14 Mart 2013 Perşembe

Nurettin Yıldız'ın Hezeyanları




Nureddin Yıldız kendi sitesindeki bir yazısında "Ehli sünnet Alimleri ibni teymiyeyi neden tenkid ediyor, İbni Teymiye’ye Nasıl Bir Gözle Bakmalıyız?" diye soran bir okuruna şu cevabı veriyor; 

“Zikrettiğiniz sözlerin önemli bir bölümü sözü edilen kitaplarda olmayan şeylerdir. Ümmet’in bölünmüşlüğünden zevk alanların yaygaraları ile meşgul olamayız...(Teymiye)Rahat bozan herkes gibi tenkit edilmiştir...Sözünü ettiğiniz (ehli sünnet alimleri)isimler, onu tenkit ettikleri gibi onları da tenkit edenler olmuştur. Kimsenin(ehli sünnet alimlerinin) sözü âyet değil, hadis değil…O anlatılanları ben neden onun kitaplarında görmedim acaba?...Ben İbni Teymiye’den böyle etkilendim." (kaynak)

Görüldüğü Nurettin Yıldıza göre Ehli Sünnet âlimlerinin hepsi birleşmiş ibni Teymiyeye iftira atıyorlarmış! Teymiye Ehli Sünnet âlimlerinin rahatlarını bozmuş! Ehli Sünnet Alimleri yaygara yapan, ümmetin bölünmüşlüğünden zevk alanlarmış! Ehli sünnet âlimlerinin sözü ayet-hadis değil yani kendi hevalarından konuşuyorlarmış! Ehli Sünnet âlimlerini de tenkid edenler varmış (onları tenkid etmeye çalışanlar da kendisi gibi vehhabi kafalılar)Teymiyenin kitaplarında İslama aykırı yazılar yokmuş!


İftira, yalan ne arasanız mevcut, kafaya bak kafaya, Ümmetin bir dünya Alimlerini elinin tersiyle itip teymiye’nin eteklerine yapışan kafa! İslam tarihi ibni teymiye’ye yapılan sayısız reddiyeler ile doludur, onlardan bir örnekte Ebubekir Sifil Hoca’dan:


İslam Düşmanı Vehhabi'lerin Din tahrifleri



Bid'atçılar, Eş'âri ile diğer İslam âlimlerinin kitaplarına, sayılamayacak kadar çok şeyleri gizlice ilave etmişlerdir. Mesela: İmam İbn Cerir et-Taberi'nin İsrâ/79. ayete yaptığı tefsir yerine kapalı bir ifade kullanarak ondan tecsim anlaşılan bir tabiri sokmuşlardır. Hindistan'da basılmış İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'âri'nin El-İbane adlı eserine, teşbihi [Allahü teâlâyı mahlûkata benzetmeyi] ifade eden şeyleri (1); Kurtubi'nin En'am/18. ayetine yaptığı tefsire ilave yapıp ondan teşbih anlaşılan tabirleri dercetmişlerdir. Mezkur tefsiri mütalaa eden kimse, ibarede çelişki olduğunu anlayacaktır. Teymiyyeciler de, Alusi'nin tefsirine çok şeyler ilave etmişlerdir. Hele kendini meşhur selefi diye lakaplandıran Münir Ağa'nın tabettiği tefsirde... Kendisi birçok kitap tabetmiş ve kitaplarda birçok fâsid yorumlarda bulunmuştur. Alusi'nin tefsirine gizlice soktuğu en önemli ibaresi, Maide/35. ayetin tefsirindedir. Orada söylediği uzun sözü mütalaa eden sonun evvelini nakzettiğini [çeliştiğini] anlar. Teşbih inancını, Seyyid Abdülkadir Geylâni'nin Gunye adlı eserine de gizlice sokmuşlardır.


Ulemanın eserlerinden sözlerini silip, tahrif etmişlerdir. Bu hususta Tacü's-Sübki Tabakat kitabının cerh ve ta'dil kaidesinin altında, Basralı Ahmed b. Salih'in hal tercümesi bahsinde şöyle der: (...) Zamanımızdaki bazı Mücessime taifelerinin durumları o safhaya varmışdır ki, Nevevi'nin Sahih-i Müslim'e yazdığı şerhdeki müteşabih hadisler hakkındaki ibaresini şerhten çıkarıp yazmamışlardır. Zira, Nevevi'nin akidesi Eş'âriye akidesidir. Demek ki, bu kâtip Nevevi'nin inancından hoşlanmayıp müellifin dediğini yazmayı hazmedememiştir. Bence bu, büyük günahlardandır. Çünkü bu durum, şeriatı tahrif etmek, İslam alimlerinin eserlerine ve halkın ellerindeki İslami kitaplara karşı bir itimatsızlıktır ve itimatsızlık kapısını açmaktır. Allahü teâlâ böyle yapanı kötüleyip utandırsın! Öyle yapan kimsenin, Nevevi'nin şerhini yazmaya ve şerhin de ona ihtiyacı yoktu. Burada Tacü's-Sübki'nin dedikleri sona erdi.


Ben de şunu derim ki: Alimlerin eserlerinden sözlerini silme bayrağını bu zamanda elinde tutan kimse Mecelletü'l-Menar'ın sahibidir. Yaptığı hataların bazıları şunlardır: Hocalarımızın hocası olan Muhaddis Falih ez-Zahiri, nakil eylediği (Encehu'l-mesai fi sıfati-yi's-sâmi' ve'l-vâi) adlı eserinin Ahkâmü'l-Mesâcid bahsinde, daha kitabı basılmadan önce, Muğni b. Kudametü'l-Hanbeli'den, ölen ve hayatta kalan evliyâ ve salih zatlardan tevessülün mübah olduğuna dair "İslamiyetin her dört mezheb sahipleri ittifak etmişlerdir" diye nakletmiştir. Bu (el-Menar) kitabını tabedince kitapta yazılı bu nakli yazmayıp içinden çıkardı. Ulemanın kelâmını tahrif etmesi, onlara iftira edip yermesi, kendi arzusuna ve İbni Teymiyyecilerin arzularına uygun olmayan meseleleri ve hadisleri kendi mecellesinde ve yorumlarında tahrif etmesi sayılamayacak kadar çoktur...

[Ebu Hamid bin Merzuk, Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.97-98.]

Dipnot
(1) Bu konuda E. Sifil şu tespiti yapmış: "Geçmiş alimlerin birer emanet olarak bizlere bıraktığı eserleri üzerinde kafamıza göre oynamalar yapmak kelimenin tam anlamıyla bir "hıyanet"tir ve bu hıyaneti kim ne maksatla işlemiş olursa olsun, bunu mazur görmek ve göstermek mümkün değildir...Yine benzeri bir tahrif, İmam el-Eş'ârî'nin "el-İbâne"sinde yapılmıştır. Bu eserin dört ayrı yazma nüshası karşılaştırılarak yapılan Dâru'l-Ensâra baskısında Allahü Teâlâ'nın Arş'a istivası meselesinde tenzih akidesine tam anlamıyla uygun tarzdaki bir paragraf, diğer baskılarda görülmemektedir."

islamkalesi.wordpress

12 Mart 2013 Salı

Küfür Sistemlerinin Gübre Yığınlarında Yetiştirilen Küflü ve Zehirli Kültür Mantarları



     Şimdi, Hayrettin Karaman, Mustafa İslamoğlu, Süleyman Ateş ve başka birilerince Mü’minlere “toplum mühendisi” yapılanlara ve onların görüşlerini taşıyanlara soruyoruz:
     
Birinci Süâl: Allah’a ve Ahiret Günü’ne îmân etmenin yanında istisnâsız bütün peyğamberlere, bu arada da Âhir zaman Nebîsine îmân etmek, teslîm olmak ve dînine girmek Mü’min olup cennete girmek içün mutlaka gerekli midir, değil midir?  “Gerekli değildir” diyenlerin kâfir olduğuna inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
     Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “gereklidir” diyor, “gerekli değildir” diyenlerin kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına inanıyoruz…
   
İkinci Süâl: Son Nebi Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem’e gelen Kur’ân’a îmân edip, ona teslîm olmak Mü’min olup cennete girmek içün mutlaka gerekli midir, değil midir? “Gerekli değildir” diyenlerin kâfir olduklarına inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
     Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “gereklidir” diyor, “gerekli değildir” diyenlerin kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına inanıyoruz…
   
Üçüncü Süâl: Nebimiz Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem’ın peyğamberliği ile getirdiği Ku’ân ve Şerîat âlemşumûl/evrensel midir, değil midir? “Değildir” düşüncesinde olanların kâfir olduklarına inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
    Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “Nebimiz Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem’ın peyğamberliği ile getirdiği Ku’ân ve Şerîat âlemşumûl/evrensel değildir” düşüncesinde olanların kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına inanıyoruz…
   
Dördüncü Süâl: Meleklere îmân etmek Mü’min olup cennete girmek içün mutlaka gerekli midir, değil midir? “Gerekli değildir” diyenlerin kâfir olduğuna inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
    Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “gereklidir” diyor, “gerekli değildir” diyenlerin kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına inanıyoruz…
   
Beşinci Süâl: Kadere Îmân etmek Mü’min olup cennete girmek içün mutlaka gerekli midir, değil midir? “Gerekli değildir” diyenlerin kâfir olduklarına inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
    Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “gereklidir” diyor, “gerekli değildir” diyenlerin kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına inanıyoruz…
   
Altıncı Süâl: Teslîs’e inanan Hristiyanlar kesin kâfirler olup cehenneme girecekler mi, girmeyecekler midir? “Kâfir değillerdir ve cehenneme girmeyecekler” düşüncesinde olanların kâfir olduklarına inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
    Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “Kâfir değillerdir ve cehenneme girmeyecekler” düşüncesinde olanların kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına inanıyoruz…
    Meselenin daha bir açıklık kazanabilmesi içün kısmen tekrâr olacak iki süâl daha soracağız:
   
Yedinci Süâl: Yehûdî ve Hristiyânların bütün Nebilerin ve bu arada Son Nebi Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem’in peyğamberliklerine ve Kitâblarına Îmân etmek ve Son Nebi sallellâhu aleyhi ve sellem’in Şerîat’ına girmek Mü’min olup cennete girmeleri içün mutlaka gerekli midir, değil midir? “Gerekli değildir” diyenlerin kâfir olduklarına inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
    Bize gelince… Bütün Mü’minler gibi biz de “gereklidir” diyor, “gerekli değildir” diyenlerin kesin ve tartışmasız kâfir olduklarına ve yeniden îmân etmedikçe cennete giremeyeceklerine inanıyoruz…
    Burada güya efendi kesilip, “adamların usûlü budur, onları tekfîr edemeyiz” deyip kâfir olduklarına inanmayan akıllı ve bâliğ, mükelleflerin de kesin kâfir olacaklarına inânıyoruz.
   
Evet cevab bekliyoruz… Cevâbların sorulanlarla alâkasız, dolambaçlı ve hedef saptırıcı değil de açık ve net olmalarını istiyoruz…
    Kahkaha aynalarının karşısındaki Müslümanlar, manzaralarıyla hem yürekleri dağlıyorlar, hem de insan olan insanları abdest kaçırtacak seviyede güldürüyor, günâha sokuyorlar… Karşısında durduğu aynaya göre, kiminin kafası düğme kadar, gövdesi ise kocaman bir pamuk balyası gibi… Bir başkasının kafası büyük bir sepete, vücudu ise düğmeye benziyor… Bazısının kafası hıyar, gövdesi de büyük bir bal kabağı… Bir takımları da enine olabildiğince geniş, boyuna ise cüce… Kimisi, “mücâhiddir” ama “zikr”e karşıdır. Bazısı “ilimci”dir, ama “amel”de ve “ihlâs”da ağırdır ve sağırdır. Kimsi “zikir”cidir, lâkin “cihâd” düşmanıdır. Kimisi zâhirde kelle kulak yerinde güzel bir Müslüman gibi görünmektedir, lâkin ya kalb, ya beyin, ya ciğerler veya böbrekler gibi uzuvlarında hayâtına mal olacak rahatsızlıklara sâhibdir. Ahsen-i Takvîm üzere yaratılmış olmalarına rağmen akılsızlık edip şu aynaların karşısına geçmelerinin vebâli elbette kendilerinin boynundadır.
   

11 Mart 2013 Pazartesi

İbni Teymiyye'nin Küfrü



İbni Teymiyye'nin Allahı Arş' oturtması ve yaninda peygamberimize yer bırakması!

Yukarıdaki resim Ebu Hayyan el-Endülüsi "Nehr" adlı tefsir kitabında Allahü Teala'nın "Kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır"(Bakara 255) buyurduğu ayet-i celilenin manasındaki demecinin sureti:

Şüphesiz cağdaşımız Ahmed b. Teymiyye'nin kendi el yazısıyla yazdığı "Kitabü'l- Arş" adlı kitabında şöyle görüp okudum: "Gercekten Allah, Kürsü üzerinde OTURUYOR, O'nunla beraber oturacak kadar bir yer de Resulullah'a(sav) bırakmıştır" Bu kitabı meydana çıkarmak için, et-Tac Muhammed b. Ali b. Abdülhak şöyle bir yöntem kullanmıştır: Güya, kendisinin de bu hususta aynı fikirde olduğunu İbn Teymiyye'ye açıklamış ve o şekilde elinden kitabı almış. Biz de bu konuyu oradan okuduk.”

*****

Bu keşf ez zunun adlı eserin 2. cildi 1438.sayfasında ve Beraat'ul Eşariyyin eserin 403-404. sayfadada gecmektedir.

Zahid el Kevseri:
"es_Seyf-us-Sakil" üzerine yaptığı tefsirinde(s. 85), Ez-Zahid el-Kevseri İbn Teymiyye'nin bu sözlerinin atlanmasının(söylenmemesinden bahsediyor) mantığını açıklayarak, şöyle söyledi:
Es-Sa'de nin editörü, Printing House bana onu çok çirkin bulduğunu ve İslam düşmanları onu kullanmasın diye metinden çıkardığını söyledi. Ondan sonra eksiğini telafi etmek için ve Müslümanlara olan samimiyetinden dolayı, benden onu buraya kaydetmemi istedi.”

Vehhabi'lerin Putperestlik inançları



Vehhabi'lerin ehli sünnet akidesinin kaynağı olarak inandıkları "Es Sünne" adlı kitaptan alıntılar;

-“İstivâ, oturmaktan başka bir şeyle mi olurmuş?(s.5)

-“Rab Kürsî’ye oturduğu vakit, Kürs’î’nin yeni bir eğerin zırzır diye ses çıkarması gibi ses çıkardığı duyulur.”(s.70)

-“[Allah]Kürsî’de oturduğu vakit kenarında dört parmak yer kalır.”(s.71)

-“Onu, biri adam suretinde bir melek, diğeri arslan suretinde bir melek, diğeri öküz suretinde bir melek, diğeri de kerkenez kuşu suretinde bir meleğin taşıdığı altından bir kürsînin üstünde, yeşil bir bahçede ve altından bir yatak olduğu halde gördü.”(s.35)

-“ ‘Allah Mûsâ aleyhisselâm’a nasıl konuştu?’ ‘Ağız ağıza’ dedi.” (s.64)

-“Benî İsrâîl Mûsâ aleyhisselâm’a, ‘Rabbin sana konuştuğunda sesi yaratılanlardan neye benziyor du’? dediler. O, ‘dönmeyeceği zaman gök gürültüsüne’ dedi.” (s.63)

-“Günün başında müşrikler kalktığı vakit, Rahmân Arşı taşıyanlara ağır geliyordu, tesbîh edenler kalktığında da Arşı taşıyanların yükü hafifletilir.”(s.142)

-“Allah celle celâlühû Tevrât’ı sırtını kayaya dayayarak eliyle dürrden levhalara yazdı, kalemin cızırtısı duyuluyordu. Onunla Allah arasında perdeden başka bir şey yoktu.”(s.67)

-“Allah celle celâlühû eliyle Âdemden başkasına dokunmadı. Onu eliyle yarattı. Cennet’e ve Tevrat’a da dokundu. Tevrat’ı eliyle yazdı. Allah celle celâlühû bir inci tanesini eliyle sert ve düz yaptı ve onda bir dal dikti ve ona ‘benim râzı olmama kadar uza ve iznimle içindekini çıkar’ dedi. O da nehirleri ve meyveleri çıkardı.”(s.68)

-“Bir parçasını ortaya çıkardı”(s.149),

“Diğer eli boştur, onda bir şey yoktur,” “Nihayet elini eline koydu.” (s.164),

“Bir kısmına dokunur”, “donuma tut.” (s.165),

“Nihâyet bir kısmını bir kısmı üzerine koydu.”, “Ve nihâyet ayağına tutar.”(s.167)

-“Allah celle celâlühû dağlara, ‘sizden birinin üzerine ineceğim’ diye vahyetti. Bunun üzerine dağlar uzandılar. Tûr-i Sînâ tevazu edip, ‘benim için bir şey takdîr edildiyse, bana gelir’ dedi. Allah celle celâlühû da ‘tevazuun ve kaderime râzı olman sebebiyle senin üzerine ineceğim’ diye vahyetti.”(s.149)

-“Rabbin yer yüzünde dolanmaya başladı.”(s.156)

-“Sonra yürüyerek bize gelir.”(s.48)

*****
Hayatları boyunca Yüce Allaha değilde hayellerindeki bir yaratığa tapan, onun uğruna Mü'minleri ve insanları katleden vehhabi putperestlerinin Tevhid dedikleri inançları!
Z. Kevseri Hazretlerinin dediği gibi, sözde İmam Ahmed Hazretlerinin oğlu Abdullah'a isnat edilen bu kitap tam bir şirk kitabıdır, takiyye yapmada ve kitapları tahrif etmede bunların şia'lardan hiç bir farkları yoktur.

Amel İmandan bir parçamıdır?



İmam Âzam Ebû Hanîfe şöyle diyor:
“Sonra amel imandan, iman da amelden başkadır. Çünkü çoğu zaman müminden amel yapma mükellefiyeti kalkar. Amel kalktığı zaman iman da kalkar denilmesi caiz değildir. Zira hayız kadın, bu halde iken namazın hükmü kendisinden kalkar. Böyle bir kadın için, iman da kendisinden kalkar diyemeyiz. Yahut, kendisine imanı da terk etmesi emredilir, denilmez. Çünkü Allah Teâlâ, kendisine: Orucunu terk et, sonra onu kaza et, buyurmuştur. Kendisine imanı da terk et sonra onu kaza et, denilemez. Yine, fakire zekât borcu yoktur, denilir; fakat, fakire iman gerekli değildir, denilemez, Eğer amel imandan bir parça olsaydı, amelin düştüğü hallerde imanın da düşmesi gerekirdi. Halbuki durum böyle değildir.”
El Vasıyye

Üstad'dan Kelime Oyunları

Büyültmek için tıklayınız


Said Nursi: “Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:
O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhir zamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir…”

----Kastamonu Lahikası Mektup no: 75, s. 1615 (e-risale Mektup 76)----

*****

Fetret Devri Lügatta; İki peygamber arasında peygambersiz geçen süre anlamına gelmektedir.
Ehli Sünnet Alimleri ise -Fetret Devri- muhatabı olan kişilerin, insanlıktan kopmuş kendilerine Din adına hiç bişey ulaşmamış durumları müşkil putperestleri kastetmişlerdir, yani kendilerine Hak din ulaştıktan sonra bu dini bozup tahrif eden Yahudi ve Hıristiyanlar için değil(bu konuda İmam Rabbani Hz’lerinin 259. mektubuna bakabilirsiniz).
Bazıları İmam Hasan Eşarinin; “Peygamber gönderilmeden, tebliğ yapılmadan önce teklif yapılmaz” sözlerini buna delil olarak göstermektedir, bu sözden kendilerine Peygamber gönderilen ehli kitabın Fetret devri muhatabı olduğunu nasıl anlamışlar anlamak mümkün değil!
Peygamber Efendimizden önceki zaman dilimi bir yana Said Nursi kendi zamanına Fetret devri diyerek İslam tarihinde görülmedik bir tuzağa imza atmıştır. Fetret devrini Said Nursi gibi algılayan bir tane bile muteber Ehli Sünnet Alimi yoktur.(Cemalettin Afgani ve M. Abduh- Muteber Ehli Sünnet Alimi değildir)
 Asrı Saadet ve sonraki devirlerde özellikle de Osmanlılar zamanında cihad ve çeşitli yolculuklar ile İslamı bütün Dünya tanımıştır, duymuştur.
Kısacası Peygamber Efendimiz’den sonra Fetret devri söz konusu değildir, ahir zamanda Hz. İsa yeryüzüne indiğinde İncil’deki şeriat değil şimdiki İslam şeriatı üzerine amel edecektir, ahir zamanda İslamiyet ile de omuz omuza gelecek bir taife falan yoktur, Müslümanlar tek ümmettir. Said Nursi’nin bu iddialarının hiçbir mesnedi yoktur.

“O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir.”

[5-6 yaşın altındaki çocukların akıl melekesi çok zayıf olduğu için kafir ile müşriklerin bebek ve çocuklarının  Cennete yada Cehenneme gitme ihtilafı mevcuttur, şimdi bunları değil de 5-6 yaş ile 15 yaş arası kafir çocuklarınından bahsedeceğiz, biri çıkıpta "hayır, 1 yaşındaki çocukla 15 yaşındaki çocuk aynı akla aynı inanca sahiptir" demesi onun ancak akıl seviyesinin ne durumda olduğunu gösterir!
“Akıl bir nurdur. Bu nur ile, hakikate varma­nın yolu, din ve dünya meseleleri aydınlığa kavu­şur… Îmâm nazarında akıl, dinin temeli, yaratılış hikmetinin aslıdır. İslâm Dini, akl-ı selimin ne­ticesinden başka bir şey değildir.”Akaidi Nesefi]

Ehli Sünnet Alimleri mükellef olmayan çocuk kelimei şehadet getirdikten sonra İmanı Zahirinde kimiside Batınında, kimiside hem Zahirinde hem Batınında buyurmuştur(Camiül Mütunda yazılıdır).  Said Nursi 15 yaşından küçük kafir çocuklarını kelime oyunlarıyla Müslüman çocuklarla aynı kefeye koymayı becermiştir. Halbuki Kelimei Şehadet getiren çocuk Müslüman, teslise inanan, istavroz çıkaran çocuk'ta kafir'dir bu farkı görmekte zorlananların akıl sağlığından şüphe etmek lazım. Hem nasıl Müslüman çocuk ile kafir çocuk bir tutulabilirki Peygamber efendimiz zamanında onbeş yaşından küçük iken iman eden sahabeler vardı.(Hz Ali on yaşında iman etti)

Peygamber Efendimiz bazı hadisi şeriflerinde kafir ve müşrik çocuklarının akil baliğ olmadan ölürse Cennete gideceğine, bazı hadislerinde ise akil baliğ olmadan ölseler dahi Cehenneme gideceğini söylemiştir.
Bu konuda farklı Hadisler olduğu için aklı başında olmayan, ne dediğini anlayıp idrak edemeyecek çocuklar için Alimler farklı fetvalar vermiştir, Said Nursi bu konudaki farklı hadisleri ve Alimlerin görüşlerini hiç hesaba almadan her zamanki gibi kalbine gelen ilhamlara göre gelişi güzel fetvayı basmıştır. Gerçi Said Nursinin fetva verecek selahiyeti ve icazeti yoktur buda ayrı bir tenakuzdur.

“Çocuğun mükellef olması ayrı bişeydir Müslüman olması ayrı bişeydir” denilmiştir, yani onbeş yaşından küçük Müslüman çocuklara “iman’sız” denilemeyeceği gibi, onbeş yaşından küçük kafir çocuklarada “iman ehli” denemez.

Her insan İslam fıtratı üzere doğar ama çocuğun onbeş yaşına gelmesi beklenmeden konuşmaya başlayınca İslam telkin edilir, aksi takdirde bundan ebeveyn mesuldür. Zaten İslam fıtratı üzere doğan çocuk ileri yıllarda Kelimei şehadet getirerek İcmali iman sahibi bir Müslüman olur, daha sonraki zamanlarda İslamın ve İmanın şartlarını öğrenerek Tafsili iman sahibi bir Müslüman olur, daha sonraki yıllarda buluğ çağına ererek mükellef olur.
(Buraya kadar bahsettiğimiz akil baliğ olmayan kafir çocukları içindi)

“On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır..."

Bu Din “belki” lere kalmamıştır, bu konu açık ve nettir.
Said Nursi 15 yaşından küçük kafirleri Şehit olarak Cennete yolladıktan sonra sıra 15 yaşından büyüklere geldi!
“15 den küçüklerin Cennete gitme Şehit olma bahanesi olurda, 15 yaşından sonrakilerin suçu ne ki Cennete gitmesin!” mantığıyla hareketen onlara da bir kılıf bulunmuştur buda; kâfirin masumluğu ve mazlumluğu imiş! Said Nursi’nin kâfire verdiği bu masumluk sıfatı insanların uydurduğu hukuka göre ise bu Cennete girmenin insan elinden çıkma kanunlara göre olduğunu savunmaktır bu ise İslamda küfürdür, yok eğer kâfire verdiği bu masumluk sıfatının şeriatta olduğunu iddia ederek söylüyorsa böyle bir şeyde yoktur, Allahın; kâfir, ebedi cehennemlik, sapıtmış diye hitap ettiği hıristiyanlara masumluk libası giydirmek kimin haddine!

Cennete girmek; İslamın ve İmanın şartlarını kalb ile tasdik dil ile ikrar eden ve ehli sünnet vel cemaat âlimlerinin bildirdiği gibi inanan Müslümanlara mahsustur, kafirlerin çektiği hiçbir sıkıntı, hiçbir zülüm onların Cennet gitmesine vesile olmaz, küfür en büyük suçtur bu kafirlere masum denmez.

Sırât-ı Müstakîm





İmam Rabbani (k.s);
Bu sebeble, bir şahsın(Alim/Şeyh/Hoca dahi olsa), hardal tanesi mikdârınca (en küçük konuda), şu büyüklerin (büyüklerden kasıt Ehlisünnet Âlimleri topluluğudur, İbni Teymiye, İbni Kayyım, Albani, Mevdudi, Seyyid Kutup gibi zevatlar değil) Sırât-ı Müstakîm olan yollarından çıktığı bilinirse, onunla sohbeti (berâberliği, konuşmayı, kitaplarını ve sözleri okumayı) öldürücü bir zehir(i içmek) olarak i’tikâd etmen(inanmalı), onunla oturup kalkmayı da zehirli yılanla oturup kalkmak olarak görmen lâzımdır. Onlar (Ehl-i Sünnet imâmları) hakkında hüzün ve tasaları olmayan ilim talebeleri de (hangi fırkadan olurlarsa olsunlar) din hırsızlarıdır(dîninizden çalan) kimselerdir. Bunlarla berâber olmaktan ve konuşmaktan sakınmak dahî, (dînin) zarûriyyât(ın)dandır/mutlaka bulunması ve uyulması gereken îcâblar(ın)dandır. [Mektûbât:1/185, 113] 213

Dinin başını dinin kılıcı ile kesenlerin başı;Cemalettin Afgani


Dinin başını dinin kılıcı ile kesenlerin başı... ile akademidergisi


"Elhasıl: Sultan Selim’e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâm’daki fikrini kabul ettim. Zira o Kürtleri ikaz etti. Onlar da ona biat etti. Şimdiki Kürtler o zamanki Kürtlerdir. Bu meselede seleflerim (benden önce aynı usuldeki üstadlarım) Cemaleddin Afgani, Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abduh, Ali Süavi, Hoca Tahsin Efendilerle Kemal Bey (Namık Kemal) ve Sultan Selim’dir.”
(Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Tenvir Neşriyat, 1987, İstanbul, Yedinci Cinayet.)
***
Mason Muhammed Abduh, Mason olan hocası Cemaleddin Afgani'ye yazdığı el yazısı mektubu bulunmuş ve bu mektupta "Üstadım! Beni burada bir görsen! Şeyhler, dervişler gibiyim. Dinin başını dinin kılıcı ile kesiyorum." diye yazdığı görülmüştür.
***
Cemaleddin-i Afgani, Said-i Nursi'nin de (fikirde)üstadıdır....

Kitap Tanıtımı



Ehli Sünnet Akaidi


İmam Ebul Yusr Muhammed Pezdevî tarafından yazılan bu eser, Maturidî itikadına göre hazırlanmış 100'den fazla mes'elelere cevap verilmiştir. Her müslümanın okuyacağı ilk temel eserdir



***** 


Türpüşti Risalesi/ El- Mu'temed Fi'l- Mu'tekad 
Türpüşti Risalesi/ El-Mu'temed Fi'l- Mu'tekad 


Bu kitapta Hakkı arayan müslümanların ihtiyaç duyduğu bilgiler hem kitap ve sünnetin kaidelerine uygun, hem de Selef-i Salihin diye bilinen eski rasih ilimli büyük alimlerin usullerine göre hazırlandı. Alemin ve alemdekilerin salahı, iyiliği ve kurtuluşu bundadır. Çünkü sağlam iman ve itikat yanında diğer ameller, ruhun yanında beden gibidir. Ruhsuz beden işe yaramadığı gibi, düzgün ve sağlam bir itikat sahibi olmadan yapılan ibadetler de bir işe yaramaz. İslamda ortaya çıkan her fitne ve müslümanların başına gelen her felaket, hep bozuk itikatlar yüzünden olmuştur.
Allahü taalayı tanımak istemek ve Resulullah'ın Sevad-ı A'zam olarak tanıttığı ümmetin seçilmişlerinin, yani Ehli sünnet yolunun itikat bilgilerini öğrenmek ve İslamiyeti yaşamak için Türpüşti Risalesi'nde aradığınız her şeyi bulacaksınız (Bu kitabın okunmasını İmam Rabbani Hazretleri de (k.s) tavsiye etmiştir)
 
*****

Sevadü'l Azam Şerhi - Selamü'l Ahkam / Ehli Sünnet İnancının Temel İlkeleri 

Peygamberimiz Hz.Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
"Pek yakında benim ümmetim de yetmiş üç guruba bölünecek.Onların hepsi de doğru yoldan sapmış ve başkalarını da saptırıp Cehenneme (felaketlere) götürücüdürler.
Sevad-ı A'zam Müstesna Ashâb-ı Kirâm:Ey Allah'ın Resulü o bir fırka kimlerdir? Diye sorunca Efendimiz (Ehl-i sünnet vel) "Cemaattır işte onlar en büyük islam topluluğudur ona uyunuz"
buyurdu.
Çağ açıp çağ kapayan Fatih Sultan Mehmet han'ın Hocası,bütün islami ilimlerin özellikle Tefsir, Hadis ve Fıkıh usulü gibi çetin bir sahanın biricik dehası Şeyhul İslam Molla Hüsrev hazretlerinin tesbiti,kendi gurubunun doğru yolda olduğunu iddia edenler için yeterlidir.Bidat sahipleri de kıble ehlindendir lakin inançları Ehli Sünnete benzemez.Onlarda;Cebriyye,Kaderiyye, Râfiziler Şiiler,Hariciler,Mubtıle ve Müşebbihe'dir.Bu altı grubun her biri kendiaralarında on iki fırkadır.Tolandığı zaman yetmiş iki olur.Öyleyse fırka-i Nâciye,Ehl-i sünnet vel cemaattır.
Hiç inkâr edilemez bir gerçektir ki Ehl-i Sünnet ilkeleri Dini ve Milli birliğimizin ve sarsılmaz bütünlüğümüzün sembolüdür.

*****

Ehl- i Sünnetin Müdafaası/ Bera'atü'l- Eş'ariyyin

Kendisi mutlak müctehid derecesinde bulunmayan her Müslümanın mutlaka ehl-i sünnet imamlarına tabi olması gerekir. Hatta İmam-ı Gazali'nin hocası İmamü'l-Haremeyn el-Cüveyni hazretleri, mutlak müctehidlik derecesine çıktığı halde, yeni bir mezheb tesisini lüzumsuz ve yersiz görerek, İmam-Şafii hazretlerine tabi olmuşlar, böylece ümmet-i Muhammed'e güzel bir örnek teşkil etmişlerdir. Allah ondan ve bütün büyüklerimizden razı olsun.



*****


Yakıcı Yıldırımlar 
Eğer alevilik, rafizilik ve şiilik Hazret-i Ali'yi, Hazret-i Hasan'ı, Hazret-i Hüseyin'i, Hazret-i Fatıma annemizi ve bütün Ehl-i Beyt'i ve Al-i Aba'yı (radiyallahu anhüm) sevmekten ibaret ise, bilmiş olunuz ki, biz de böyleyiz ve bu hususlarda beraberiz.
Eğer alevilik, rafızilik, şiilik Hazret-i Ebubekir'e Ömer'e, Osman'a ve -küçük bir müstesna- Ashab'a, Hazret-i Aişe validemize (radiyallahu anhüm) buğz etmek, iftira etmek ise, iyi bilmiş olunuz ki, biz ehlisünnet ve cemaat müslümanları, bu çirkin işlerden de, bunları işleyenlerden de beriyiz.

10 Mart 2013 Pazar

Hayrettin Karaman'ın İslamı Yıkma Çabaları



Ali Bulaç:
Peki hocam, bir Hıristiyan Peygamberimiz için ne demelidir?

H. Karaman:
İyi bir insan, iyi bir Müslüman ve Peygamber olduğuna da inanmalıdır. Biz üç dinin mensupları şuna inanmalıyız; Hz. İsa Allah'tan vahiy almıştır, Hz. Musa, Allah'tan vahiy almıştır. Hz. Muhammed de Allah'tan vahiy almıştır. Buna inanmak durumundayız.


***** 



HAYRETTİN KARAMAN BEY NE DEMEK İSTİYOR?

Hüseyin AVNİ

اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَأَلِه اَجْمَعِينَ

Bundan sonra…
------------------------------------------
Mukaddime
------------------------------------------
Hayrettin Karaman Bey, Yeni Şafak’ta Ahmed Ali Aksoy Bey’in diyaloğ ile alâkalı makâlesine karşı kaleme aldığı üç cevâbî yazısında debelendikçe daha da batıyor. Şu yazılarda, önceki, sahîh îmânı yok edecek olan bâtıl iddiâlarını te'yîd edebilecek yeni hiçbir Şer’î delîl getiremediği gibi, tatmin edici aklî bir îzâh da ortaya koyamamıştır. O, yazılarında açık yalan ve iftirâlarıyla gûya sözüm ona zevâhiri kurtarma yolunu seçmiş, değil bir ilim adamı sıradan bir vatandaşın bile anlayış ve idrâk seviyesini yakalayamamıştır. Sözün kısası, yapılan başarısız ve kalitesiz bir muğâlata/demagoji. Sözü uzatmadan ve dediklerinden hiçbir şey kırpmadan onunla diya-loğa başlamak istiyoruz. Bakalım, Allah’a çocuk sâhibi ve yedi mağlûl olmak/cimri olmak sıfatlarını revâ gören, Îsâ aleyhisselâm ve Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e sahtekâr, İncil ve Kur’ân’a da hurâfe diyen Yehûdi-lere gösterdiği hoşgörüyü bize gösterebilecek mi? Son Resûl sallallâhu aleyhi ve sellem’e yalancı ve Kur’ân’a uydurma sıfatlarını yakıştıran ve Teslîs inancına sâhib olan Hristiyânlar’a gösterdiği hoşgörüyü bize çok mu görecek? Bu diyaloğumuzla diyaloğ iddiâlarındaki samîmiyeti ve asıl maksadı test etmiş olacağız. Biz -hâşâ- ne Allah, ne bir Peygamber, ne bir Melek ve ne de bir gerçek asğarî müctehid olmayan zât-ı şâhânelerine, açık olduğuna inandığımız delîllere dayanarak (değişik bir ma’nâda) bir çeşit ictihâd edip en fazla yalan söylemek ve iftirâ etmek sıfatlarını münâsib gördük. Bize kızmasınlar. İctihâda pek hevesli olmayı ondan öğrendik. Biz hakîkî müctehidlere nisbetle mücte-hid değil isek de O ve O’nun gibi müctehidlere kıyâs ile -öğünmek gibi olmasın ama- pek a’lâ ictihâd ederiz. Şu ictihâdımızda dahî yanılmış isek affola… Küfür, Kâfirlik ve dinden çıkmak sıfatlarını ise Ona veya bir başka şahs-ı muayyen’e değil, münâsib düşen herkese izâfe ettik. Şu münâsibliği tâ’yîn işini de kişilerin kendilerine bıraktık. Onlar bilirler. Sırtlarına uyanlar bizim kaftanları giyebilirler. Müsâademiz ve iznimiz vardır.
------------------------------------------
Karaman Ne Demiş, Ona Ne Denilmiş, Şimdi Ne Diyor?
------------------------------------------
Karaman Diyor ki,
Sayın Ahmet Ali Aksoy internette "Bu nasıl bir diyalog, bu gidiş nereye?" başlıklı biz yazı yayınlamış, bana da geldi. Bu yazıda "Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Kültürlerarası Diyalog Platformu" tarafından periyodik olarak tertib edilen "DİYALOG" toplantılarından birini tenkit ediyor. Bu toplantıda Ali Bulaç, Ali Erbaş, Arif Gökçe, Cemal Uşak, Faruk Tuncer, İlyas Üzüm ve Niyazi Öktem ile beraber, Vatikan temsilcisi George Marovitch, Dozideos Anagnasdopavios ve Yusuf Altıntaş gibi Kilise ve Havra mensubları bulunmuştu. Ben huzurlarında "DİYALOG" mevzûunda bir konuşma (sunum) yaptım, toplantıya katılanlar sorular sorarak ve görüşlerini açıklıyarak katkıda bulundular. Daha sonra bu konuşma "Polemik Değil Diyalog" isimli bir kitabda neşredildi.
Sayın Aksoy yanlış bulduğu ifadelerimi -bazılarına cevap da vererek- nakletmiş. Birkaç örnek vereyim:
"Bütün insanların Müslüman olmaları' dinin, Kur'ân'ın hedefi değildir." (Polemik Değil Diyalog, s. 41);
"Müslümanların çoğu 'Peygamberin, bütün din sâliklerini İslâm'a çağırdığına' inanırlar" (Polemik Değil Diyalog, s. 35);
"Peygamberimiz 'Yahudiler mutlaka Müslüman olsun!' demiyor, 'Hıristiyanlar mutlaka Müslüman olsun!' demiyor." (Polemik Değil Diyalog, s. 35);
"Diyaloğun hedefi, tek bir dine varmak, dinleri teke indirgemek olmamalı" (Polemik Değil Diyalog, s. 36);
"Kur'ân-ı Kerîm'de Ehl-i Kita-b'la ilgili devamlı vurgulanan şey; Allah'a iman, âhirete iman ve amel-i salihdir. Kur'ân birçok âyette bunu söylüyor; yani 'Peygambere iman edin' demiyor." (Polemik Değil Diyalog, s. 37);

BİR HATIRA



Bediüzzaman'ın Fener Patriği ile görüşmesini, Mehmet Fırıncı hatıralarında şöyle anlatıyor:

“Üstad Hazretleri (1953 yılında) İstanbul’da bulunduğu zaman İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü idi.“...O gün Fener Patrikhanesine giderek Patrik Athenagoras’ı ziyaret etmiş ve ziyaret esnasında kendisine hitaben, ‘Siz Kur’ân’ı Allah’ın kitabı, Hz. Peygamberi de peygamber kabul etseniz ve Hıristiyanlığın da din-i hakikîsiyle(1) amel et seniz ehl-i necat (Cennetlik) olacaksınız’ demiş. O da ‘Ben kabul ediyorum’ diye cevap vermiş.
(Son Şahitler, 4. Cild, s. 344)

http://www.yeniasya.com.tr/2006/11/29/lahika/default.htm

http://www.nurluhayatlar.com/ustadin-talebeleri/mehmed-firinci.html

http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=10506

*****

1- Teslise inanan Hıristiyanlar hiç bir zaman ve mekanda Hz İsa'ya iman etmiş kişiler değildir bunların tümü kâfir'dir. Hıristiyanlığın hakikîsi diye bir şey de yoktur, Hz İsa'nın tebliğ ettiği Din'de İslam'dır
"Nitekim İsa, onlarda inkârı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten müslümanlar olduğumuza şahid ol" dediler."AL-İ İMRAN/52

"Dürer’de zikredildiğine göre bugünki Yahudi ve Hıristiyanlar “La ilahe illallah Muhammedünrasulullah” deseler dahi Müslüman sayılmazlar. Onlara gerçekten kabul ediyor musunuz diye sorulduğunda, “sizin Peygamberiniz olarak kabul ediyoruz” derler. Bunların imanının kabul edilmesi için mensup oldukları dinden ayrılıp uzaklaşması gerekir. Şayet bir Hıristiyan “La ilahe illallah” kısmını söyler ve kendi dininden uzaklaştığını söylerse Müslümanlığı ile hüküm edilmez “ben Müslüman’ım” desede Müslüman sayılmaz. İslamın lügat manası teslimiyet demektir ki bu söz Müslüman olmasını gerektirmez. Ancak “ben sizin gibi Müslüman’ım” derse Müslüman’dır"
Camiül Mütun/s.91-92

7 Mart 2013 Perşembe

Şefaat Ya Resulullah


ŞEFÂAT

Bir kimsenin bağışlanmasını istemek; bir kimseden, başka bir kimse için iyilik yapmasını ve zarardan vazgeçmesini rica etmek; yardım etmek; başkası hesabına yalvarmak, rica etmek; birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda bulunmak. Şefâat edene eş-şâfi', eş-şefi (başkası lehine taleb eden) denilir.

Bu ayette şefâat; aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek anlamlarına gelir: "Kim güzel bir şefâatla (hayır ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla) şefâat ederse, bundan kendisine bir sevab (hisse) vardır. Kim de kötü bir şefâatle (kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla) şefâatde bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye kadirdir" (en-Nisâ, 4/85) .

Şefâat-ı hasene, iman edip Allah'ın ve kullarının haklarına riayetle beraber, mü'minlerin iyiliği için uğraşmak, onları kötülüklerden ve zararlardan korumaya çalışmaktır. Şefaat-ı seyyie, mü'minlerin ve insanların zarara uğramaları ve kötülüklere düşmeleri için çalışmak ve kötülük çığırları açmaktır. Hangi hususta olursa olsun, bir insan, menfaat sağlayıp zarara uğramasını engelleme yolunda sırf Allah rızası için şefâatta bulunana dünyada ve ahirette bundan nasib ve ecir vardır. Kötülüğe ve zararlara sebeb olanın da bu şefâat-ı seyyienin vebal ve günahından nasibi vardır.

Ahiretteki şefâate gelince, dünyada işlenen bazı günahların âhirette cezalandırılmasından vazgeçilmesi için talebte bulunmak, aracı olmak ve bunun için dua etmektir. Şu halde şefâat, bir mü'minin günahlarının bağışlanması için Allah'a dua edip yalvarmaktır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), "Her Peygamberin bir duası vardır. Ben ise, inşaallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefâat etmek için saklamak istiyorum" buyurmuştur (Buhârî, Daavât, I; Tevhid, 31; Müslim, Nşr. M. Fuâd Abdulbaki, İman, 86).

Ahirette, kendilerine şefâat izni verilen her şefi'in şefâatının sınırı, Allah katındaki yakınlığı ve derecesi nisbetinde nail olacağı izin ve imkânın şâmil olduğu günahkâr mü'minler ile mütenasibtir. Şefâat olunacak mü'minlerin de şefâat edilmeye lâyık olmaları şarttır.

Allah'ın, kullarından faziletli birisinin diğer bir mü'min için hayır isteğine icabet ederek bundan bir zararı gidermesi, yahut onun günahlarını affetmesi, insanlara sonsuz nimet ve lütuflarının bir kısmıdır. Mü'minin, mü'min kardeşinin günahlarının affı için duası Allah katında ona şefâatı türündendir. Allah katında hayırlı bir kulun bu duası ister dünyada iken sağ olan mü'min için olsun, ister ölmüş mü'min için olsun yahud âhirette meydana gelsin aynıdır. Dünyada iken Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mü'minlere duası, onlara bir çeşit şefâatidir. O daha bu dünyada hayatta iken mü'minlere dua ederek şefâatta bulunmuştur. Nitekim Hz. Âişe (r.an)'nın naklettiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s.) çok defa geceleri yatağından kalkar, mü'min ölülere Allah'tan mağfiret istemek için "Bakîu'l-Ğarkad" mezarlığına giderdi (Müslim, Cenaiz, 35).

Yüce Allah'ın kendi yanında mukarreb ve derecesi yüksek bir kulunun diğeri hakkında şefâatını -birine kendi katında itibarı olduğunu göstererek ikram için, ötekine zayıf ve muhtaç olduğundan rahmet olarak- kabul etmesine aklen hiçbir engel yoktur. Allah'ın âhirette, peygamberlerine ve râzı olduğu bir takım zatlara şefâat etmeleri için müsaade etmesi, kendisinin bileceği adalet ve lütuf kanununa dahil olan hikmetindendir. Uhdesinde kul hakları bulunanlar hariç, günahkâr mü'minleri Allah Teâlâ'nın, Lütuf ve fazlıyla affetmesi caiz olunca, peygamberler, mukareb ve iyi kimselerden birinin şefâatına mazhariyetleri halinde bunların Allah'ın mağfiretine nail olmaları da mümkündür.

Ahirette şefâatın olacağı Kitab ve sünnetle sabittir:

Peygamber, velî, şehid ve bildikleri ile amel eden imanlı âlimler ve kâmil mü'minler gibi Allah'ın müsaade ettiği, rızasına mazhar olmuş, nezdinde bir değer ve yakınlığa erişmiş kimselere şefâat etme izni verilebilecektir (el-Bakara, 2/255; Yûnus, 10/3; Meryem, 19/87; Tâhâ, 20/109; ez-Zuhruf, 43/86).

Peygamberler ve diğer şefâatçıların şefâatları, Allah'ın râzı olacağı ve haklarında şefâat edilmeğe izin verdiği kimseler hakkında olacaktır (el-Enbiyâ, 21/27-28; ed-Duhân, 44/41-42; Buharî, Cihad, 189; Müslim, İmare, 6).

Kâfirler için şefâat kapıları kapalıdır (el-Bakara, 2/48, 123, 254; en-Nisâ, 4/116; el-A'râf, 7/53; el-Mü'min, 40/18; es-Secde, 32/4; ez-Zümer, 39/44; el-Müddessir, 74/48; el-İnfitâr, 82/19). Peygamberler bile kâfirlere şefâat edemeyeceklerdir. Kâfirler layık oldukları cezâlarını çekeceklerdir. Hz. İbrahim'in -âhirette babası ile karşılaştığında- onun için hiçbir şefâatta bulunamaması, Allah'tan "Kâfirlere ben cenneti haram kıldım " cevabını alması da buna delâlet eder (Buharî, Tefsir, Sûre 26). Bu konuyla ilgili olarak (bkz. Buharî, Enbiya, 8; Tefsir, Sûre 6; Rikak, 45, 53; Müslim, Fadail, 9). Yalnız Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde, şefâatı sebebiyle amcası Ebû Talib'in ateş çukurunun topuğuna kadar gelen yerinde bulunacağını söylemiştir (Buharî, Meğazi, 73; Müslim, İman, 90). Bu da sadece Rasûlüllah'a tanınan bir şefâat hakkı olsa gerektir. Çünkü Ebû Talib, Rasûlüllah'a pek çok yardım ve iyiliklerde bulunmuştur.

Peygamberlerin şefâatı: Âhirette peygamberlerin hepsine mü'minlere şefâat etme hakkı tanınmıştır (Buhârî, Rikak, 45; Tevhid, 33; Müslim, İman, 81;Ebû Dâvûd, Cihâd, 26;Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 94 vd. 325, V, 43; Tirmizî, II, 66).

Her peygamber kendi ümmetine şefâat edecektir (Buhârî, Tefsir Sûre 18). İnsanlar muhakeme olunmak için mahşerde toplandıklarında, peygamberler, "Allah'ım selâmet ver, Allah'ım selâmet ver" diye duâ edeceklerdir (Buhârî, Rikak, 52; Müslim, İman, 81). Peygamberlerin ve Hz. Peygamberin şefâatı "Şübpesiz ki Allah, kendisine eş tanınmasının (şirk kosulmasının) günahını yargılamaz. Ondan başka dileyeceği kimsenin günahını mağfiret eder" (en-Nisâ, 4/116) âyetinin hükmünce, Allah'ın izniyle mü'minlere şamil olabilecektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) hadislerinde büyük günah işleyenler de dahil, mü'minlerin şefâatına nail olacaklarını söylemiştir (Buhârî, Rikak, 51; Ebû Dâvûd, es-Sünne, 20; Tirmizi, II, 66).

Peygamberler içinde ilk defa şefâat edecek ve şefâatı kabul olunacak peygamber, Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir. (Müslim, Fadâil, 2). Âhirette Hz. Muhammed (s.a.s.)'in bu ilk şefâatı, mahşer halkının muhakemeye başlanılması hakkındaki umûmî ve büyük şefâattır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bir çok hadis kitaplarında zikredilen bu büyük şefâatının (eş-Şefâ'atü'l'uzmâ) ana hatları şöyledir: Allah, insanların hepsini düz ve geniş bir sahâda hüküm ve hesab için toplayacaktır. Orada insanların meşakkat ve gamı dayanılmayacak bir dereceye varacaktır. Bu sırada insanların bir kısmı, diğer bir kısmına, "Size erişen şu fâciayı görmüyor musunuz? Rabbinize size şefâat edecek birisine gidiniz" derler. Sırasıyla Âdem (a.s.), Nûh (a.s.), İbrahim (a.s.), Mûsâ (a.s.) ve İsâ (a.s.) peygamberlere gelirler. Bu peygamberlerden her biri onları diğerine gönderir. Nihayet Hz. İsâ, onları Hz. Muhammed (s.a.s.)'e gönderir. O vakit Hz. Peygamber (s.a.s.) Arş'ın altında secdeye kapanır. Allah ona secdesinde yapılacak hamdlerin en güzelini ilham eder. O Allah'a hamdettiği sırada "Başını kaldır, işte, verilir. Şefâat eyle şefâatın kabul olunur" cevabını alır. Muhakemeye başlanır. Bundan sonra Hz. Peygamber'in şefâatıyla imanlılardan bir miktar cehennemden çıkarılır. Rasûlüllah, bir kaç defa daha secdeye kapanarak Allah'a hamd ve dua eder. En nihayet onun şefâatıyla, Allah'ın izin ve takdiri dahilinde mü'minlerden büyük bir çoğunluk cehennemden çıkarılacaktır. İşte Hz. Peygamber (s.a.s.)'in haiz olduğu bu şefâat makamı "Makâm-ı Mahmûd"dur (el-İsrâ', 17/79; Buhârî, Tevhid, 24; Müslim, İman, 84).

Hz. Peygamber'in şefâatıyla hesaba ve sorguya çekilmeden Cennet'e girecekler de olacaktır (Buhârî, Tefsir, Sûre 18; Müslim, İman, 84).

Cennet'te derecelerin artırılması için ilk şefâat edecek peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir. Bundan dolayı Hz. Peygamber bir hadisinde, "Cennet'te insanların ilk önce şefâatte bulunanı benim" buyurmuştur (Müslim, İman, 85).
Şamil İslam A.

*****

Sual: Şefaati inkâr edenlerin delilleri nedir?
CEVAP
Delilleri yoktur. Misyonerler ile onların oyununa gelenler, kâfirlere şefaat olmadığını ve putların şefaat edemiyeceğini bildiren âyetleri ele alıp,
“Peygamber de, melek de şefaat edemez” diyorlar. Kâfirlere şefaat yok demek, müminlere şefaat yok demek değildir. Şefaatin hak olduğu âyet ve hadislerle sabittir.