzerinde de
icmâ vâkı olan meseleleri ve hükümlerini tepetaklak ettiler. Hevâ ve heves
putlarını onların yerine diktiler. Dînin ne olduğunu doğru bir biçimde
açıklayan Hak Mezhebler’e hayır deyip Bâtıl Mezheblerini dîn hâline getirdiler.
Mü’minleri kandırdılar… Şunlara Allah celle celâlühû adâletiyle muâmele etsin…
Âmîn…
Karaman: Hadi bütün bunları kişinin
durumuna göre anlayışla karşılayalım, ama o bununla yetinmiyor, benimle
tartışmaya, tartışma şöyle dursun beni küfürle, cehennemlik olmakla, ehl-i
sünnet düşmanlığı ile suçlamaya kalkışıyor.
Cevâb:İşte şimdi ayıb ettiler… Kimin haddine
birileriyle tartışmaya kalkışmak… Totemleştirilen ve totemleşen kimselere veyâ
tabulaştırılan ve tabulaşan zırvalarına karşı gelip onlarla tartışmak kimin
haddine, efendim?!... Birileri İslâm müctehidleriyle, Nebî sallallâhu aleyhi ve
sellem ile ve hattâ Allah’la tartışabilir ve kavgalaşabilirler ama, tabular ve
totemlere kim ses çıkarabilir? Âhir zaman Nebîsi sallallâhu aleyhi ve sellem’i
ve kitâbı Kur’ân’ı kabûl etmeyenlere bile karşı hoşgörülü olmak lâzım
geldiğini ileri sürenler, kendilerine Kur’ân’ın, Sünnet’in ve İslâm âlimlerinin
tamâmının hükmünü hatırlatanlara karşı, hoşgörüsüz, hattâ yukarıda olduğu gibi
sâhibinin seviyesini gösteren ifâdelerle ibretlik bir tavır takınabilirler.
Esasen bunda garibsenecek hiçbir yan da yoktur. Firâsetli İslâm büyükleri bu
otobanın ucunun buraya varacağını senelerce önce haber vermişlerdi. Vermişlerdi
ama, bir takım çok iyi niyetlilerimiz(!) bu kadarı da fazla demişti.
Evet, Mezhebsizlik dînsizliğin köprüsüdür. Bu tecrübeyle sâbittir… Lafı
ağzımızda eveleyip gevelemenin âlemi yoktur, efendim.
Karaman: Bunları kaale aldığım için
değil, varlıklarından haberdar olmanızı sağlamak için yazdım.
Cevâb: Doğru, şu baldırı çıplakların eti ne ki budu
ne olsun?!... Sırtlarını Sam amca gibi, dünyanın -hâşâ- Allah’dan bile büyük
görülüp gösterilmeye başlanılan büyük jandarmaları ve toplum mühendislerine
dayamayan, zorba ve zâlimlerin himâyesine girmeyen ğarîbleri neden kaale
alınsın?! Birilerinin ekmeğinizi mi veriyorlar, suyunu mu?... Yalnız ne de olsa
yaramazlık ve haşarilik yapıyorlar… Reklâm edilmeden birileri nezdinde bir
şekilde faş ve rezîl edilmeleri lâzım(!)… Ama unutulmasın ki, diriltilme var,
haşr var, hesâb var… Değmez… Hiç mi hiç değmez…
Karaman: Bu arada necat konusu ile ilgili yazımı
iyi niyetle tenkit eden, bu çeşit yazıların avamın kafasını karıştırabileceğini
söyleyenler de var. Bunların endişelerine katılmıyorum, ama saygı ile
karşılıyorum.
Cevâb: Doğru… Onlar şartların henüz tamâmen
oluşmadığı zannındalar; ama yanılıyorlar… Birileri ise işin aslını ve
kaynağından biliyor… Gelişen hâdisât da onları destekliyor. Artık iki yüzlü
davranmanın lüzûmu kalmadı… Maskeler yüzleri iyiçe rahatsız ve perîşân etmişti…
Bu rol daha ne zamana kadar devâm edecekti?... Ömür neredeyse tükenmişdi… Artık
pasoyu toplamanın zamanı geçiyordu bile…
Karaman: Hiçbir mümin, "şu şartları taşıyan ehl-i
kitap da cennete girebilir" diyen alimler varmış diye dinini (İslam'ı)
terk etmez; çünkü İslam'ı terk etmek Son Peygamber'i inkar etmek manasına
gelir.
Cevâb: Böyle bir İslâm anlayışı değil iki, iki bin,
değil iki bin, iki yüz bin kitâb okunsa bile bulunamaz… Bu yeni geliştirilen
yepyeni bir turfanda dîndir… Bu dîn Allah’ın gönderdiği, Nebî sallallâhu aleyhi
ve sellem’in getirdiği ve İslâm âlimlerinin anlattığı dînle alâkası olmayan bir
dîndir. Kaldı ki, Son Peygambere ve Kitâbına îmân etmeyi cennete girmek için
gerekli bulmamak onu inkâr etmek değil de nedir?
Karaman: Ayrıca yazdıklarım "Üç din
birbirine eşittir, bir dine girmek isteyen hangisine girse olur" manasında
değildir. Yazıyı ve kitabı peşin hükümden sıyrılarak okumak gerekiyor.
Cevâb: Ya ne ma’nâsınadır? Mes’ele inanıp
inanmamak, dolayısıyla da cennete girip girmemek noktasında olduğuna göre,
yazılanlar hangi ma’nâdadır? Ortada ya söylenilenin ne olduğunu anlayamamak
veya sinsi bir aldatmaca var. Musîbet zâten peşin İslâmî hükümden sıyrılmakda…
Şu hezeyanlar, zâten İslâm’ın hükümlerinden sıyrılarak her abur cuburu
okumaktan ve her bâtıla kulak vermekten kaynaklanıyor…
------------------------------------------
Günümüz Hristiyânları
Âhir Zaman Nebîsinin Nübüvvetini Kabûl Etmekte midirler?
------------------------------------------
Karaman. "Hristiyan veya Yahudi
oldukları halde Hz. Muhammed'in (s.a.) peygamber olduğuna inanan kimse olur
mu?" diye soranlar da var. Bir ilim adamı arkadaşın bunlara cevap teşkil
eden yazısını aşağıya alıyorum:
"Muhterem hocam
selamlar. Hristiyanların Hz. Peygamber'in peygamberliğini kabul edip
etmedikleriyle ilgili bir hatıramı nakletmek istiyorum. Hollanda'nın Kampen
Protestan Universitesi'nde bir uluslararası sempozyuma katılmıştım, tebliği
sunduktan sonra yakından tanıdığım bir Protestan papaz itiraz etti bana; neden
Hristiyanlık'la da ilgileniyorsun, sadece İslam'ı anlatsan daha iyi olmaz mı diye.
Ben de bu mümkün değil çünkü Hz. İsa aynı zamanda bizim de peygamberimiz;
Tevrat ve İncil kitabımız; biz sizin gibi değiliz; maalesef siz Hz. Muhammed'in
peygamberliğine inanmıyorsunuz demiştim. Hollanda'nın önde gelen Protestan
Papazı Dr.Slomp: "Hayır, dedi, yanılıyorsun, biz Hz Muhammed'in
peygamberliğine inanıyoruz." Ve şunu anlattı: 1984 yılında Avrupa'nın 114
kilisesi toplandı, bu konuyu tartıştı ve sonunda Hz. Muhammed'in hayatının,
Tevrat'taki peygamberlik kıstaslarına uyup uymadığı tartışıldı ve altı kriter
birer birer uygulandı. Sonunda peygamber olduğu ortaya çıktı ve 114 kilise
mensubu ortak imza ile açıkladık. Ben bu kitabı Hollandaca, İngilizce ve
Fransızca olarak yayınladım. Müslümanlardan alkış bekliyorduk ama kimseden bir
tepki almadık."
Bu kitabın İngilizce versiyonunu Akgündüz hoca
elde etti ve şimdi elinin altında.
Bu arada ünlü teolog Hans
Küng'ün meşhur İslam kitabında sorduğu enteresan bir soru var: “Biz
Müslümanların, Yunan felsefesinin etkisi altında şekillenen teslis akidesine
gelmesini mi bekleyeceğiz? Neden Muhammed, bu fasit felsefeyi tashih eden ve
İncil ile Tevrat'ta anlatılan beklenen peygamber olmasın!" (B. Duran).
Cevâb: Burada da birçok aldatmaca vardır. Çünki,
Bir:
Bu söylenenler sadece Protestan Papazlara âid şeylerdir. Onların tamâmının
Yehûdî ve Hristiyanların bütünü içinde binde hattâ on binde bir
bile varlıkları yoktur. Bu sözü nasıl ve ne niyetle söyledikleri bile belli
olmayan yüz küsür kişinin sadece söylemesi ise, ona tâbî’ olmadıktan
sonra aldatmacadan başka neyi ifâde eder?. O bakımdan şunlar ve ne demek olduğu
mechûl olan sözleri kale bile alınmaya değmez. Eğer, bizim sözlerimiz bunlar
içindir, deniliyorsa, diğer bilmem kaç milyar Ehl-i Kitâb içinde bu yüz
küsür kişi kaçta kaçdır? Bir hiç mesâbesindedir. Hattâ hiçtir… Kim kandırılmak
isteniyor?..
İki:
Kaldı ki onlar Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in nübüvvetini kabûl etseler
bile kendilerini alâkadar etmeyen ve îmân etme mecbûriyeti duymadıkları bir
nebi olduğuna inanırlar. Tıpkı el-İhtiyârda yazdığına göre Yehûdîlerden bir
tâifenin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in nübüvvetine inanmalarına rağmen
Arablar’a gönderildiğini iddiâ ederek O’na kendilerine gönderilen bir peygamber
olarak inanıp teslim olmadıkları gibi.[50] Hâlbuki
İslâm âlimleri şu gürûhun necâtının olmadığını sözbirliği ile söylemektedirler.
El-İhtiyâr’ın burasını okumaması düşünülemeyecek birinin buradan değil de
papazdan rivâyette bulunmasındaki maksad bellidir.
Üç: Tevrât ve İncîl de değiştirilmemiş hâliyle
kitâbımızdır; ona îmân etmesek, Mü’min olup cennete giremeyiz. Onun aslının
Allah’dan ve dolayısıyla hakk olduğuna olan inancımız devâm ediyor. Lâkin hem
şu hâliyle bütünüyle hakk değil, hem de değiştirilmeyen kısımları Onu
gönderence ya son Şerîat’a derc edilmiş veya mer’iyyetten kaldırılmıştır. Bu
Nesh, mason birâderler Abduh ve Reşîd Rizâ tarafından kabûl edilmese de
böyledir…
Dört: Onların İslâm’ı, Peygamberini ve Kitâbını
kabûl etmelerine dâir hangi tarihî bir vesîka gösterilebilir?.. Sahi bunu
söyleyenin ismi neydi? Fazlurrahmân’ın oğlunun İngiltere’de papaz olması gibi,
nicelerin Teslisi benimseyen Hristiyân olmasını ne yapacaklar?…
Beş:
(Münâfıklar sana geldiklerinde, “senin Allah’ın Peygamberi olduğuna şâhidlik
ederiz” derler… Allah bilir ki, sen elbette Allah’ın Resûlüsün. Allah da münâfıkların
yalancılar olduğuna şâhidlik etmektedir.)[51] Denilen
doğru ama denilmesi yalan… Doğruyu söylemek ile doğru söylemenin
farkı…
------------------------------------------
Netîce
------------------------------------------
Muhtemelen bir başka Hayrettin Karaman’ın
burada diyalog yapmaya çalıştığımız Karaman (daha doğrusu Karamanlar)
için sarfettiği şu ifâdelerini dikkatlice okuyalım:
“Bin yıldan daha fazladan beri yaşanan İslâm’ı
beğenmiyorlar. Ama bu İslâm’ı yaşayan ve beğenen[52] de
milyonlar var.[53] Yaşayanları bir kenara bırakın.[54] Yaşamayan(ları),[55] dîn
şöyle olmalı diyenleri -ki bu(nlar) sizin yaşadığınız cemiyette
azınlıktadır(lar)[56]-, bunları dikkate alıyorsunuz ve
dîni onların istedikleri şekle sokmaya çalışıyorsunuz. Bu, îmân kârı olmadığı
gibi, akıl kârı da değildir.”[57]
Şu birkaç cümlenin,
-sathî bir bakışla görülen kısmî doğruluk ve güzelliğinin ötesinde- her
bakımdan tehlikeli olan mantık ve fikir insicâmını veya za’fiyet(ler)ini biz de
bir an içün bir yana bırakıp, mes’elemizle alâkalı tarafı üzerinde
azıcık da olsa düşünelim… Zâhirde Karaman, Karaman’a nasıl da veryansın ediyor;
değil mi?... Acaba bu, farkına varılmayan bir başkalıktan mı, yoksa çok
iyi hesâb edilen bir aynîlikten midir? Gerçek Hayat’taki-hiç
olmazsa bir yanıyla doğru olan doğrular-, acaba, dünyanın zâlim toplum
mühendislerince tesbit ve tâ’yîn edilen siyâset-i zâlime zâviyesinden zararsız
olacağı, hattâ hîn-i hâcette lâzım olabilecek bir i’timâdı temin etmekle kârlı
bile sayılabileceği mihverine ve esasına mı dayanmaktadır?.. Bir noktada böyle
bir Karaman, diyalog noktasında da başka bir Karaman mı gerekiyordu?
Yoğurda mı üflüyoruz?... Neden üflemeyelim?... Bizler, değil yoğurda, yaladığı
dondurmaya bile üflemekte ma’zûr görülebilecek i’timâdzedeleriz, güven-zedeleriz…
Bizi sırtımızdan -ğâfil veya hâin- kimler hançerlemedi ki?... Bizler,
gözlerinin güzelliğine(!) veya bakışlarının masumluğuna(!) dayanamayarak
yılanları ve ejderhaları bile koynunda besleyen iyi niyyet kahramanlarıyız(!)…
Aslında Karaman’ın buradaki diyalogla
alakalı münâkaşalarının tamâmı siyâsîdir; ilimle alâkaları yoktur. Daha açığı,
Îmân ve İslâm, siyâsî ve dünyevî ihtirâsların ve saplantıların kurbânı
yapılmaktadır.
İşin târihî arkaplânı ise, birçok
bulanıklığı netleştirmeye yetecektir. Şöyle ki;
Sûriyeli âlim Vehbî Süleymân Ğâvcî, dinlerin
yaklaştırılması (ve birleştirilmesi) fikrinin, ilk def’a Cemâlüddîn Efğânî
tarafından ortaya atıldığını söylüyor ise de kanâatimizce bu iddiâ eksiktir.
Aksine O, zincirin ortalarında yer alan bu lâ’netlik işin bir dönemdeki
müceddidi idi. Bu fikri ilk defa ortaya atıp tatbîk eden -bizim bildiğimize
göre- Hindistân’da saltanat süren Moğol Padişahlarından Ekber Şâh
(948-1014 h) idi. O, önceleri Selef yani Ehl-i Sünnet yolunda samîmî ve
ğayretli bir Mü’min idi. Sonraları ise “dinleri”(!) bir çatı altında
birleştirmeye kalkıştı. Bu yüzden Mü’minlerce Ekfer Şâh Lakabıyla
yâd edilir olmuşdu. Onun yelpazesi geniş idi. Semâvî ve semâvî olmayan dinleri
bu yelpâzeye katmış, dînleri birleştirmek sevdâsına Müslümânlara kan kusturmuş
idi. İmâm Rabbânî ve diğer İslâm büyüklerinin yüksek ğayret ve
fedâkârlıkları sâyesinde bu fitne ateşi söndürülebilmiş idi.[58]
Lâkin -kanâatimizce- bu günkü Sih’lik o kâfirliğin ve çabanın bir
mahsûlü olarak ortaya çıkmış ve günümüze kadar devâm etmiş ve devâm etmektedir.
Daha sonra, yakın olarak iki yüz seneyi aşkındır Hindistân’da yaşamış Kur’ân
Tefsîri(!) sahibi[59] Sâr Ahmed Hân
tarafından tazelenmiş ama yine de âlimler tarafından kısmen söndürülmüştü.[60] Nihâyet bu işe bir gizli Yehûdî teşkilâtı olan Mason
Cemiyetleri ve ona paralel olarak da Cemâleddîn Efğânî ile ekibi el
atmış idi. Ğavcî bir takım kaynaklar göstererek, Efğânî’nin bu işinde Yehûdî ve
Hristiyânlardan yardımcılar edindiğini söylüyor ve bunların bir takımlarının
isimlerini sayıyor: El-Ahvâl (gazetesi) sâhibi İsrâîlî (Yehîdî) Ya’kûb
Sannev’, el-Urvetü’l-Vüskâ’da mersiye yazdığı Hristiyân Ebû
Nazzâre Edîb İshâk el-Lübnânî, Efğânî’nin işâretiyle İbrâhîm el-Kayâtî’den
Mir’âtü’ş-Şark gazetesini teslîm alan Hristiyân Selîm ‘Ancûrî el-Lübnânî…
Dinleri birleştirme fikri Cemâleddîn’in talebelerinde iyice te’sîr
etmişti.
Üstâz Mustafâ Fevzî Ğazzâl şöyle diyor: 1881[61] sonlarında Mirzâ Bâkır kızının bir yaraya
mübtelâ olması yüzünden Beyrut’a dönmüştü. Orada Abduh ile bir daha
buluştu. Kezâ Efğânînin eski hizmetkârı ‘Ârif Ebû Türâb ile de buluştu.
Bu üçü “Te’lîf ve takrîb” cemiyetini kurmakta ittifâk ettiler.[62] Hikâye uzun…
Hâsılı, aynı hizmet eski
üstâdların izinde taleberince sâdıkâne olarak yeni tecrübelerle tahkîm ve
tekmîl edilerek/güclendirilerek ve geliştirilerek yürütülmektedir… Çerçevesi
çizilen şu hizmet o zaman Dînleri Birleştirme ismi altında yapılıyordu.
Şimdi de önce Dinler Arası Diyalog şeklinde sürdürülür oldu. Daha sonra
ise muhtemelen biraz câzibesiz hatta itici ve ürkütücü karşılanan bu ta'bîr
yerine daha çekici ve entellektüel bulunan bir ifâdeyle Kültürler
Arası Diyalog tabiri kullanılır oldu. Târih en üstün teknolojinin, en
mükemmel ve modern röntgenlerden daha mükemmel, modern ve güzel bir röntgen…
Ekber Şâhlar, Sâr Ahmed Hânlar ve Cemâlüddînlerin izinden gitmek varken,
Selef-i Sâlihîn yolundan gitmek, o yoldan ayrılmayan Şeyhler ve ağabeylerin
sözüne bakmak, olacak şey mi?!... Öyle değil mi?... Biz kimseye mutlak hâin
demiyoruz. Lâkin İslâm sarayını yakanların ve yıkanların hâin veya ğâfil
olmaları İslâm ve Müslümanlar zâviyesinden netîce i’tibâriyle neyi
değiştirir?.. Binâ yanıp kül olduktan sonra, bunu yapan nefsü’l-emmarede hâin
olmasa ne fark eder?... Hattâ denilebilir ki, bu işi burnunun bir karış önünü
bile göremeyen ğâfillerin yapması daha tehlikeli ve daha acıdır. Çünki husûsan
uyuyan Mü’minler umûmiyyetle onlardan bunu beklemezler ve onlara karşı uyanık
davranmazlar. Bu da felâketin büyük bir âmili olur. Nasslardan ayrılıp sırf
aklıyla hareket eden Tanzimât devri münevver âlimlerinin(!) beyinsizliklerinin
Ümmet’in başına açtığı ğâile-lerin yaraları -iyileşmek şöyle dursun- giderek
daha da derinleşmektedir. Hattâ bu günkü firâsetsizlikler o devrin devâmı değil
midir?!... Vesselâm….
وَصَلَّى
الله عَلٰى سيدنا محمد وَ عَلٰى اٰلِه وصحبه كلما ذكره الذاكرون
وغفل
عن ذكره الغافلون وَ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمٖين
[1] Âyet numaralarının tamâmını vermeyeceğiz. Dileyen Kur’ân
Mu’cemini açar (Âmene), (Kefere) ve (Cehade)
madedelerindeki yüzlerce âyeti tarayabilir.
[2] Secde:19
[3] Hâkkah:52
[4] Teğâbun:11
[5] Cin:13
[6] Bakara:256
[7] Fetih:13
[8] Âl-iİmrân:179, A’râf:158, Hadîd:7
[9] Hadîd:28
[10] Nahl:104
[11] Nahl:105
[12] Ankebût:47
[13] Bakara:99
[14] Âl-i İmrân:4
[15] Âl-i İmrân:19
[16] A’râf:36
[17] Ğâfir:4
[18] Beled:19-20
[19] Nahl:22,60, İsrâ:10,45…..
[20] Kur’ânda sadece “Melâike” kalıbının
geçtiği (68) âyet vardır ki, diğer kelimeler ayrıdır.
[21] Kamer:49,Ahzâb:38
[22] Bakara:177
[23] Bakara:232
[24] Bakara:62, Mâide:69 vd.
[25] Bakara:285
[26] Husûsan Kader’e işâret etmemiz sebebsiz değildir.
Zamanımızdaki bir takım zındıklar, Kadere îmân Kur’ân’da yoktur, hadîslerle
de îmân sâbit olmaz, O halde Kader’e îmân mecbûriyeti yoktur, gibi
açık küfür sözlerini sarfedip, kâfir inancı sergilemektedirler. Hâlbuki,
Kur’ân’da, (Biz her şeyi bir kaderle yarattık. (Kamer: 49), Allah’ın
emri/işi, takdîr edilen bir kader olmuştur. (Ahzâb:38)) gibi birçok âyette Kader
isbât edilmektedir. Bunlar Allah’ın verdiği haber olmakla bir mü’min tarafından
tasdîk edilme mecbûriyeti olan şeylerdendir. Bunu, ister Allah’ın Mukaddir/takdîr
edici sıfatı çerçevesinde olarak Allah’a Îmân’a, ister Kur’ân’ın verdiği
bir habere îman etmek dâiresinde düşünerek Kur’ân’a Îmân’a dâhil eder,
isterse hakkındaki müstakil âyetlere ve Tevâtür haddine varmış Cibrîl hadîsi ve
diğer hadîslerin tasnîfine uyarak müstakil bir Kader’e Îmân esâsı kabûl
edersiniz; ki, bu tasnîfde Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e uymakla en
münâsib olanı yapmış olursunuz. Hâsılı, Kader’e îmân, Mü’min olabilmek için
alâ küllî hâl lâzım olan bir îmân esâsıdır. Onu inkâr etmek, Kur’ân’ı, Sünnet’i
ve dolayısıyla Mukaddir olduğunu haber veren Allah’ı ve Resûlüllâh sallallâhu
aleyhi ve sellem’i yalanlamaktır. Bu, Kur’ân ve Sünnet delîlleri yanında
Ümmetin üzerinde sözbirliği ettiği îmândır; -hâşâ- bir bâtıl değildir. Ayrıca
Kaderle alâkalı hadîsleri yalanlamak da Kur’ân hesâba katılmasa bile başlı
başına bir kâfirliktir. O bakımdan Müsteşriklerin pisliklerini
burunlarıyla yuvarlayıp mü’minlerin üzerine boca etmeye çalışan necâset
böceklerini iyi tanıyıp şerlerinden Allah’a sığınmak lâzımdır.
[27] Ankebût:47
[28] Fussilet:28
[29] Bakara:85
[30] Mâide:73
[31] Nisâ:150,151,152
[32] Sebe:28
[33] A’râf:158
[34] Furkan:1
[35] Bakara:41
[36] Nisâ:47
[37] Mâide:15
[38] Buhârî, Kitâbu’t-Teyemmüm, Bâb:1,
Kitâbu’l-Mesâcid, Bâb:1Benzeri, Müslim, Kitâbu’l-Mesâcid
[39] Müslim, kitâbu’l-Îmân:70
[40] Ki, Mefhûm-i Muhâlif, Şâri’in kelamı
dışında, söz birliğiyle hüccettir.
[41] Âl-i ‘İmrân:67
[42] Sebe:28, A’râf:158, Furkân:1, v.d.
[43] Mâide:15,
[44] Tekvîr:27
[45] Bakara:41, Nisâ:47, Mâide:15
[46] Müslim, kitâbu’l-Îmân:70
[47] Nisâ:46, Mâide:13, Mâide:41, Bakara:75
[48] [Buhârî, Ebû Hureyre radiyellâhu
anhu’dan], El-Fethu’l-Kebîr: 2/551, H:13536
[49] Enfâl:39
[50] El-İhtiyâr: 4/150
[51] Münâfikûn:1
[52] Herhalde “beğenen ve yaşayan”
demek istiyordur. Çünki mantîkî tertîb bunu îcâb ettirir.
[53] Sade milyonlar mı?... Hatta
müctehidlerinden avâmına kadar herkes tarafından, bütün bir Ümmetçe yaşanan...
[54] Nasıl bırakacaksak…
[55] Ya “yaşayanlar”, şu kadar zamandan beri yaşanan
gerçek dîn karşısında “dîn böyle olmalıdır” deseydi… Onu ma’kûl mu
karşılayacaktık?
[56] Çoğunlukta olsalardı yaptıkları haklı mı
olacaktı?
[57] Hayrettin Karaman, Gerçek Hayat Dergisi, 19 Eylül-Cuma,
Ümmühan Atak’ın “Ben Oruçluyum Demek Ne Güzel” başlıklı ropörtajından
(bir takım ufak ifâde düzeltmeleriyle).
[58] Geniş bilgi için Ebû’l-Hasen en-Nedvî’nin, el-İmâm
Serhendî Hayâtühû ve A’mâlühû (Dârü’l-Kalem) isimli eserine mürâcaat
ediniz (S. 63 ve devâmı)
[59] Günümüzde Onun gibilerin ayni minvâl
üzere karaladıkları tefsîrler(!) haddinden ziyâde…
[60] Bu bilgiler için Büyük Muhaddis ve Fakih Muhammed Enver
Şâh el-Keşmîrî’nin, Akîdetü’l-İslâm’ında yazılanlara mürâcaat edilsin. Orada
şöyle denmektedir: Sâr Ahmed Hân, İslâmiyet ile Hristiyanlığın arasını
barıştırmak istiyordu. Mu'cizelerin hepsini, Mütevâtirlerden bir çoğunu,
meleklerin ve Na'îm cennetlerinin varlığını ve Hadîs-i Şerîf'i (Sünnet'in
tamamını) inkâr etti. Âyetleri tefsîr ve te'vîl etmekte sapıtıp
gitti. Kur’ân'ı istediği gibi değiştirdi. (Mecmûatü Resâili’l-Keşmîrî,
‘Akîdetü’l-İslâm:2/335) (Hayret ve dehşet verici bir benzerlik!...)
Bütün bunlar daha sonra Abduh ve talebesi Reşîd Rizâ tarafından
aynen taklîd edildi. Bilmeyenlere mübtekir/orijinal diye yutturulduysa da
görüldüğü gibi bu sapıklıklar da haddi zâtında birer kopya veya fotokopi idi.
[61] Garîb bir tevâfuk!…
[62] Vehbî Süleymân Ğavcî: Kelimetün ‘İlmiyye Hâdiyye
fîl-Bid’a ve Ahkâmihâ’nın sonları (Mahku’t-Tekavvül arka
sı): 267-268 ve devâmı.
Takrîb-i Mezâhib Cem’iyyeti ise başka cemi’iyyet…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.