29 Ağustos 2012 Çarşamba

Sapkın ve Saptırıcı Seyyid Kutub'un Saçmalıkları


Kısa bir hatırlatma: Seyyid Kutub l903 ‘de Mısır’ın Said bölgesi köyünde doğdu.Ailenin ikinci çocuğu idi.... Birincisi Hamide Kutub, ikincisi kendisi, üçüncüsü Emine Kutub ve dürdüncüsü Muhammed Kutub.İlk okuldan sonra orta ve liseyi Kahire’de dayısının yanında okudu. Bu esnada ailesi de Kahire’ye taşındı. Yüksek tahsilini meşhur (!) Ezher’in Edebiyat fakültesinde yapmış olduğundan, her hükmü edebiyatçı yaklaşım ile ele alarak, ehl-i sünnet ve cemaat çizgisini tanımayanları kolay ikna etmiştir. 1941 yılında Sosyoloji doktorası için resmen Amerika’ya gitti. Önce sosyalist fikirleri yaydı..Sonraları Kahire müftüsü ve mason locası başkanı olan Abduh’un dinde reformist yolunu benimsedi.Hükümeti ve halkı tekfir etmek (Kafirlikle suçlamak) suçundan 1966 da idam edildi.

Ahmed Davudoğlu merhum, O’nun için :”Seyyid Kutb bir ediptir, biraz dini kültürü vardır.Sözü dinde sened olamaz.Çünkü, (icazetli) din alimi değildir” buyurmuştur.[1] Bir insanın sözünün dinde sened olabilmesi için icazetli ehl-i sünnet ve cemaat alimi olması lazımdır.Hele icazetsiz birinin tefsir yazması cinayettir.Şehid olmuş mudur, olmamış mıdır meselesi için : Üstad Necip Fazıl merhum:”Sahte Kahramanlar konferansımda gerçek kahraman olarak göstermiştim. Fakat sonradan gördüm ki, Seyyid Kutub bir İbni Teymiyye meddahıdır ve kellesini kaptırdığı sosyalizma yularının zoruyla Hazreti Osman (RA)’a adaletsizlik isnad eden ve dil uzatan bir bedbahttır. İdam edilmeden bu sapıklıklarından istiğfar ettiğini söyleyenler oldu. Eğer öyle ise şehid.. Değilse, mücadelesi kafire karşı bir sapığın davranışından ileri geçmeyen bir zavallı.”[2]

*****
Sapkın ve Saptırıcı Seyyid Kutub'un Saçmalıkları

“Fi-Zilal-il Kur’an” tefsirinin sahibi Seyyid Kutup dikkat edilirse bir gazetecinin ve bir politikacının tabi’i sanatı olan yaldızlı ve heyecanlı yazıları ile okuyuculatını vecde getiren bir hatiptir. O, kapalı bir hazineyi satılığa çıkaran bir tellal gibi, İslamiyeti yalnız övmekte, içini açıp cevherleri teşhir etmeyip, İslam alimlerini ve onların kitaplarını sanki gençlerden saklayıp, kendi görüşlerini din bilgisi olarak teşhir etmektedir.

   Bir artist rolü ile okuyucularını teshire çalışırken, çok yerde tezatlara düştüğünü, kendi kendini yalanladığını anlayamamıştır.

   İslamiyeti kendine göre yorumlaması, yazdıklarını benimseyenlerin küfre kadar götürmektedir.

   Bakınız mesela Maide suresinin 115. Ayetini tefsir ederken “Semadan sonra inme kıssası, hıristiyan kitaplarında, Kur’an-ı Kerimde varid olduğu gibi zikredilmez. Hazreti İsa’nın vefatından çok sonra kaleme alınmış olan bu İncillerde…) demektedir. Halbuki “hazreti İsa’yı öldürmediler, Onu asamadılar” ayeti kerimesini daha önce kendisi uzunca açıklamıştı. Ayeti kerimeler İsa Aleyhisselam’ın öldürülmediğini açıkça belirtiyor. Nisa suresi 157. Ayetinde: “O’nu öldürmediler ve asmadılar” buyruluyor. Seyid kutub’un öldürüldü diyerek tefsir ettiği ayete ise “teveffi” dedildiğini, yani göğe çıkarılma işinin tam olduğunu haber veriyor.

   İsa (Aleyhisselam’ın) öldürüldüğünü savunarak Ehli sünnetten ayrılan Seyyid Kutup’un ne denli cahil olduğunu şimdi daha iyi anlayacaksınız.

28 Ağustos 2012 Salı

Abdülaziz Bayındır, Meral Okay ve Mezhepler-1

 
Başlıkta geçen iki ismin birbiriyle tamamen ilgisiz olduğunu düşünecek olanlar haklıdırlar. Ancak, yazımız okunduğunda ve Bayındır’ın, adı geçen müteveffa senarist hakkında kendisine sorulan bir soruya verdiği cevaba muttali olunduğunda, aynı ‘alâkasızlık’ durumunun o cevapta da cari olduğu görülecektir.

Efendim mesele şudur:
Bayındır’a, ölümünden sonra yakılmayı vasiyet eden bu senaristin durumu hakkında bir soru soruluyor. Süleymaniye Vakfı’nın internet sitesinde yer alan görüntülü cevabında [1] Bayındır, soruyla hiç ilgisi olmadığı halde, meseleyi mezheplerle irtibatlandırıyor ve mealen “Bu mezheplerin anlattığı dini duyan insanların, cesetlerinin yakılmasını istemelerine şaşmamak lazım” şeklinde özetlenebilecek, kanaatimce çok ‘absürt’ bir mukabelede bulunuyor.

İşin içine şahsî yorumumuzu katmış olmamak için ilgili soru ve cevabı aynen alıntılıyorum. Dileyenler dipnottaki adresten videoyu da izleyebilirler.

Soru: “Hocam biliyorsunuz, dün ünlü bir senarist hayatını kaybetti. Kendisi, öldüğünde cesedinin yakılmasını emretmişti. Böyle bir durumda müslüman bir toplum nasıl davranmalıdır?”

Vehhabilik son din mi ki?


Vehhabiler, (Münafıkları Allahü teâlâya ve Resulüne çağırırsanız, yüz çevirirler, gelmezler) âyet-i kerimesini yazarak, Ehl-i sünneti bu münafıklara benzetiyorlar. (Ehl-i sünnete âyet, hadis gösterilince, bunlardan yüz çevirip mezhep imamlarına uymakta ısrar ediyor, müşrik oluyorlar) diyorlar. (Feth-ül mecid, s.393)

CEVAP
Burada da, Ehl-i sünnet olan müslümanlara iftira etmektedirler. Münafıklar için, kâfirler için, puta tapanlar yani müşrikler için gelmiş âyet-i kerimeleri güya delil göstererek kendileri gibi inanmayan müslümanlara müşrik, kâfir demektedirler. Kendileri gibi yani vehhabi gibi inanmadığımız için, atalarımız da biz de güya şirk üzere yani kâfirlik üzere imişiz. Asırlardır milyarlarca müslüman hep müşrik olarak yani kâfir olarak ölmüşler.

Birinci maddede yani Vehhabilik Nedir maddesinde de yazdığımız gibi şöyle diyorlardı:
(Vehhabilik gelmesi ile, dininiz şimdi tamam oldu. Allah sizden razı oldu. Babalarınız kâfir idi, müşrik idi. Onların dinlerine uymayınız! Onların kâfir olduklarını herkese anlatınız!)

(Ey cemaat! Bugün dininiz tamam oldu. Müslüman oldunuz. Allah’ı sevindirdiniz. Artık babalarınızın, dedelerinizin bozuk olan dinlerine özenmeyiniz! Allah’ın onlara rahmet etmesi için dua etmeyiniz! Onların hepsi şirk üzere öldüler. Müşrik idiler.)

(Allah’a nasıl ibadet edeceğinizi, nasıl dua edeceğinizi, din adamlarımıza verdiğim kitaplarda bildirdim. Din adamlarımın bildirdiklerine uymayanlarınız olur ise, mallarınızın ve eşyanızın, çocuklarınızın ve kadınlarınızın, kanınızın, askerim için mubah olduğunu biliniz! Hepinizi zincire bağlayıp, işkence yapacaklar ve öldüreceklerdir.)

Şimdi vehhabilere soruyoruz:
İslamiyet hak din değil mi, ki vehhabilikten önce ölenler müşrik olarak ölmüşler?
Vehhabilik Allah’ın gönderdiği son din mi ki, şimdi inanmayanlar kâfir olsun?


Bir müslümanın âyet ve hadislerden yüz çevirmesi düşünülemez. Bu bir müslümanın yapabileceği iş de değildir. Ancak, Allah’a ve Resulüne iman etmeyen kâfirler, puta tapanlar yani müşrikler için gelen âyetlerin müslümanlarla ne alakası var? Biz bu âyet-i kerimelerden yüz çevirmiyoruz. Vehhabilerin İngiliz casuslarının tuzaklarına düştüklerini söylüyoruz. Münafıklar, kâfirler, puta tapan müşrikler için gelmiş âyetleri, yine bunlar için söylenmiş hadisleri müslümanlara yükleyerek fitne çıkarıp bölücülük yaptıklarını, ehl-i sünnet yolundan ayrıldıklarını söylüyoruz.

Bir mezhep imamına uymanın müşriklik olduğunu demeleri çok yanlıştır. Kendileri, imamları ibni Teymiye’nin, ibni Kayyım’ın, Abdülvehhab oğlunun yolundan gidince müşrik olmuyor da, biz imam-ı a’zamın, imam-ı Malik’in, imam-ı Şafii’nin, imam-ı Ahmed’in yolundan gidince mi müşrik oluyoruz?

Bunlar, İngiliz casuslarının tuzaklarına düştüklerini ne zaman anlayacaklar? Rafiziler de ibni Sebe’nin tuzağına düşmüşlerdir.

Mezhepsizleri Tanıma Yolları


Ehl-i sünnet itikadı ve diğer doğru bilgiler bilinirse, bunun zıddını savunanların sapık oldukları anlaşılır. Piyasadaki sapıkların Ehl-i sünnete aykırı görüşlerinden bazıları şunlardır:

1- Amentü’deki altı esastan birini inkâr etmek, mesela "hayır Allah’tan, şer şeytandandır" demek veya kaderi inkâr etmek,
2- "Amel, imandan cüzdür" demek, [Mesela "namaz kılmayana kâfirdir" demek.]
3- "İman artıp eksilir" demek, [İman nuru, kuvveti artıp eksilir demeli.]
4- "Kur’an-ı kerim mahlûktur" demek,
5- "Allah Arş’ta" demek. İstiva kelimesine yanlış mana verip "Allah Arş’a oturdu" demek,
6- Kabir sualine, kabir azabına, şefaate, sırata, hesaba veya mizana inanmamak,
7- "Allah gaybı, enbiya veya evliyasına bildirmez" demek,
8- Evliyanın kerametini inkâr etmek,
9- Eshab-ı kiramın hepsi cennetlik iken, herhangi birini kötülemek, "Ben Muaviye’yi sevmem" demek
10- İki kayınpederi [Hazret-i Ebu Bekir’le, hazret-i Ömer’i] diğer sahabelerden üstün bilmemek. İki damadı [Hazret-i Osman’la hazret-i Ali’yi] sevmemek,
11- Miracın, ruh ve bedenle birlikte olduğunu inkâr etmek.
12- Peygamberlerin günah işlediğini söylemek.
13-Bugün için, dört hak mezhepten birinde olmamak. (Bütün mezhepleri tahkik ederim, doğru olanı alırım) veya (Mezhebe girmemeyi caiz görürüm) demek, yani mezhepsizliği de caiz görmek.
Dört hak mezhep tabirini kullanmamak.
14- Dindeki dört delili kabul etmeyip, (Yalnız Kur’an, yalnız Kitap ve sünnet) demek.
15- “Resulullah’tan sonra, rasul gelmez; ama nebi gelir “ demek.
16-  Öldürülenin, intihar edenin eceliyle öldüğünü inkâr etmek.
17- "Peygamberin üstünlüğü, çalışmakla elde edilmiştir" demek.
18-  Deccal, Dabbet-ül-arz, Hazret-i Mehdi’nin geleceğine, Hazret-i İsa’nın gökten ineceğine ve diğer kıyamet alametlerinden birine bile inanmamak.
19- “Ahirette de Allahü teâlâ görülmez " demek.
20- “Kâfirler Cehennemde sonsuz kalmaz, Cehennem ebedi değildir ” demek.
21- “Günahkâr müminler Cehenneme girmez, Cehenneme giren hiç çıkmaz” demek.
22- Mest üzerine meshi caiz görmemek.
23- Sultana [devlete] isyanı caiz görmek.
24- Allahü Teala'nın düşman olduklarına düşmanlık yapıp dost olduklarına dostluk yapmamak.
(mesela mezhepsizleri savunmak )

Sapıkların ehl-i sünnet’e aykırı diğer görüşleri:

1- "Yahudiler de, Hıristiyanlar da cennete girecek" demek.
2-" La ilahe illallah  diyen cennete girer ,Muhammedün resulullah demeye
gerek yok" demek.
3- “ Deccal bir akımdır, İsa ve Mehdi de manevi şahıs yani ruh olarak gelecek” demek.
4- "Hazret-i İsa, gelince hakiki Hıristiyanlığı yayacak" demek. (İsa aleyhisselam şeriat-i Muhammedi ile hükmedecek)
5- Hazret-i Mehdi’nin vasıfları uymadığı halde, birilerine Mehdi demek.
6- İbni Teymiyye’yi, mason Abduh’u, diğer mezhepsizleri ve bid'at ehlini savunmak.
7- "Enbiya ve evliyanın kabirlerine gidip onların hürmetine dua etmek, onlardan
yardım istemek caiz değildir" demek.
8- "Vehhabi olsun, Mutezile olsun, yani bid’at ehli de olsa, herkesi severim" demek.
9- "Ruh ölür, ruhlar ve ölüler işitmez" demek.
10- Naylon çoraba meshi caiz görmek.
11- İslam halifelerini, Osmanlı sultanlarını kötülemek.
12- "Kaza namazı kılmak gerekmez" demek.
13- İhtiyaç veya zaruret halinde dört hak mezhepten birini taklit etmeyi kabul
etmemek veya her mezhepten kolay gelen hükümle amel etmek.
14- Mezhebe bağlanmak için, "mezhep taassubu" tabirini kullanmak
15- "Zuhr-i âhir diye bir namaz yoktur" demek
16- "İslami görüş, İslam düşüncesi, İslam felsefesi, İslamcı" gibi tabirler kullanmak.
17- İslâm âlimlerini kötülemek maksadıyla, kitaplarında uydurma hadis olduğunu
söylemek.
18-Telkini, devir ve iskatı inkâr etmek.
19- "İncil ve Tevrat tahrif edilmemiştir." demek
20- "Kadınlar evde yalnız namaz kılarken başının örtmesi gerekmez" demek
21- "Kur'an-ı Kerim okumak için abdestli olmaya gerek yoktur." demek
( M.İslamoğlu)
22- "Hayızlı kadın isterse oruç tutabilir." demek (M.İslamoğlu)
23- Kur'an-ı Kerim ayetlerinin Tarihsel olduğunu iddia etmek,hükümlerinin geldiği
devire ait olduğunu söylemek.
24- Ehl-i Kitap olan Hıristiyan ve Yahudileri ilgilendiren ayetlerin sert olduğunu
söyleyip " o ayetlerin o günkü Yahudi ve Hıristiyanlar için gelmiştir, zamanımızdaki ehl-i kitabı bağlamaz." demek. (Halbuki muhkem bütün ayetler kıyamete kadar geçerlidir.)
Akademim

Ehli Sünnet Adı Kullanılarak Yapılan Sapıklıklar - Vehhabi-Selefi Tehlikesi


İslam âleminde en yaygın inanç ehl-i sünnet ve’l-cemaat inancı. Müslümanların çoğu bu inanca mensup. İkinci yaygın inanç şiîlik. Bunlardan başka, sapık olmakla beraber İslam dâiresi içinde kabul edilen başka mezhepler de var. Vehhâbîlik, müşebbihe, mûtezile, lâedriye vesâire…

 Herkes kendi yolunu doğru kabul ediyor. Sapık mezheblere mensup olanlar da öyle. Onun için kendi mensuplarını çoğaltmak istiyorlar. Bu düşünceyle, her türlü yalanı meşru görenler var. Zamanımızda bazı sapık mezheb mensupları zehiri altın tasta sunuyor. İslam âleminin kâhir ekseriyeti ehl-i sünnet olduğu için, kendi mezheplerinin görüşlerini yazdıkları kitaplara ehl-i sünnet ismini veriyorlar. Ehl-i sünnete göre şu mesele, bu mesele gibi isimlerle kitaplar basıyorlar.

Ehl-i sünnet olan Müslümanları kandırmaya çalıştıkları noktalardan biri de “İstivâ” meselesi…
Tâhâ sûresi 5. âyet ile A’raf sûresi 54. âyette geçen istivâ kelimelerini Ehl-i sünnet inancına ters bir şekilde ele alıp bunu kitaplaştırıyor ve böyle kitaplara da Ehl-i sünnet ismi veriyorlar.

Bu kitaplarda hangi inancı işliyorlar?

Allah’a cihet nisbet ediyorlar. Allah’ın –hâşâ- Arş üzerinde oturduğunu söylüyorlar.
Oysa birçok Ehl-i sünnet âlimi, Allah’a cihet nisbet edenlerin küfre düşeceğine hükmetmiş. Zira bu inanış, Allah’ın cisim sahibi olduğuna inanmayı gerektirir.

Benden Değil Allah'dan Yardım İstenir Hadisinin Manası


Bir hadisi şerifte varit olmuştur ki; peygamberimiz zamanında bir münafık müminlere çok sıkıntı çektirmeye başlamış. Hz. Ebubekir: “kalkın resulüllaha gidip bu münafık için yardım isteyelim” demiş ve yanına gitmişler. Resülüllah -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz onlara: “benden değil Allah’tan yardım istenir”[1] buyurmuştur.

Yardım istemenin (istigase) caiz olmadığını ileri sürenler bu hadisi şerifi delil getirmişlerdir fakat buda batıl bir istidlaldir. Zira eğer hadisi bu şekilde delil kabul edecek olursak hadisin zahirinden hareketle resulullahtan hiçbir şey istenemeyeceğini anlamak zorundayız. 

27 Ağustos 2012 Pazartesi

“Ölünün Ardından Kur’an Okunmaz” diyen Vehhabi'lere Reddiye


Cenaze namazında ölü için dua meşru kılındığı gibi, defin sonrası istiğfar ve dua da meşru kılınmıştır. Bir hadiste “Kardeşiniz için bağışlanma dileyin. Onun için (kabir sualine cevap vermede) muvaffakiyet isteyin. Çünkü şu anda hesaba çekiliyor”[45] buyrulmaktadır. Bu konuda İbn Kudâme de şöyle demektedir: “Ölü için dua etmenin, istiğfarda bulunmanın ve onun adına sadaka vermenin ona fayda vereceği ve sevabının kendisine ulaşacağı hususunda âlimler arasında ihtilaf yoktur. Bu ameller, ister ölünün çocuklarından ister akrabalarından isterse diğer müminlerden olsun durum aynıdır. Evlatların, namaz, oruç, Kur’an tilaveti gibi sırf bedenî ibadetlerinin de ölüye faydası varken diğer müminlerin zekât, kefaret gibi sırf malî ibadetlerinin ecirleri de ölüye ulaşır.

Hanefilerin görüşüne göre dua, istiğfar, sadaka, Kur’an tilaveti, zikir, namaz, oruç, tavaf, hac, umre vb. ibadetlerin ve yapılan her türlü iyiliğin sevabını dirilere ve ölülere bağışlayanların bu bağışları o kişilere ulaşır.
Hanefi fakihi Zeyla‘î (ö.762/1360) bu konuda şöyle diyor: “Bir kişinin yaptığı amelden ölüye bir faydanın ulaşması aklen imkânsız değildir. Zira bu durumda kişi kendine ait bir ecri başkasına bağışlamıştır. O ecri, bağışladığı kişiye ulaştıracak olan da Allah’tır. Onun buna elbette gücü yeter. Herhangi bir amel bu konuda istisna da edilmemiştir.”[46]

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Sakınılması gereken bidat ehli hocalardan bazıları


Ehl-i Sünnet İtikadından Ayrıldıkları Noktalar

 Cemaleddin Afgani:

Cemaleddin Afgani
Cemaleddin Afgani
Aslen şiadır, İran’lıdır. İngiliz casusu olduğu ve mason olduğu tespit edilince Sultan II. Abdulhamid tarafından İstanbul’da göz hapsine alındı. İstanbul'dan çıkmasına izin verilmedi. Bir gün İngiliz Elçiliğine doğru, alış veriş yapıyormuş gibi yaparak yavaş yavaş yaklaştı. Az bir mesafe kaldığında hızla elçiliğe doğru koşmaya başladı. Sultan Hamid'in peşine taktığı hafiyeler üzerine kapanarak onu engellediler. Son yapılan araştırmalarda Yahudi hahamı kıyafetinde fotoğrafı bulunmuştur. Masonluğun Allah'ı inkar eden koluna üyeydi. Bir çok sapkın fikri yaymış ve Abduh başta olmak üzere bir çok sapık talebe yetiştirmiştir. Modernisttir. Ülkemizdeki Türk milliyetçilerinin reislerini/kurucularını tesir altında bırakmıştır. Araplara Arap milliyetçiliği fikrini, Türklere Türk milliyetçiliği fikrini aşılamıştır. Tamamen Masonik ve Yahudi menfaatleri doğrultusunda çalışmıştır. İstanbul'a geldiğinde kendini Afganistan'lı bir sünni alim olarak tanışmışsa da devrin şeyhülislamının dikkati ile yakayı ele vermiştir. Cemaleddin, bir konferansında "Peygamberlik de sanatlardan bir sanattır." (Yani Allah vergisi değildir, evliyalık gibi çabalama ile, mücadele ile ulaşılacak bir makamdır.) manasından konuşunca Şeyhülislam derhal müdahale etmiş ve asıl kimliği meydana çıkmıştır. Sultan Abdülhamit'i tahttan indirmek isteyen, kendisi gibi İngiliz ajanı Blunt ile işbirliği yapmıştır. İran'ın Hemedan şehrindeki akrabalarına ulaşılmış ve hayatındaki her şey gibi Afganlı olduğu iddiası da çürütülmüştür. Ömründe bir kez bile Afganistan'a gitmemiştir. İran üzerinde, o tarihlerde Ruslar ile İngilizler arasındaki petrol mücadelesinde İngiliz menfaatlerini kollamış ve Ruslara yakın duran şaha karşı mücadele etmiştir. İslami kimlik kullanarak, İranlıları farkında bile olmadan ingiliz menfaatlerine uygun hareket ettirmiştir.


24 Ağustos 2012 Cuma

Selefiye / Selefilik yada Selefiyecilik nedir?


Sual: Selefiyecilik nedir? Selefiye mezhebi diye bir mezhep var mı?
CEVAP
Selefiyecilik, vehhabiliğin kamufle adıdır. Vehhabiler, bu isim altında kendilerini gizliyorlar. Hatta kendilerine hakiki ehl-i sünnet anlamında Ehl-i sünneti hassa diyorlar.

Selef, önceki demektir. Istılahta Sahabe ve Tabiine Selef veya selef-i salihin denir. Selef-i salihinin yolunda bulunan müslümanlara (Ehl-i sünnet) denir. Ehl-i sünnet olmayıp, Ehl-i sünnet âlimlerinin nasslarda açık bildirilmemiş olan ahkamdaki ictihadlarını beğenmeyen ve bu manası açıkça anlaşılamayan nassları yanlış tevil ederek, anladıklarını Selef-i salihinin yolu olarak savunan sapıklara Selefiye denir. Selefin mezhebi vardır, selefiye mezhebi diye bir şey yoktur. Selefin mezhebi ise ehl-i sünnet vel cemaattir.

Ehl-i sünnet itikadından ayrılan bazı din adamları Selefiye adını verdikleri sapık bir yol tutmuşlardır.
Bunun itikadda mezhep olduğunu söyleyip, kitaplarında yazmışlardır. Halbuki İslamiyet’te Selefiye mezhebi diye bir şey yoktur. Ehl-i sünnet âlimleri böyle bir şey bildirmemişler ve kitaplarında asla yazmamışlardır.

İbn-i Teymiyye'ci Nurettin Yıldız, Vehhabi kafası ile hareket edip Şefaati inkar ediyor

 Nurettin Yıldız, İmam Hatip lisesinin ardından İlahiyat Fakültesine gitmiş, burada iki sene eğitim aldıktan sonra Mekke Üniversitesi'ne geçiş yapmış ve burada Usul-i Fıkıh bölümünü bitirmiş olmasına rağmen ülkesine dönmeyip uzun yıllar Mekke'de kalmış ve 1990 yılına kadar ülkesine dönmemiş bir isim. 
Bilindiği gibi İngilizler Suudi ailesine bir devlet kurarak (Suudi Arabistan), buraları ve üzücü ki Mekke ve Medine ahalisini bile ekseriyetle Vehhabileştirdiler. Zaten Vehhabiliği de İngilizler kurdular. İngiltere 1945 yılına kadar dünyanın süper gücü olan bir devletti. Osmanlı'yı tamamen yıkıp hilafeti de tamamen kaldırana kadar akıl almaz istihbarat oyunları gerçekleştirdi. Vehhabi’lik bunlardan sadece biri...

Vehhabilerin en belirgin alametleri;
* Şefaati inkâr etmeleri

* Kabir ziyaretlerini yasaklamaları

* Olur, olmaz her şeye şirk demeleri, sürekli mü'minleri tekfir etmeleri

* Hak tarikatları da inkâr etmeleri, tasavvufu kökten inkâr etmeleri

* İbni Teymiye denilen, önceleri genç yaşında büyük Hanbelî âlimi olan ama maalesef sonradan sapıtan ve İslam devleti tarafından kendisine verilen zindan cezaları içinde vefat eden, hâşâ Allah'a cisim, mekân isnat eden, şefaati ve birçok İslami rüknü inkâr eden, bazı sahabeleri tekfir edip kâfir diyen nasipsizi büyük âlim bilmeleri. Hatta İbni Teymiye’den büyük kimseyi tanımamalarıdır. 

* İbni Teymiye’nin yolunu usulünü Necd bölgesinden başlamak üzere bütün Arabistan'a yayan ve yine İngiliz İstihbaratının oynattığı Muhammed bin Abdülvehhab'ı da çok büyük bilmeleri ve onun hakkında söz söyletmemeleri, en ufak bir eleştiriye bile çok sert karşılık vermeleri.

Nurettin Yıldız,
* Peygamberlerin ya da velilerin (yüzü suyu) hürmetine Allah’tan bir şey istemenin caiz olmadığını iddia eder. Hatta buna şirk diyen âlimler (!) olduğunu iddia eder.

* İbni Teymiye gibi sapıkların babası olan bir kişiye; “şeyhülislam ve müctehid” diye hürmet eder. İbni Teymiye hayranıdır, İbni Teymiye’yi Müceddid kabul eder.

* İbni Teymiye’yi, İkinci Bin Yılın Müceddid İmam Rabbani Hazretleri (k.s.) ile bir tutar.

* Seyit Kutup gibi bazı sapık kişileri övmesine karşın bazı Ehl-i Sünnet âlimlerini ise sapıklıkla itham eder.

* Tasavvufa ve tarikatlara kötü bakar.

* Konuştuğu zaman ayet hadisten ziyade nefsine göre konuşur.

* Bir dönem Mustafa İslamoğlu’nun kanalı olan Hilal Tv’de program yapmıştır.
 
Nurettin Yıldız, Senabil Vakfı kurucusu. Ayrıca, Senabil Vakfı mensuplarının kurdukları Sosyal Doku Vakfı ile de içli dışlı. www.fetvameclisi.com da guruba ait önemli sitelerden... Sitede ilk önce göze çarpan husus, Nurettin Yıldız'ın Vehhabiler ile Sünniler arasında ciddi sorunlara yol açan meselelerde net ifadeler kullanmamış olması. Yaklaşık 5 dakikalık bir video fetvada, kabir ziyaretinin caiz olup olmamasına dair net tek bir ifade yok. Dinleyenin istediği tarafa çekeceği yuvarlak, taktik cümleler. Samimi bir ilim adamına yakışmayacak, dinleyen sünni Müslümanları, kendisi hakkında, "bu adam ikiyüzlü mü?" zannına sevk edecek hiç hoş olmayan bir üslup...

Said-i Nursi de bağlıları da en temel İslami ilimlerden yoksunlar


Said Nursî’nin Risâle’leri Üzerine Umûmî Bir Değerlendirme

Risâle’lere umûmî olarak bakıldığında, eskilerin ta’biriyle sugrası, kübrâsı ve neticesi olmayan, şimdikilerin deyimiyle, başlangıç, gelişim ve sonucu olmayan, neyi, niçini, niye götürmeyen, niçin yazıldığı, kâri’lere neleri nasıl öğreteceği belli olmayan bir kısım tekrarlardan meydana getirilen, ciltlenmiş kağıt tomarlarından ibâret olduğu görülür. 

Risâle’lerdeki usandırıcı tekrarlar atılmış olsa, 120, 130, 140 ve hattâ 150 civarında olduğu söylenen bu risâle’ler tek bir kitap halinde toplansa, ancak Merhûm Ömer Nasûhî Bilmen Hoca’mızın te’lifatı arasında bulunan, Büyük İslâm İlmihali kadar bile bir hacme sahip olmaz. 

Usandırıcı tekrarlar dolaysiyle, bu risâle’lerden herhangi birisini sonuna dek okuyan, okuduğunu anlayan birisi olduğunu sanmıyorum. Ancak, Said Nursî şakird’leri gibi, ne okuduğunun farkında olmayan, okuduğunu anlamayan, bu risâle’leri sadece bir vird olarak okuyanlar sonuna kadar okuyabilirler. 

Arap Edebiyatında belagat ve fesâhat incelenirken, “Haşiv” olarak değerlendirilen bıktırıcı bu tekrarlar; ziyâdesiyle hadsizlik bir cür’etle maalesef, şöyle savunuluyor. “TENBİH: Risâle-i Nûr, Kur’ân’ın ve Kur’ân’dan çıkan bürhânî bir tefsir olduğundan, Kur’ân’ın, nükteli, hikmetli, lüzumlu, usandırmayan tekraratı gibi (Hâşâ, Sümme Hâşâ) onun da lüzumlu, hikmetli, belki zarûrî maslahatlı tekraratı vardır. Hem Risâle-i Nûr, zevk ve şevk ile dillerde usandırmayan, dâima tekrar edilen Kelime-i Tevhîd’in delilleri olmasından, zarûrî tekraratı kusur değil; usandırmaz ve usandırmamalı..” (Şualar, Temmuz 2009 İstanbul Baskısı, Sahife 70 Hâşiye) 

23 Ağustos 2012 Perşembe

Said-i Nursi (Said Okur) Gerçekten Müceddid mi?


Sanal ve çizgi film müceddidi!...

İmâmü’l-Müfessirîn (tefsirci’lerin önde geleni), İmam-u Fahruddîn-i Râzî Hazret’leri Cenab-ı Hakk’ın, Cenab-ı Vâcibü’l-Vücûd’un ispatı hakkında tamı tamına binbir delil bulmuştu. İmam-ı Şa’ârânî Hazret’leri, “Allah’ın varlığının sübûtü için binbir delil’e ne hâcet! Kâinat’da tek bir zerre bile O’nun sübûtuna kâfî’dir” dedikten sonra, “Bu adamın Cenab-ı Hakk’ın vücudu sübûtu hakkında ne kadar şüphesi varmış ki, binbir delil ile ispata çalışmıştır.” diyor..

Risâle-i Nûr şakird’lerinin üstaz’ları hakkında o kadar şüpheleri vardır ki, habire şahid’ler, habire deliller bulmaya çalışıyorlar.

Mürşid-i kâmil ve müceddid: 

Nurcular ve 1001 Gece Masalları



Risâle-i Nûr, Said Nursî şakird’lerinin üstadları hakkında o kadar şüpheleri vardır ki, ha bire onun hakkında, şâhid’ler gösterme gayreti içine girmektedirler.

“(Resûlüm!) De ki; Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini azîz (yüceltir), dilediğini de zelil (alçaltırsın), kılansın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kâdirsin.” (Âl-i İmran 3/46) 

Cenab-ı Hakk, bir kulunu belli bir asır’da müceddid, mürşid-i Kâmil gönderecekse âlem-i Ezel’de, Tensib-i İlâhî ile tensip eder, dünya’ya geldikten sonra da onu aziz kılar ve mertebesini insanlar arasında yüceltir. 

Allah’ın aziz kıldığı (yücelttiği) bir kulunu, bütün insanlar bir araya gelseler zelil kılamazlar (alçaltamazlar), Allah’ın zelil kıldığı, alçalttığı bir kulunu da bütün insanlar bir araya gelseler de aziz kılmaya çalışsalar, (yüceltmeye çalışsalar) yine de onu aziz kılamazlar, yüceltemezler.
Şakird’ler, hiç bir suretle üstad’larında bulunmayan, esâsen kendisinin de herhangi bir iddiası bulunmayan, tecdid, irşâd, hattâ mehdî’lik isnadı gibi ifrat ve tefritlerini zorlama şahid’liklere dayandırmak istiyorlar. Önce Necmeddin Şahiner imzasıyla, “Son Şahidler”, “40 YAZARIN KALEMİNDEN BEDİÜZZAMAN”, kitaplarını neşrettiler. Şimdilerde, Salih Okur imzasıyla “Ulemânın Gözüyle Bediüzzaman”, kitabını yayınlamışlardır. 
Tespitlerimize göre, gerek daha önce neşredilen “Son Şahidler” de, “40 Yazarın Kaleminden Bediüzzaman”da ve gerekse son yayınlanan “Ulemânın Gözüyle Bediüzzaman” da yazılarına, görüşlerine yer verilen pek çok zevât ile yüzyüze herhangi bir mülâkatta bulunulmamış, hayâlî mülâkatlarla kendi söylemek istediklerini, isimleri, Efkâr-ı Umûmî’de i’tibâr sahibi zevâta söyletmişlerdir. 

Salih Okur imzalı, “Ulemanın Gözüyle Bediüzzaman” kitabının ön kapağında, Said Nursi’nin Kuvvacı Kalpaklı bir resmi merkeze oturtulmuş, onun etrafına, asrımızın, Sahib-i Zamanı, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmili, Müceddid ve Medâr Mürşid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri’nin, devrimizin büyük âlimlerinden Merhûm Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretleri’nin, Osmanlı Şeyhulislâmlarından, Mustafa Sabri Efendi’nin ve otuza yakın kimsenin resimleri onun etrafına serpiştirilmiştir. 

Verilmek istenen mesaj, “Bu asırda ulema’nın en büyüğü, merkezi, Said Nursî’dir, diğerleri de buna şahid’lik etmektedirler.” 

Said-i Nursi(Said Okur)'nin küfre götüren büyük hataları

Said Nursî’nin hemen hemen, bütün risâle’lerinde tekrarladığı (Esâsen, risâle’ler birbirinin usandırıcı birer tekrarından ibârettir.) çok önemli, fâhiş, te’ville, tashîh ile telâfisi mümkün olmayan, “eski Said, yeni Said,” tekerlemeleriyle geçiştirilmeyecek, inananları küfre kadar götürecek hatâ’larla doludur. 

Fâhiş ve küfrü mültezim büyük hata’lar zinciri: 
1- Teslis Akîde’sine sâhip, müşrik Hıristiyan’ların, şehîd olduklarını ve cennete girebileceklerini iddia etmiştir;
“Bir zaman, eski Harb-u Umûmî’de, düşmanların, ehl-i İslâm’a ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pekçok müte’llim oluyordum. Fıtratımda, şefkat ve rikkat ziyâde olduğundan, tahammülüm haricinde azap çekerdim. Birden kalbime geldi ki, o maktûl ma’sumlar şehid olup velî olurlar; Fânî hayatları, bâkî bir hayata tebdil ediliyor; ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup, bâkî bir mal mübâdele olur. Hattâ, o mazlumlar kâfir de olsa âhirette kendilerine göre o dünyevî âfattan çektikleri belâlara mukâbil rahmet-i İlâhiye’nin hazînesinden öyle mükâfatları var ki, eğer Perde-i Gayp açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tazâhür-ü rahmet görünüp, “yâ Rabbî! Şükür elhamdülillâh” diyeceklerini bildim ve kat’î bir suretle kanaat getirdim. Ve İfrat-ı Şekfat’dan gelen şiddetli te’sir ve elemden kurtuldum.” (Kastamonu Lâhikası, (49), Yeni Asya Neşriyatı, İstanbul, Temmuz 2004, 3. Baskı)...

Aşkın Müslüman ettiği kırk rahip



Rum diyarında Ammuriye denilen yerde "Deyr-ul Envar" diye bilinen bir manastır vardır.

Bir yolculuk esnasında buraya uğradım. 

Manastırda kırk tane rahip vardı. 

Rahip başı, rahipleriyle beraber beni karşıladılar ve büyük ikramlarda bulundular.

Rahip başının adı Abdülmesih idi.

Ammuriye de işimi bitirdikten sonra Enbar şehrine geçtim.

Bir yıl sonra da hac yapmak için Mekke'ye gittim.

Tavaf esnasında Ammuriye'de tanıdığım rahibi yanında beş rahiple beraber gördüm.

Hemen yanına yaklaştım ve "Sen Abdülmesih'sin" dedim.

O da "hayır, ben Allah'ın afvını arayan Abdullah'ım" dedi.

Ben onun beyazlaşan sakallarını öpmeye başladım, o da ağlamaya başladı.

Harem'in bir kenarına çekildik ve ben ona "Sana hidayet veren Allah hakkı için nasıl Müslüman olduğunu anlatmayacak mısın?" dedim.

"Şaşılacak bir olay" dedi ve anlatmaya başladı.

Bizim oraya zahid ve ibadete çok düşkün bir Müslüman topluluk geldi.

İçlerinden en genç olanını şehirden yiyecek almak için gönderdiler.

Genç adam, ekmek satan güzeller güzeli Hıristiyan kızı görünce bayıldı kaldı.

Ayılınca arkadaşlarının yanına geldi ve olayı anlattı.

"Siz, yolunuza devam ediniz ben burada kalacağım" dedi.

Onu ikna etmek için ne kadar uğraştılarsa da başaramayınca yollarına devam ettiler.

Delikanlı, aşık olduğu kızın dükkanı önüne geldi ve oturdu.

Kız, "Ne istiyorsun" dediğinde kıza aşık olduğunu söyledi.

Kız ona yüz vermedi ve döndü işine gitti.

Delikanlı orada tam üç gün yemeden içmeden gözlerini kızın yüzünden çevirmeden durdu.

Kız, durumu ailesine ve komşularına bildirdi.

Mahallenin çocukları onu taşladılar. Kafasını gözünü yardılar.

O, hiç aldırış etmeden Hıristiyan kızın yüzüne bakmaya devam etti.

Beldenin halkı onu öldürmeye karar verdiler ve dövmeye başladılar.

Halktan biri bana haber verdi.

Onu yaralı olarak ellerinden aldım, yaralarını beş günde iyileştirdim.

Yürümeye gücü yetince hemen kalktı havradan çıktı ve kızın dükkanı önüne gidip kızın yüzüne bakmaya başladı.

Kız: "Sana acıdım, eğer Hıristiyan olursan seninle evlenirim" dedi.

Delikanlı: "Tevhid dininden çıkıp şirk dinine girmekten Allah'a sığınırım" diyerek reddetti.

Hıristiyan Kız: "Haydi, gir evime, benden muradını al ve buralardan git" dedi.

Müslüman Delikanlı: "On iki yıllık ibadetimi bir anlık şehvetle yok edemem" dedi.

Kız: "O zaman çek git"

Delikanlı: "Kalbim bana itaat etmiyor" dedi.

Kız, yüzünü çevirip gitti.

Çevredeki çocuklar delikanlıyı taşlamaya başladılar.

Delikanlı yüzüstü düştü. O halde iken "Benim velim, kitabı indiren Allah'tır. O Salihlere velilik yapar" diyordu. (Bu, Kur'an-ı kerim'de A'raf süresin 196'ıncı ayetidir.)

Manastırdan çıktım, çocukları kovaladım. Başını yerden kaldırdığımda "Allah'ım, bu kızla beni cennette buluştur" diyordu.

Orada öldü. Onu beldenin dışında bir yere götürdüm, kabir kazdım ve gömdüm.
O gece kız çığlık çığlığa bağırmaya başladı.

Ailesi başına toplanıp sebebi sorulduğunda "rüyamda o genç benim elimden tuttu ve beni cennete götürdü. Cennetin kapısına vardığımızda bekçi olan melek "Sen kafirsin giremezsin" dedi. Ben de orada hemen Müslüman oldum.

Cennette köşkler ağaçlar tarif edilecek gibi değiller.

Mücevherattan yapılmış bir köşkün önüne geldiğimizde işte burası ikimizin, sen olmadan ben buraya girmem"  dedi. Bizim köşkün kapısındaki elma ağacından iki elma aldı ve birisini bana verdi ve "bunu ye öbür elmayı rahiblere götür de görsünler" dedi. Elmadan bir ısırdım, ondan daha güzel bir şey görmedim. Sonra beni çıkardı ve evime gönderdi." dedi kız.

Rahib devamla diyor ki, "Kız ikinci elmayı cebinden çıkardığında gecenin karanlığında her tarafı aydınlatıyordu. İnci gibi parlıyordu. Elmayı bıçakla parçaladık rahiplerin hepsine yetti. Ondan daha tatlı daha hoş bir şey görmemiştik.

Rahipler olarak biz, bunun şeytan işi olduğuna kızı Hıristiyanlıktan çıkarmak için yaptığına karar verdik.
Kızı ailesi götürdü.

Kız, yemiyor, içmiyordu.

Beşinci gece olunca kız, delikanlının kabrine kadar gitti, kendini kabrin üzerine attı ve orada öldü.

Olayı kızın ailesinden başka bilen yoktu.

Sabah olunca kıldan dokunmuş elbise giyen iki Müslüman erkek ve iki Müslüman kadın geldiler ve "burada Allah'ın velilerinden bir veli kadın öldü onu defnetmeye geldik, onun velisi biziz" dediler.

Belde halkı kızı aramaya koyuldular ve kabirde buldular.

Belde halkı "Bu bizim beldenin kızıdır ve Hıristiyan olarak ölmüştür, biz defnedeceğiz" dediler.

Aralarında ihtilaf çıkınca iki Müslüman'dan biri  "Siz kırk rahib bu kızın cenazesini kaldırıp kabre koyun bakalım" dedi. Kırkımız bir olduk yerden kaldıramadık.

Onlardan biri geldi, kızı kaldırdı. O iki kadın cenazesini yıkadı, namazını kıldılar ve delikanlının kabrine defnedip gittiler.

Biz, kırk rahip bir araya geldik "Bundan daha açık delil olmaz" dedik ve kırkımız da Müslüman olduk. Belde halkı da Müslüman oldular.

Biz de bu sene hacca geldik" dedi.

Kaynak: Ebul Ferec el ısfahani (Ölümü hicri 356), el-Deyyarat" sayfa 3) (Kısaltılarak terceme edildi. Bütün bu anlatılanların Ayet veya Hadis olmadığını hatırlatırım)


 

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Alimlerin Sözünü Kabul Etmeyenlere Reddiye


"Değerli Hocam! Ben, hiçbir alimin sözünün delil olmayacağını söylüyorum
Malumunuz üzere, alim denilen kişilerin tamamı insandır ve birer beşerdir. Hata yapma ihtimalleri vardır."

Yukarki sözü söyleyen kişi -Mehmet Dağdelen- kendinin edille-i erbaaya tabi olduğunu söylemişti. Şimdi Allahın izniyle edille-i erbaadan olan bir takım delillerle alimlerin konumunu, ümmet için ne kadar önemli olduklarını, onların sözünün değerini tabi olunup olunmamasının neticelerini incele meye gayret edeceğiz...Muvaffakıyyetimiz Yüce Rabbimizdendir.

Euzü billah, bismillah, yüce Allahımız kitabında şöyle buyuruyor:
 
"Allaha, Resulüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin...."  (Nisa:59)

Masonluğun Üç Sarıklı Şövalyesi Afganî, Abduh, Reşid Rıza


Şu üç ismi hiçbir uyanık ve şuurlu Ehl-i Sünnet Müslümanı hatırından çıkartmamalıdır: Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh, Reşid Rıza. 
 
Bunların müşterek özelliği üçünün de sarıklı Farmason olmasıdır.

Bunların üçü de İslam'da reform, yenilik, değişim taraftarıdır.

Afganî, asıl kimliğini gizleyerek Müslümanları aldatmıştır.

O, aslen İran'ın Esedabad şehrine mensup olduğu halde kendisini Afgan göstermiştir.

O, aslen Şiî olduğu halde kendisini Sünnî göstermiştir.

Böylece "Bizi aldatan bizden değildir" hadîsinin tehdidi altına girmiştir.

Bunların üçü de Osmanlı Hilafetinin yıkılmasında, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak rol oynamıştır.

Bunların üçü de Ehl-i Sünnet ve Cemaat İslamlığına büyük zarar vermiştir.