29 Eylül 2012 Cumartesi

Said Nursi'ye inen Risale-i Nur!



“Risailin Nur dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki semavî olan Kur'an'ın, şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşîsinden iktibas edilmiştir.”
Şualar, Birinci Şua, c. I, s. 833


“Risale-i Nur’un mesaili, ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdi bir ihtiyarla değil; ekseriyet-i mutlaka ile, sunuhat, zuhurat, ihtirat ile oluyor.”
Kastamonu Lahikası, s. 233:

"Risale-i Nur, 20. asrın Müslümanlarını ve bütün insanlarını koyu bir fikir karanlıklarından ve müthiş delalet yollarından kurtarmak için müellifin kendi ihtiyari ile yazılmış değil, Cenab-ı Hakkın lisanı ile yazılmış bir eserdir.”
Rehberler, s. 141:

“Mübarek Sözler şübhesiz Kitabı Mübin'in nurlu lemeatıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır”.
Barla Lahikası, Yirmi Yedinci Mektub ve Zeyilleri, c. II, 1415

“Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. (...) Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyorum telâkki ediyorum.”
Barla Lahikası, 56

“Risale-i Nur bu asırda, bu tarihte bir “urvet-ül vüska”dır. Yani çok sağlam, kopmaz bir zincir ve bir “hablullah” yani Allah’ın ipidir.”
Şualar, On Birinci Şua, c. I, s. 985

“İslâmiyet güneşinin doğuşundan tam öndört asır sonra, senin gibi ulvî ve İlâhî ve arşî bir nurun tekrar ve yeniden, bahusus bu son asırda, hem Türk elinde ve hem de Türk dilinde doğması, acaba kimin hatır ve hayalinden geçerdi? Bu ne büyük bir ni’met bizlere ve bu asır halkı için ne bahtiyarlık Yârabbi!. "
Zülfikar Mecmuası, 433

 (...) benim gibi yarım ümmi ve kimsesiz (...) bulunan bir adam, (...) Risale-i Nur'a sahip değildir; ve o eser, onun hüneri olamaz, onunla iftihar edemez. Belki doğrudan doğruya Kur'an-ı Hakimin bu zamanda bir nevi mu'cize-i maneviyyesi olarak, rahmet-i ilahiyye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşiyle beraber, o hediye-i Kur'aniyeye el atmışlar. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi, ona düşmüş.
 Onun fikri ve ilmi ve zekasının eseri olmadığına delil, Risale-i Nur'da öyle parçalar var ki; bazısı altı saatte, bazı iki saatte, bazı on dakikada yazılan risaleler var. Ben yemin ile te'min ediyorum ki: Eski Said'in (R.A.) kuvve-i hafızası da beraber olmak şartıyle, o on dakika işi, on saatte fikrim ile yapamıyorum; o bir saatlik risaleyi, iki gün istidadımla, zihnimle yapamıyorum, ve o bir günde altı saatlik risale olan "Otuzuncu Söz"ü ne ben ve ne de en müdakkik, dindar feylesoflar, altı günde o tahkikatı yapamazlar ve hakeza...

Şualar, 534-535, Birinci Şua/iki Acip Suale Cevaplar/işarat-ı Kur'aniye Hakkında Lahika; Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 68-69, Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar/Bu aciz kardeşiniz, hem itiraz eden o eski dost zata, hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki (...); Kastamonu Lahikası, 179, Yirmiyedinci Mektubdan/Aziz, Sıddık, Risale-i Nur Şakirdleri Kardeşlerim.

işte ihtiyar ve şuurumun dairesi haricinde, mezkûr haletler ve sergüzeşt-i hayatım ve ulûmların enva'larındaki hilaf-ı adet ihtiyarsız tetebbuatım; böyle bir netice-i kudsiyeye müncer olmak için; kuvvetli bir inayet-i ilahiye ve bir ikram-ı Rabbani olduğuna bende şüphe bırakmamıştır.
Mektubat, 353-354; Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 267; Barla Lahikası, 12, Yirmisekizinci Mektub/Yedinci Risale Olan Yedinci Mes'ele/Altıncı işaret; Tarihçe-i Hayat, 190-191, Barla Hayatı/Yirmisekizinci Mektub'un Yedinci Mes'ele'si.

(...) Aynen bu ehemmiyetli hikmet içindir ki, bazı def'a haberim olmadan, ihtiyarım ve rızam olmadığı halde, ince hakaik-ı imaniye ve kuvvetli hüccetler, müteaddit risalelerde tekrar edilmiş. Ben çok hayret ediyordum: Neden bunlar bana unutturulmuş, tekrar yazdırılmıştır?
Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 36, Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar/Aziz Kardeşlerim!

(...) Hatta, bir kısım Risaleleri ihtiyarım haricinde yazdığım gibi, Risale-i Nur'un ehemmiyetini zikretmekte ihtiyarsız hükmündeyim.
Şualar, 572; Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 124, Sekizinci Şua/Üçüncü Bir Keramet-i Aleviye/Bir ifade-i meram

Said Nursinin Risaleleri iradesi dışında yazdığına dair ifadeleri:
"Yazdırıldı"
Şualar, 219, Onbirinci Şua/Meyve Risalesi/Bu Onuncu Mes'eleye Bir Hatime Olarak iki Haşiye; Siracü'n-Nur, 62, Otuzbirinci Mektuptan Yirmialtıncı Lem'a/ihtiyarlar Hakkında/Onbirinci Rica; iman ve Küfür Muvazeneleri, 111, Meyve Risalesi'nden/Onuncu Mes'elenin Hatimesi Olarak iki Haşiye/Birincisi.

"Yazdırılmış"
Lemeat, 68, Mebhaslar/Kur'an, Kendi Kendini Himaye Edip Hakimiyetini idame Eder

"Yazdırılmadı"
Tarihçe-i Hayat, 398, Denizli Hayatı/Bu Fıkra Bir Casus Vasıtasiyle Resmi Memurların Eline Geçtiği için "Lahikaya" Girmiştir; asa-yı Musa, 82, Meyve Risalesi/Onbirinci Mes'elenin Haşiyesinin Bir Lahikasıdır/Salisen/Haşiye; Şualar, 236, Onbirinci Şua/Meyve Risalesi/On birinci Mes'elenin Haşiyesinin Bir Lahikasıdır/Saniyen/Haşiye; Siracü'n-Nur, 172, Denizli Müdafaası/Bu fıkra, resmi me'murların ellerine bir casusun eliyle geçtiği için buraya girdi.

"ihtiyarsız"
Sözler, 247, Yirminci Sözün ikinci makamı/iki Mühim Suale Karşı, iki Mühim Cevap/Birincisi/Haşiye; asa-yı Musa, 76, Meyve Risalesi/Onbirinci Mes'elenin Hatimesi; Mektubat, 85, Ondokuzuncu Mektub/Mu'cizat-ı Ahmediyye/Üçüncü Nükteli işaret/Haşiye; Zülfikar Mecmuası, 123, ikinci Zeyl/Yirminci Söz/iki Mühim Suale Karşı iki Mühim Cevap/Birincisi/Haşiye.

"Manen icbar edilmiyorum"
Kastamonu Lahikası, 15, Yirmiyedinci Mektubdan/Aziz, Tam Sıddık Kardeşlerim

"izin olmadığından yazılmadı"
Kastamonu Lahikası, 28, Yirmiyedinci Mektubdan/Manevi bir ihtar ile bir-iki ince mes'eleyi size yazıyorum

"ihtiyarım haricinde olarak uzun yazdırıldı. Hikmetini de anlamadık, belki bir hikmeti var diye öylece bıraktık"
Kastamonu Lahikası, 78, Yirmiyedinci Mektubdan/Küçük Hüsrev olan Feyzi'nin ve Emin'in suallerine bir cevab ve haşa hurafe tevehhüm edilen bir rivayetin bir mu'cize-i gaybiyyesidir

"Hakikattan haber aldım"
Kastamonu Lahikası, 115, Yirmiyedinci Mektubdan/Gayet Ehemmiyetlidir

"İrade ve ihtiyarım ile yazmadım"
Şualar, 83, Yedinci Şua/ ayetü'l-Kübra/Mühim Bir ihtar ve Bir ifade-i Meram/Beşincisi

"İhtiyarsız olarak te'lif edildiğinden"
Şualar, 151, Yedinci Şua/ayetü'l-Kübra/ihtar

"Beyana izin verilmedi"
Şualar, 480, Onbeşinci Şua/Elhüccetü'z-Zehra/Üçüncü Medrese-i Yusufiye'nin Tek Bir Dersinin Üçüncü Kısmı/Mukaddime.

"ihtiyarsız sevkedildim"
Şualar, 501, Onbeşinci Şua/Elhüccetü'z-Zehra/Elhüccetü'z-Zehra'nın ikinci Makamı/Dördüncü Kelime-i Kudsiye.

"Yazmaya izin verilmedi"
Sözler, 157, Ondördüncü Sözün zeyli

Farklı Dillerde Gelen Risaleler;

"Şu fıkra, Arabi geldiği için Arabi yazıldı..."
Sözler, 443, Yirmialtıncı Söz/Hatime.

"Şu Yirminci Pencerenin hakikatı, bir zaman Arabi bir surette şöyle kalbe gelmişti: (...)"
Sözler, 625, Otuzüçüncü Söz/Yirminci Pencere/Haşiye

"(...) Yani bu münacat, kalbe Farisi olarak tahattur ettiğinden Farisi yazılmıştır."
Sözler, 193; İman ve Küfür Muvazeneleri, 63, Onyedinci Söz/Kalbe Farisi Olarak Tahattur Eden Bir Münacat

***

İlham Nedir?
  Feyiz yoluyla kalbe ilka olunan mana.

  Kur'an-ı Kerim'de Allahu Teâlâ'nın arıya vahyettiği anlatılmaktadır (en-Nahl, 16/68). Bu vahiyle kastedilen ilhamdır. Yine Kur'an'da peygamber olmadığı bilinen şahıslara geldiği bildirilen vahiy ilham ile tefsir edilmiştir. Allah Hz. Musa'nın annesine "çocuğu emzir, başına gelecekten korktuğun zaman, onu suya bırak, korkma, üzülme biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız" (el-Kasas, 28/7). Bu ayet-i kerimedeki vahyin ilham olduğu kabul edilirse, ilhamın uykuda ve uyanık iken geldiği söylenebilir. Nitekim Allahu Teâlâ'nın Hz. İbrahim'e oğlunu kurban etmesini söylemesi uyku halindeki ilhama misaldir (Ramazan Efendi, Haşiye ala Şerhi'l-Akâid, s. 63).

İslâm akâidinde, ilim elde etme yolları arasında ilham kabul edilmemiştir. Kelâm âlimlerinin çoğu bu görüştedir. Ancak bu meseleyi Taftazanî (ö. 797/1395) şöyle yorumlamıştır: İlham herkes için bilgi vasıtası değildir. Başkasına karşı delil olarak kullanılmaya elverişli de değildir. İlham Kişinin kendisi için delil olabilir. Çünkü ilhamla ilim hasıl olduğu konusunda şüphe yoktur. Bu hususla ilgili hadisler mevcuttur. Bir çok seleften bununla ilgili haberler nakledilmiştir (Taftacanı, Şerhu'l-Akâid, terc. Süleyman Uludağ. s. 121).

Gazzalî, Razî ve Âmidî gibi bazı kelâmcılar nazar ve istidlal söz konusu olmaksızın ilhamla yakînî ve kat'î bilgilerin elde edileceğini kabul ederler. Ancak ilham zannedilen şey vahim olabilir. Şeytan'ın vesvesesi olabilir. Bunun için ilhamı vahim ve vesveseden ayırabilmek için onun dine uygunluğunu âyetlerle ve hadislerle kontrol etmek gereklidir. Bu şekilde kabul edilen ilham bile dinler ve mezhepler konusundaki tartışmalarda ölçü değildir (bk. İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, I, 59).

Vahiy ile ilham arasındaki farklar şunlardır;
1. Vahiy yalnızca peygamberlere gelir.
2. İlhamda melek gözükmez.
3. Kendisine ilham gelen kişi bunu gizleyebilir. Hatta gizlemesi daha güzeldir. Peygamber vahyi gizleyemez,
4. Vahiyde kesinlik vardır. Peygamber vahyin, Allah'tan geldiğini kesin olarak bilir. İlham zannîdir (Zanna dayanır) (Zurkânî, Menâhilu'l-İrfân, Kahire 1954, I, 64).

Said Nursiye gelen Sunuhat, Zuhurat Nedir?
Sunuhat: Kalbe gelen manalar, doğuşlar.
Zuhurat: Gerçekleşeceği düşünülmeyen, hesapta olmayan, umulmadık, olağan dışı olgular.

Said Nursiye irade dışı gelen sunuhat ve zuhurat olarak bahsettiği şeylerin ilham olduğu açıkca meydandadır.

Risalei nurun Allahtan gelen ilham olduğunu kabul etmeyen şimdiki nurcular aşağıdaki satırda said nursi'yi müdafa eden şakirdinden acaba said nursiye dahamı yakınlar?

“Ey Risale-i Nur! Senin Hakkın dili, Hakkın ilhamı olup O’nun izni ile yazıldığına şüphe yoktur. Ben kimsenin malı değilim. Ben hiçbir kitaptan alınmadım, hiçbir eserden alınmadım. Ben Rabbani ve Kur’aniyim. Bir layemut’un eserinden fışkıran kerametli bir Nur’um.”  Müdafaalar s. 347

Peygamber olmayanlara gelen İlhamlar;
Yukarıda ki satırları iyi okuduğumuzda ilhamın Allah'tanmı yoksa şeytan'danmı geldiğini ayırt edebilmek için üstün bir takvaya ve üstün bir ilme sahip olup gelen ilhamı şeriat'a göre ölçmek lazımdır. İslam tarihinde hiç bir ehli sünnet alimi kendisine gelen ilhamı delil göstererek kitap yazmamıştır. Eğitim görmeyip kendi kendine kitap okuyan birinin ise Müçtehid - Fakih - Alim - Molla olması mümkün değildir, Said Nursi gibi icazeti, selahiyeti olmayan birinin şer'i bir konuda hüküm vermesi ise hem kendisi hem ona uyanlar için büyük zarardır, Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur;

Fetva vermeye en cüretli olanınız, Ateşe [girmeye] en cüretli olanınızdır
[Darimi]

Bilmeden fetva verene, yerdeki ve gökteki melekler lanet ederler
[İbni Lal, İbni Asakir]

İyi işe vesile olan, hayatında ve öldükten sonra da o işi yapanlar kadar sevap kazanır. Kötü işe ön ayak olana da, bu iş terk edilinceye kadar, bunun günahı yazılır.
[Taberani]

“Nurcuların Savunması;"Peygamber Efendimiz de Ümmi değilmiydi? "

Said Nursi'yi sevenlerinin onu savunmak için kullandığı soru cümlelerinden biridir bu, sorunun kendisi edebe muğayirdir, bu soru; O na geldiyse Said'e de gelir, O na verildiyse Said'e de verilir, O yaptıysa Saidde yapar vs. demeye gelirki İslam adabına aykırıdır, müslümanın Allah katındaki değeri Kur'an-ı Kerime ve Peygamber Efendimize ne kadar uyduğuna bağlıdır, uymak ile kıyas etmek aynı şey değildir
(Uymak; bağlı kalmak, tabi olmak // Kıyas; denk sayma, karşılaştırma). 
Peygamber Efendimiz bisetten önce Ümmi idi yani okuması yazması yoktu, Peygamber Efendimizin ümmi olmasının hikmetlerinden biri şudur; müşrik ve kitap ehlinin Peygamber Efendimize gelen vayhi "birilerinden eğitim aldıda söylüyor" iftiralarına maruz kalmaması içindi. Birisini Peygamber Efendimiz ile kıyaslamak yerine o kişinin Peygamber Efendimize ne kadar uyduğuna bakmak İslami ahlaka daha uygundur.

Cevap;
Peygamber Efendimizin ümmi olması , ümmetinden her ümmiye Allah katından ilim verileceği anlamına gelmez, İslam tarihinde ümmi olupta Veli olan zatlar vardır fakat bu zatlar kendilerinin ben Alimim diye tanıtmamıştır ve kendilerine gelen sunuhat, zuhurat, ihtirat göre değil şeriata göre yaşamışlardır, icazetli ilmi derin büyük Alimler ise Allaha karşı her zaman edebi gözetip mütavazi davranmışlardır.

SONUÇ;
Yukarıda Said Nursi yazdığı "risale-i nur" denen kitaplar için; 
-Allah'ın ipi olduğunu,
-Cenab-ı Hakkın lisanı ile yazıldığını,
-Arş'dan indiğini,
-İrade dışı yazdırıldığını,
-Hiç bir esere benzemediğini,
-Eksiksiz ve kusursuz olduğunu,
-Bütün Müslümanların ve insanların kurtarıcısı olduğunu, 
-İslam'ın tekrar risale-i nur ile doğduğunu,
-Risalenin bir harfine bile dokunmanın günah
olduğu gibi sunuhat, zuhurat, ihtirat adı altında kalbine gelen hayel ve vehimlere dayanan hiç bir şer-i delili olmayan iddialarda bulunmaktadır. Said Nursi Risale-i Nur'un izaha muçtaç olmadığını söylediği halde ona tabi olanlar onun yanlışlarını habire düzeltmek için uğraşmaktadır.

Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiç bir şey vahyolunmamışken "Bana da vahy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen...
Enam 93

| ESK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.